Arap Dünyasında Geriye Doğru Kalkınma Sarmalı
Çeviri Üzerine Editorya’nın Notu
Türkiye solunun Marksist ekonomi politik bilgisi, tarihsel olanı dışlar ve kuru ekonomik kalıpların içinde eyleşmekten kurtulabilecek dinamizm taşımaz.
Bu nedenle, salt ideolojik bir tutum olarak, o da yıllar sonra, nurjuvazi kodlamalarını aşamayan kaba karşı çıkışlar ötesinde ne AKP iktidarının tarih-toplumsal gerçeğini algılama gücünü, ne de benzer şekilde, örneğin Mısır’da olan darbeler silsilesine yüzeysel değerlendirmeler ve bonapartizm gibi uyduruk yakıştırmalar ötesinde çözümleme gücü gösterebilmiştir. Amerika’nın, kendi gönderdiği adamı Mursi’den vazgeçmek zorunda kalışını ve ardından sökün eden gelişmeleri keza Amerika politik islamdan vazgeçti şeklinde kaba, yüzeysel tekerlemelerle geçiştirmek zorunda kalmıştır.
Oysa Devrimci Cephe edebiyatı, hem AKP ve dinsel gericiliklerin bölgesel iktidarlarının yükselişini neo-liberal birikim modelinin ön gerekliliği olduğunu, daha 24 Ocak kurguları içinde ve AKP’nin iktidara geliş süreçlerine ilişkin değerlendirmelerinde saptarken, uluslararası finans kapitalizmle kadim bezirgân sermaye arasındaki eklektik eklemlenmenin ancak emperyalizmin fiili askeri varlığı koşullarında, yani yeniden sömürgecilikle var olabileceğini, bölgesel konjonktürdeki Asya-Pasifik hattı kaymalarının ve doğan boşluğa hızla Alman-Rus varlığının sızmasının bu eklemlenmeyi giderek patlatabileceğini belirlemişti. Böyle oldu, olmakta…
Neredeyse iki yıl önceki bir emperyalist ve bölgesel süreç çözümlememiz, “Her şeyden önce Amerikan saldırgan politikalarının Ortadoğu bataklıklarında absorbe edilerek etkisizleştirilmesi göstermiştir ki, yavaş toplumlarla dinamik devindiriciler arasındaki ilişki, eklemlenmenin organik düzeyler oluşturamaması gibi teorik bir mülahazayı bile gerektirebilecek bir uyumsuzluk üretebilmektedir. Bunu şimdilik, modernitenin antikite üzerindeki dönüştürücü etkisinin kurulması bağlamında daha sonra tartışmak üzere bir kenara bırakalım. Ama hatırlayalım ki, daha önceki gözlemlerimizde, geleneksel pragmatizminin ve politik eklektisizminin, Amerika’nın, kadim Ortadoğu gibi kaypak ve kaygan bir sahada, politik bir öğe olarak tutunmasına oldukça yardımcı olduğunu saptamıştık.“ derken, keza aynı çözümleme „Ancak artık final kapışmaya doğru gidilirken görülmektedir ki, Amerika bu politikalarıyla kendini bölgeye ait politik bir güç haline getirebilmiştir ama bölgesel dengeleri kendi ihtiyacına sürükleyebilecek önder bir güç olmaktan çıkmaya başlamıştır. Amerika artık Ortadoğulu statükonun bir parçası durumundadır. Ortadoğu tarihselliğinin gerektirdiği ‘dışarıdan zorlayıcı’ konumundan çıkmıştır. Irak onu emmiştir. Burada siyasal ve tarihsel düzeylerin bir karmaşasından söz ediyoruz. Askerlerini çekip gitmesi itibariyle Amerika’nın bölgeden püskürtüldüğü edimsel olarak daha doğru bir ifadedir ama bu siyasala içkindir. Bir de tarihsel bağlamda üretici güçlerin eklemlenmesi düzeyinde olaya bakıldığında klasik ya da yeniden sömürgeci yaklaşımın geri toplumlarda kalıcı düzeyler oluşturmasının ve haliyle siyasal kalıcılıklara ulaşmasının pek de koşulu olmadığı ortaya çıkmaktadır.“ değerlendirmesiyle tamamlanmıştı. Yani emperyalizmin bölgesel konjonktür gereği hem bezirgân sermaye ile eklemlenme arayışlarına mecburiyeti hem de bunun tarihsel olarak tutmazlığı belirlenmişti. Ve ardından zaten küresel emperyalist sermayenin Mısır’da Mursi ve şimdilerde ise AKP iktidarından sıyrılma süreçleri yaşandı ve gözleniyor.
Aşağıda okuyacağınız çeviriden de anlaşılacağı üzere, bu yüzyılın başından beri bölgede gelişen bu tür olayların da zorlamasıyla, artık bölgenin tarihsel ekonomi politiği bölgenin tarihsel gerçekleri üzerinden ve doğrudan bölgenin marksistleri tarafından ele alınmaya başlamıştır. Devrimci Cephe’nin, Marksizmin ideolojik bunalımına çözüm olarak ileri sürdüğü haliyle marksist teori üzerindeki vülger batı Marksizminin egemenliğinin yırtılması artık giderek bölgesel bir yaygınlık kazanma eğilimindedir.
Aslında Marksizm, teorinin kuruluş süreci itibariyle doğulu toplumları anlamamızı sağlayacak ve onu değiştirmemize yön verecek bilgiye sahiptir.
Ancak Marksizmi tarih teorisinden arındırarak onu Kapital’in salt ekonomi teorisinin kalıpları içine hapsederek bayağılaştıran batı Marksizmi ve doğrudan onun Tanzimat maymunu taklitçiliğindeki Türkiye sol entelijensiyası bu bilgiye sahip değildir. Anlaşılan odur ki, onlar Kapital’in ilk iki cildini anlamak için harcadıkları efor sonrasında, üçüncü cildini okuyacak mecali kendilerinde bulamayanlardır.
Oysa özelde bu çeviri zemininde bezirgân sermayenin tarih toplumsal değeri, genelde Babil’den çıkarak yükselen Doğu medeniyetlerinin Girit’ten çıkarak yükselen Batı medeniyetlerinden taşıdığı tarihsel farklılıklar ve bu farklılıkların moderniteye geçişte yarattığı ayrıksılıklar, her şey bir yana, ülkemiz devrimcileri açısından Türkiye gibi melez toplumsal formasyonları devrime taşımaktaki siyasal özgünlükleri ve hatta Kürdistan’daki sömürgeciliğin tasfiyesi itibariyle özellikle anlaşılmak, kavranılmak, bilince çıkarılmak zorundadır.
O halde, bugüne kadar kendi toplum ve tarih gerçeklerimizi anlayıp kavrayamamada temel neden en iyi niyetli bir yaklaşımla madem bir mental kondisyon sorunudur, bu gelişmeleri anlamak ve bunları devrime vardıracak bir politik düzeye sıçratabilmek için, ilk olarak Kapital, önce üçüncü cildinden başlanarak okunacak ve ardından Kıvılcımlı’nın Tarih, Devrim Sosyalizm başta olmak üzere doğulu toplumların Marksizmine ve Türkiye devrimine ilişkin külliyatı üzerine el basılarak konuşulacaktır.
2 Kasım 2013
Arap Dünyası’nda (AD), kaynakları tüketme ve yerleştirme boyutlarında bakıldığında, sermaye, başlıca karakteristiği özel ve kamusal zenginlik arasında olumlu bir aracılığın neredeyse yokluğu olan bir merkantilist tarza yaklaştı –kapitalizmin ilerici tarafını ardında bıraktı. Birikimin bezirgân tarzı hızlı özel kazanımlar elde etme çevresinde gelişir ve toplumda üretici yeniden yatırım gerektirmez; mali araçların değeri sömürmesi bir yan üründür.
Bezirgân sermaye uygulaması, üretim süreçleri işin içine fazla girmeden paranın paraya dönüşmesi anlamında, finans kapitalinkini taklit eder: P-P’. Rantiye fazla genel bir sınıflandırma olabilir; aynı zaman da yanlış bir adlandırma gibidir, çünkü rantiye, AD içindeki işçi sınıflarından değer transferlerinin ABD’nin başını çektiği uluslararası finans kapitalin yanı sıra yerli finans kapital tarafından da yapıldığı gerçeğini gizleyen bir ad hominem (şahsi) (ve sahte-ulusalcı) argüman anlamına gelir. Yeniden ortaya çıkan bezirgân birikim tarzı, modern kisveye bürünmüş bir ortaçağ merkantilizminin reankarnasyonudur ve sanayi devrinin başlarında belirtildiği gibi, “ticari sermayenin hâlâ hüküm sürdüğü yerlerde geri koşullar buluruz.” (Marx, III. Cilt, s. 327).[i] Kadınların konumu dahil olmak üzere toplumsal ve siyasal haklarda dejenerasyon, AD’nın büyük kısmında sanayi kültürünün geri çekilmesiyle ortaya çıkan toplumsal gerilemenin canlı bir göstergesidir. Buradan ortaya çıkan daha geniş bağlam şöyledir:
Sermayenin bezirgân sermayesi olarak bağımsız ve ağır basan bir şekilde gelişmesi, üretimin sermayeye ve dolayısıyla yine bağımsız olduğu yabancı (alien) bir toplumsal üretim tarzı temelinde gelişen sermayeye tabi olmamasına eşdeğerdir. Bu yüzden bezirgân sermayenin bağımsız gelişmesi toplumun genel ekonomik gelişmesine ters bir orantıdadır. (Marx, Kapital, III. Cilt, s.327).
Bir minimum katılım sermayesi bu yan yanalığa izin vermek için yerli yerindedir. Kölelik, emperyalist saldırganlık ve sömürge soykırımı bir kenara bırakılırsa Venedik tacirlerinin kulübe ölçeğinde ya da küçük imalat girişimlerini kontrol etmeye ve sahip olmaya başladıkça bezirgân tarzından evrim, gelişmeyi ve toplumsal üretimin ücretli emek çevresinde örgütlenmesinde bir dönüm noktasını temsil ediyordu. (Engels, 1891).[ii] Bezirgân tarza sanayi tarzını entegre etmek ileriye doğru kültürel bir adıma işaret ediyordu –burada kültür evrensel insanlık bilgisi deposu anlamına gelir. AD, savaş ve neo-liberalizmin ortak etkileriyle sanayileşmeden uzaklaştı. AD’de yaşananlar, ulusal sanayi sermayesinin ticari sermayeden kendini uzaklaştırmasıdır, bundan sonra da sanayileşmeden yoksun ticaret baskın tarz halini almıştır. Değere el koyma politikaları, eşitsiz kalkınma, emeğin homojenleşmesinin engellenmesi ve emperyalist fetihlerin değerleri çalması bu kertede bezirgân sermayenin yeniden doğuşuna dayanak oluşturan süreçlerden bazılarıdır. Burada Meszaros’un bir toplumsal ilişki olarak sermayenin metabolik yeniden-üretim oranını değer yıkımı/el koyması ve değer yaratımıyla ilişkili olarak düzenlediği nosyonunu –sınıf mücadelesi ve onunla bağlantılı erk yapısı içinde olsa da- dikkate alıyorum. (Meszaros, 1995). [iii]
Bu durum, Afrika’nın güvenlikleri zayıf devletleri ile AD’nin bir tarihsel süreç olarak sermayenin “yok etme/ele geçirme” tarafına düşmesi ve bölünmüşlüğün tarihsel nesnelerinin tanımlayıcı özelliği haline gelmesi, yani bezirgânların ABD önderliğindeki sermaye ile sınıf ittifakının tarihi şekillendirmesi anlamında genelleştirilebilir. Bir komprador sınıf ile bezirgân sermaye süreçlerine zorla el koyan bir hâkim sınıf arasında başka bir ayrım/nitelik ortaya çıkar. Bir ulusal burjuvazi bir komprador sınıftan birikim ve para devresi alanının sırasıyla ulusal ya da uluslararası olarak bağlı olup olmadığına göre ayrılırken, bezirgân sermaye sınıfı uluslararası finans kapitalle daha fazla kaynaşmıştır, çünkü somut faaliyetleri maliyetlerin de kayda değer olmayan kısa vadeli yatırım olma eğilimindedir. Bezirgân sınıfın zenginliği çoğunlukla dolar olarak tutulur, bu nedenle de dolar olarak ABD önderliğindeki sermayeyle yekvücut olur –uygun bir ad verilen evrensel form.
AD’da ithalat oranının gelirin neredeyse yarısını olması değildir konu; bezirgân sermaye birçok alanda uluslararası finans eşdeğerine boyun eğer. Yurtdışından satın alıp içeride satmanın yanı sıra, ülke içinde başlıca çaba FYE ekonominin (finans, yatırım ve emlak) spekülatif alanlarında yapılır. Bezirgân sermayenin iç ekonomide üretim temelinden yoksul kalmakla kaybedeceği fazla bir şey yoktur. Spekülasyonla ulusal kaynaklardan (ulusal varlıklar ve dış değiş tokuş kazanımları), ulusal varlıkları değersizleştirmeden ve ulusal ekonomiye ithalat satışlarından istifade eder. Bu bezirgân sınıfı ulusal işçi sınıflarının gelişmesine hiçbir kayda değer şekilde katkıda bulunmaz. Bezirgân sermayenin başını çektiği bu sınıflar ya içerideki sanayi süreçlerinden uzaktır ya da bu süreçlere kısa ömürlü bir bağlantı sergiler.
Emperyalist hegemonyanın baskıları ve bezirgân tarzın kendini yavaş yavaş zerk etmesi, birlikte, aşağıya doğru kalkınma(ma) sarmalını pekiştirmiştir. Toplumu yeniden yapılandıran büyük savaşları kaybetmenin yanı sıra, Suriye ve Mısır gibi daha ileri ekonomilerin sanayileşsizleşmesine katkı sağlayan Körfez ülkelerinden jeopolitik rantiyeler vardı. Böylece AD, yapısal nedenlerle iş üretemeyen ve çaba sarf etmeden elde edilen kârların yönetici sınıf mentalitisine hâkim olduğu bir ekonomi haline geldi. Bu bağlamda yaşamın ucuzlaması ve insanların metaya indirilmesi bezirgân tarza ve değere el koyma sürecine kayışın bir parçası oldu. Arap işçi sınıfı için bu, dini yabancılaşmanın –dünyevi sefaletin doğaüstü güce bağlanmasıyla hayali bir projeksiyon- ancak anlık kurtaracabileceği bir süreçtir. İşçi sınıfı daha ağır koşullara katlandıkça, siyasal yaşamın islamizasyonunun bezirgân yönetici sınıftan kısa ömürlü bir rahatlık sunduğu görülmektedir. Bununla birlikte, halk hareketlerinin ortaya çıkabileceği bir toplumsallaşma alternatifi (toprak reformu, koruyuculuk ve eşitlikçi dağıtım) olmayınca siyasal ayaklanmalar ilerici bir nitelik taşımayabilir.
Bezirgân birikim tarzı, emperyalist savaş kışkırtıcılığının yanı sıra, hem ulusal hem de bölgesel olarak bütünleyici dönüşümü engeller. Bir toplumsal sözleşme temelinin yerini alır. Kötü dağılım ve özel ve kamu serveti arasındaki olumlu aracılığın neredeyse olmayışı, işçi sınıfı özerkliği için refah temelini ve dolayısıyla aynı zamanda ulusal entegrasyonu da ortadan kaldırır. Bezirgân tarzda özel alan, toplumsal alanla, sahibini öldürdükten sonra ondan beslenen bir asalak ilişkisi (nekrotrofi) geliştirir.
Bazı sanayi ekonomileri merkantilist gibi davrandığından başka bir nitelik daha gerekmektedir. Almanya gibi günümüzün ihracatçı endüstriyel süper güçleri, çoğunlukla ticaret fazlası vermeleri anlamında “merkantilist” olarak adlandırılır. Ama AD Almanya gibi endüstriyel değildir ve asla olmamıştır. Arap bezirgân tarzı asıl olarak ulus devletlerden ham ya da yarı ham ürünleri almak ve yurtdışına satmak ve veya ülke içinde satmak üzere imal edilmiş mallar ithal etmekle ilgilidir. Kölelik, ırkçılık ve sömürge soykırımıyla süslenmiş ulusalcılıkların yanı sıra sanayide ücretli emekle ilgilenen ve teknoloji ile karmaşık bir işgücü dağılımı getiren Avrupa merkantilistleri olmuştu. Bu şekilde yaklaşık 1500’de kapitalizmin servet oluşturma sürecini başlattılar. Merkantalistler, artan ticaret hacimlerinin küresel baskısıyla, dünya pazarının taleplerini karşılamak için sanayide ücretli emeği getirdiler. Ne var ki AD’de sanayisizleşme, rejimin petrol ya da jeopolitik gelirden kaynaklanan istikrarlılaştırma harcamaları ve informel ya da düşük üreticilikte hizmet faaliyetlerinin yükselişi toplumsal ilişkilerin yeni maddi temelinin temelini attı. Ulusal sermayenin, faaliyeti para değiş tokuşu merkezli finans kapital normlarına boyun eğmesi de ulusal ekonomideki kârların süresini ve devir hızını artırır ve kısaltır. Arap sanayi ve bezirgân sermayesinin birbirine gerçekten bağlı olduğu yerlerde, yani sanayinin önde gelen tarz olarak ayakta kaldığı yerlerde, ülke içinde ya da dışında üretip satmaya yönelik ortak faaliyetlerinin alanı, neoliberalizmde toplam gelirin cılız bir oranına denk düşer.
Arap Dünyasında toplam mamul ürün ihracatında ileri teknoloji ihracattaki Arap payı %1-2 puan arasındadır: Sahra Altı Afrika’nın altında –payı %5 olan Güney Afrika’da dahil olmak üzere (WDI, çeşitli yıllar). Her durumda toplam Arap nüfusundan çok küçük Körfez nüfusunu çıkarırsak, dünya nüfusunun %5’ini oluşturan Araplar dünya gelirinin yaklaşık %1’ini kazanır. Bu Sahra Altı gelir payından çok farklı değildir. Uluslararası finans kapital, emeğin homojenleşmesini engelleyerek (ücret uçurumlarının kapatılması) ve emperyalist fetihlerle değerlere el koyarak, AD’de bezirgân sermayenin yükselişine yardım etti. Sermaye kendi mutlak genel gelişim yasasından yoksul kalmadı kuşkusuz. Afrika ve AD dünyanın entegre bir parçası olarak düşünülürse refah zirveleri yerinden etme çukuruyla karşılaşır.
Emperyalist hegemonya ve bezirgân tarzı birbiriyle bağlantılıdır; birbirlerini pekiştirirler. Bununla birlikte emperyalist saldırı, tüm öteki momentlerin çevresinde bir araya geldiği temeli oluşturan tarihsel momenttir. Bezirgân birikim tarzı anti-entegrasyonist dinamikleri harekete geçirir. Parçalar. Bu noktayı aydınlatmak için bir referans ölçeği işe yarayacaksa, bezirgân sermayenin ABD’nin öncülüğündeki finans kapitale boyun eğmesinin büyüklüğüne göre böler. Dahası, bezirgân tarzı üretim kapasitesinde ya da artan teknolojiyle insan becerilerinin senkronizasyonunda çok az büyüme gerektirir. Bezirgân sermaye hâkim uluslararası ortağının çıkarlarını sağlamak için ulus devlet içinde rahatlıkla bir iç savaş mayalandırabilir.
Geleneksel bilgi, Arap Dünyasında petrol ve jeopolitik gelirlerin hak edilmemiş gelirler olduğunu varsayar. Bu temelsiz ve yanlış yönlendiren bir iddiadır. Bu gelirler işçi sınıfına muazzam toplumsal ve çevresel zararlar getirerek kazanılmış gelirlerdir; sermaye birikimi eski sömürgelerin bombardımanıyla ve savaşta insani kayıplarla başlar ve bir bütün olarak toplum kaynakların demobilizasyonuna maruz kalır. Somutlaşmış ulus devlet ezenle ezileni birbirine karıştırır. Arap yönetici sınıfların ve uluslararası finans patronlarının ortak yağması hak edilmemiş gelirdir; ne var ki geriye kalan Araplar –sokak satıcıları, işsizler, yoksulluk ve savaşla bitap düşen nüfuslar- paylarını kazanmışlardır.
Bezirgân tarzı toplumsal faaliyeti düzenlerken, petrol ve jeopolitik gelirler asıl olarak artan ithalata, ülke içi pasifizasyonuna ve dış aktiflere harcanır. Bu önlemler, Arap işçi sınıflarını kuklalaştırma ve güçsüzleştirmeyle serpilen ABD öncülüğündeki emperyalist hedeflere hitap eder. Güçsüzleştirilmiş işçi sınıfı ulusal düzeyde güvensizliğini açığa vurur ve emperyalist hegemonyaya güç katar. İçselleştirilmiş küresel üretim ağında ulusal sınırlar artık sermayenin dev küresel kaynaklar havuzundan çekip aldığı gerçeğini gizleyemez. Arap kaynaklarının atıllığı aşırı üretimin merkezi kriziyle bire bir bağlıdır. Tümdengelim uygularsak, servet insanlığın servetidir ve tam tersine AD’deki işçi sınıfının birleşmekten uzaklaştırılması egemen sınıf ittifakının hak edilmemiş geliri için ödenen ağır bir bedeldir. Daha da önemlisi, Arap işçi sınıflarının yeniden güçlenmesi ABD ittifakının, “küresel olarak neredeyse benzeri görülmemiş bir hareket etme –yani askeri hareket- özgürlüğü”nü serbestçe kullandığı bir bölge üzerindeki hegemonyasında gedik açabilir (Levy, 2013).[iv]
Notlar
[i] http://www.marxists.org/archive/marx/works/1894-c3/ch20.htm.
[ii] Kapital III. Cilt, Supplement, Frederick Engels, http://www.marxists.org/archive/marx/works/1847/wage-labour/index.htm
[iii]Mészáros, I. (1995) ‘BEYOND CAPITAL: Toward a Theory of Transition’, Monthly Review Press, 17 August 2013.
[iv] Daniel Levy, Maximum Bibi, Peace in the Middle East? Not if Benjamin Netanyahu has anything to say about it. Foreign Policy, 2013.
*Daha once London School of Economics’de öğretim üyeliği yapan ve Birleşmiş Milletler’de Batı Asya bölgesinin Ekonomik Analiz Bölümü’nün başkanlığını yürüten Dr. Ali Kadri halihazırda Middle East Institute’da Arap Dünyası’nda emek süreçleri üzerinde çalışmalar yapmaktadır.
*Feza Yılmaz tarafından Devrimci Cephe için Global Research’den çevrilmiştir. 30.10.13.