Geçen Perşembe Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy, önümüzdeki ay seçimleri kazanırsa ağır bir kemer sıkma programı uygulama sözü verdi. Asıl olarak kamu sektöründe kitlesel işten çıkarmalar ve sağlık hizmetlerinde kesintiler sayesinde 53 milyar euro’luk bir tasarruf niyeti olduğunu açıkladı. Hasmı, Sosyalist Parti adayı François Hollande ise, bir radyo röportajında, seçildiği taktirde tüm hükümet harcamalarını hemen incelemeye alacağını ve çok sayıda programı donduracağını dile getirdi.
Sarkozy daha önce işgücü maliyetlerinde 13 milyarlık kesintiye gitme planını açıklamış ve önerilerini yıllarca önce Almanya’da uygulanan Ajanda 2010 ile kıyaslamıştı. Sarkozy, Ajanda 2010’un Almanya’da işgücü maliyetlerinde hatırı sayılır bir azalmayla sonuçlandığını, Almanya’nın Fransa ile rekabet gücünü artırdığını belirtti. Fransa işsizlik oranını Alman seviyesine indirmek istiyorsa, dedi, “Alman modeli”ni örnek almalı ve benzeri adımlar atmalıdır.
Bu yılın başlarında İtalya’da seçimsiz işbaşına gelen “teknokrat” başbakan Mario Monti de Ajanda 2010’a benzer bir hürmet gösterip, Almanya’nın Avrupa’daki ekonomik tartışmayı kazandığını ilân etmişti.
Ajanda 2010, 1998 ile 2005 yılları arasında Gerhand Schröder’in başbakanlığında Sosyal Demokrat Parti (SPD) ile Yeşiller hükümetinin getirdiği bir dizi önlem paketinin adıdır. Bu hükümet, refah devletine karşı II. Dünya Savaşı sonrası Alman tarihinde görülen en kapsamlı saldırıları yaptı. SPD ve Yeşiller, emeklilik sistemini kısmen özelleştirme ve şirketlerin ücret maliyetlerinde büyük azalmalara yol açan işgücü pazarı “reformları” sayesinde sosyal harcamaları budarken, en yüksek vergi diliminin oranını azalttı ve ek servet vergisini kaldırdı.
Sonuç, muazzam büyüklükte bir düşük ücret sektörünün yaratılması oldu. Şu anda Almanya’daki işgücünün %23’ünden fazlası düşük ücretli işlerde saat başına ortalama 7 euro’dan az kazanarak çalışıyor. 4,9 milyon kadar işçi mini-iş denilen işlerde çalışıyor ki, bu da işverenin ek işgücü maliyetlerinden azade olması demek. Federal iş ve işçi bulma kurumu yüz binlerce kişiyi saat başına sadece 1 euro ve barınak parası aldıkları işlerde çalışmaya zorluyor.
Bunlara ek olarak Alman şirketleri, hizmet sözleşmeleri denilen sözleşmeler sayesinde minimum ücret zorunluluklarını ve sözleşme anlaşmalarını bypas edebiliyor; bu sözleşmelere göre çalışanlar artık iş yasalarıyla korunmuyor ve sadaka gibi ücretler alabiliyorlar. Bazı şirketlerde bu tür sözleşmelerle çalışan işçilerin sayısı, normal sözleşmeyle çalışanların sayısını şimdiden aşmış durumda.
Mart başında AB maliye bakanlarının kabul ettiği mali anlaşmanın amacı, bu modeli tüm Avrupa’ya yaymak. Ocak ayında Almanya Başbakanı Angela Merkel, Avrupa’daki birinci önceliğin sadece hükümet harcamalarını kısmak değil, işçilerin haklarını da yok etmek olduğunu açıkça belirtti. “Avrupa, Çin ve Brezilya gibi yükselen güçlerle uluslararası rekabetini ancak Almanya kadar rekabetçi olursa sağlayabilir,” dedi.
İşçi sınıfına karşı bu saldırının ilk laboratuarı Yunanistan’dır. Bu ülke, Avrupa’nın yönetici seçkinleri tarafından, tüm kıtada işçi sınıfına dayatılan önlemleri sınamak için seçilmiştir.
Kitlesel işten çıkarmalara ve ücret indirimleri, refah sistemlerinin yürürlükten kaldırılması ve tüketim vergilerindeki artışlara ek olarak, Yunanistan şirketler için bir vergi cennetine dönüştürüldü. Ülkenin aylık asgari ücreti 160 euro’dan fazla indirilerek 590 euro’ya düşürüldü, şirket vergileri indirildi ve ücret sübvansiyonlarının çoğu kaldırıldı.
Bu önlemlerin yol açtığı toplumsal hoşnutsuzluk ve yoksulluk, ücretleri ve genel olarak çalışma koşullarını zayıflatmak için kullanılıyor. Alman hükümeti, Yunanistan’ın kuzeyinde “serbest ticaret bölgeleri” kurulmasını önerdi. Bu özel bölgelerde 590 euro’luk asgari ücret 300 euro’ya düşürülecek ve şirket vergisi indirimi %20’den %2’ye indirilecek.
Öteki Avrupa ülkelerinde de benzer önlemler getirildi. İspanya’da şirketler sendikaların rızasını almadan ücretleri düşürebiliyor ve çalışma saatlerini değiştirebiliyor. Çalışanları işten çıkarmalara karşı koruyan ve tazminat hakkını düzenleyen yasalar büyük ölçüde budandı.
İtalya’da işverenin sosyal güvenlik primleri azaltıldı ve şirketler artık var olan sözleşmeleri iptal ederek ücretleri indirebiliyor. Tüm toplu sözleşme görüşmelerini şirket düzeyinde yaparak işgücü maliyetlerini kısma ve işgücü fazlasından kurtulmayı kolaylaştırma planları da var.
Almanya’da önde gelen politikacılar rekabet gücünü daha da artırmak için, “Ajanda 2020” başlığı altında yeni, daha da gaddar bir “reform” paketi talep ediyorlar. Önemli Alman şirketleriyle yakın temasını hâlâ koruyan eski Başbakan Schröder, geçen hafta Ajanda 2030 çağrısı yapacak kadar ileriye gitti. Ekonomik sıkıntı içindeki ülkelerin ulusal egemenliklerini teslim etmeleri ve yeni, geniş kapsamlı sosyal kesintilerin dayatılması için bir Avrupa maliye bakanının atanmasını kabul etmeleri gerektiğini ısrarla vurguladı.
Sarkozy, Monti ve Avrupa’nın büyük şirketlerinin öteki siyasi temsilcileri “Alman modeli”ni överken, sadece Alman işçilerinin haklarına ve yaşam standartlarına karşı kitlesel saldırıları kastetmiyorlar. Bu saldırıların dayatılma tarzına, yani sendikaların tam işbirliğine de gönderme yapıyorlar.
Ajanda 2010, Alman hükümeti ile sendikaların ortak ürünüydü. Kilit nitelikteki işgücü pazarı reformu, IG Metal sendikası bürokratları ile Volkswagen’in personel müdürü Peter Hartz’ın başını çektiği bir komisyon tarafından yapıldı. Hükümet esasen programa sadece bir damga bastı.
Refah düzeyindeki indirimlere karşı 2004’te kitle gösterileri patlak verdiğinde, sendikalar bu protestoları susturmak ve bastırmak için usanmadan uğraştı.
O zamandan beri gelen her Alman hükümeti sendikalara tamamen güven duyabildi. Son işten çıkarmalarda Schlecker parfümeri deposu zincirinin 11 binden fazla işçisi işten çıkarılırken, Verdi sendikası işçilerin savunulması için her tür sınai eylemi reddetmekle kalmadı, işçilere şirkete karşı hukuki savaş vermemeleri için de baskı uyguladı. Devletin ve büyük şirketlerin desteklediği sendikalar, asıl rollerini işyerindeki her tür hoşnutsuzluğun bastırılması olarak görüyor.
Bu kadar övülen Alman modeli budur: Tüm Avrupa’da ücretleri budayıp işgücü maliyetlerini Çin ve Brezilya ile kıyaslanabilecek düzeye indirme aracı olarak pohpohlanmaktadır. İşçiler işlerini ve yaşam standartlarını ancak sosyalist bir perspektifle sınırlar ötesi birleşip sendika bürokrasisine karşı isyan ederek savunabilirler.
* Feza Yılmaz tarafından World Socialist Web Site’den Devrimci Cephe için çevrilmiştir.