“YUNANİSTAN İÇ SAVAŞINDA DİRENEN KADINLAR”

8 Mart vesilesiyle tarihte örnek direniş ve kadınların mücadeledeki yaratıcılıkları, destansı direnişini anlatan “Yunanistan iç savaşında direnen kadınlar” kitabını ele aldık. Kadınların mücadeleye katılışları ve yaşadıkları çifter sıkıntılar, kadınların özgürlük mücadelesine kattıkları büyük değerler nedeniyle mutlaka okunması gereken bir kitap.

 

 Büyükbaba, silahını bana ver. ” diye fısıldadı çekinerek. Yaşlı adamın vahşi bir bakışı onu olduğu yere çiviledi. Adam silahını daha sıkı kavradı. Bu duyduğu şey düşünülemez bir şeydi: Silahını bırakmak mı? Yetmiş beş yıllık dostu.

Kolunun bu canlı uzantısı? “Onu bana ver, ona şeref kazandıracağım. ” dedi yeniden, daha yüksek bir sesle. Yaşlı adam ona baktı. “Ver onu büyükbaba; onu ihtiyaç duyana ver. ” dedi kadınlar.

“Onu boş yere harcamak günahtır. Katerini ona layıktır. ” Yaşlı adam kolunu indirdi ve yavaşça silahını çıkardı. Yan kör gözlerinden bir yaş damlası süzüldü̈.

“Al onu Levendokaterini, özgürlük için al onu. İyi kullan. “

Levendokaterini köprünün üzerinde erkeklerin yanında duruyor, eteğini dizlerinin üzerine kadar kıvırıyor, duvarda bir delik seçiyor ve nişan alıyor…

“Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar” adlı kitap, Yunanistan’ın işgali ve iç savaş döneminde savaşarak “Levendis” (soylu ve cesur olan anlamında genellikle erkekler için kullanılan bir kelime) sıfatını alan binlerce kadının toplama kamplarındaki direnişini anlatıyor.

Kitabın yazarı Eleni Fourtouni, direnişin Yunanistan’da bir gelenek olduğunu, kadınların çok önceden beri ülkelerinde iç ve dış baskıya karşı mücadelede cesaretleri ve özverileriyle erkeklerden aşağı kalmadıklarını; II. dünya savaşı, direniş hareketi ve bunu izleyen iç savaşta Yunan kadınlarının tam katılım örnekleri sunduklarını ve direnişin önemli bir kesimini oluşturduklarını; ne var ki, bu olgunun resmi tarihlerde yer almadığını yazıyor. Ve Yunan kadınlarının yarattıkları direniş destanının bir bölümünü̈ gün yüzüne çıkarma görevini üstüne alıyor.

Kitabı okurken işkence hanelerde, cezaevlerinde ülkemiz devrim mücadelesinde yılları boyunca direniş destanları yaratmış kadınlarımızın direnişlerinin yeterince anlatılmamış olmasının eksikliğini duyuyoruz.

Doğmamış bebeklerini kaybetme pahasına işkence hanelerde direnen, tutsaklık koşullarında onurlu bir tarih yazan Türkiye Kürdistan`li kadınların direnişlerinden, diğer ülke insanlarının öğrenecekleri çok şey olduğu kuşkusuz. Pek çok özellikleriyle benzeşen Yunan halkının direnişinin bir parçasını anlatan kitabı okurken Yunanlı kardeşlerimizin direnişinden onur duyuyor, edebiyatımızda ve sanatımızda kadınlarımızın direnişinin eksikliğini daha yakından hissediyoruz.

“Fırtına Çocukları”, “Kapetanios” ve “Buyruk” adlı kitaplardan tanıdığımız Yunan halkının mücadelesinin yenilgisini tarihsel gelişimi içinde özetleyen kitap bu yanıyla da olumlu bir işlev görüyor.

Kitabın iç savaş yıllarına ait bölümlerinde parti-önderlik konusunun önemini bir kez daha kavrıyoruz. Direnişçi bir halkın mücadelesiyle hak eniği iktidarı faşistlere teslim eden Yunan Komünist Partisi (KKE)’ ne bir kez daha lanet okuyoruz iç savaş tarihinde…

“Topçu bir yandan Panayiota’yı makineliyle tararken, silahıyla da onu (Kavla’yı) vurmuştu. Sonra döndü̈ ve makineliyi bize doğrulttu. Sedyeleri yere bıraktık, ellerimizi birleştirdik ve yaralılara bedenlerimizi siper yaparak tankın önüne dikildik. Makinelinin ağzını bizden uzaklaştırana kadar ona baktık.

Faşistlerin ölüm kusan makinelilerinin yenemediği, binlerce Maria Karra’nın emekleriyle yeşerttiği Yunan direnişi, dünya halklarına umut vermişti. İdam sehpalarına en güzel giysilerini giyerek, en yiğit şarkılarını söyleyerek giden onurlu Yunan kadınları, dağlardaki partizan savaşının da aktif gücü̈ oldular.

13-14 yaşındaki liseli kızlardan Andartomaneslere (partizan anneleri) kadar her yaştan Yunan kadını direniş, hareketinde kendilerini var ettiler.

Yazar, önsözde bunu şöyle dile getiriyor: “Yunanistan tarihinde ilk kez olarak direniş hareketi saflarında kadınlara ve genç insanlara yetişkin erkeklerin eşitleri olarak davranıldı; evde, işte, stratejik planlamada, tehlikede ve özveride. Kadınların yüz yıllardır eve kapatıldığı Yunan kasabalarındaki genç kızlar, kendi istedikleri kadar gelişebilecek potansiyele ve yeteneklere sahip insanlar olduklarına inanmaya başladılar. “

Sınıflı toplumlar tarihi boyunca ezilen, ikinci sınıf insan muamelesi gören ve cins olarak sömürülen kadının öz savunma olarak geliştirdiği iç kararlılık, direnç, sağduyu ve bağlılık devrimci mücadele ile birleştiğinde ödünsüz bir direnişçiliği doğuruyor. Yunan direnişinin fiziki yenilgisini ideolojik ve psikolojik yenilgi ile tamamlamak isteyen (12 Eylülcülerin devrimcileri teslim alma politikaları akla geliyor hemen) faşist iktidarın baskı ve işkenceleri, yılgınlık psikolojisi içindeki yüz bini aşkın insana “pişmanlık belgesi” imzalatırken pişmanlık belgesi imzalamamak için direnen Yunanlı kadınların toplama kamplarındaki hayranlık verici tutumları kitapta çarpıcı biçimde verilmiş. Trikeri ve Makronisos toplama kamplarında pişmanlık belgesi imzalamaya zorlananlarla birlikte acıyı, korkuyu, direnerek zafer kazanmanın onurunu, bireysel kurtuluş için belgeyi imzalayanlara acımayı, nefreti duymak mümkün. On yedi yaşındaki Skevofilaka’nın “Neyi reddetmemi istiyorsunuz, erkek kardeşimin kanını mı?

Hiçbir şeyi reddetmiyorum. Hiçbir şey için pişman değilim. ” diye bağırışındaki yenilmezlik ve kararlılık, pişmanlık belgesini imzalaması için eline tutuşturulan kalemi kırdıktan sonra, başparmağı zorla mürekkebe batırılarak belgeye bastırılmaya çalışılan köylü̈ kızı Diamando Karabeau’nun “Bütün gece başparmağımın mürekkeplenip, mürekkeplenmediğini görmek için sabahı bekledim. Mürekkeplenmemişti. ” deyişindeki sıcaklık, Yunanlı kadınların direnişteki zaferlerini müjdeliyor. Onlar, Makronisos’ta “ya tövbe etmek ya da ölmek” gerektiğini biliyorlar ve ölüm pahasına direniyorlar. “Hiçbir şey, sevgi bile olmadan yaşayabiliriz. ” diyorlar.

Yaşamak için tek bir şeye ihtiyaçları var: Onurları. Kassiani ölürken son söz olarak “Sadece dövüldüm, onurum kırılmadı “diyor. Yunanlı kadınlar “Delosies” (dönek, hain) olmaktansa. ölümü̈ kabulleniyorlar.

Ama faşistler “öldürelim de kahraman mı yapalım? Makronisos kahraman değil solucan yetiştirir. ” diye bağırıyorlar.

“Solucanlaşmış” insanlar yaratmak istiyor faşistler… “Zehirli yılanlar, size tanıdığım süre bitmek üzere. Denize, güneşe, ışığa son defa bakın. Bugün imzalamazsanız gözleriniz ebediyen kapanacak. Size merhamet, insanlık, acıma yok. Kemikleri çıkmış küçük vücutlarınızla milletin iradesine karşı koymaya nasıl hala devam edebiliyorsunuz -siz ki sadece bin tane kadınsınız?”

Küçük vücutlarıyla direndikçe “milletin iradesi”ni temsil ettiği iddiasındaki faşistleri çileden çıkaran Yunanlı kadınların bu gücü̈, inançlarından ve örgütlülüklerinden geliyor. Onlar en zor koşullarda bile örgütlülüklerini koruyorlar.

Bu örgütlülükleri sayesinde tutsaklık koşullarında dahi üretken ve yaratıcı oluyorlar. Toplama kampları birer okula dönüştürülmeye çalışılıyor. “İlk kez bizim yaşımızdaki (14-18) kızlar kendilerini önemli, yeterli, vazgeçilmez hissetti. ” deme bilincine mücadele içinde kavuşan Yunanlı kadınlar, bu noktaya gelebilmek için önce ailelerine ve çevrelerine karşı mücadele veriyorlar. Yunanlı kız kardeşlerinin şu sözleri Türkiyeli genç kızlarımıza yabancı olmasa gerek: “… bir şey yapabilmeden önce ana babalarımızı ikna etmemiz gerekiyordu, (özellikle kızlar) başta olmak üzere hepimiz için güç bir işti bu. İlk kez olarak, evden dışarı adım atıyor, babamız tarafından bize verilen ve annemiz tarafından teşvik edilenlerden başka roller üstleniyorduk. ‘Siz kızsınız. ‘ diye bağırdılar. Adımız kirlenecek, kimse bizimle evlenmeyecekti, babalarımızın adını mahvedecektik. Ailelerimizin başına açacağımız belaların sonu yoktu. Fakat biz bunu yapmaya karar vermiştik, kimse bizi vazgeçiremezdi. Israr ettik ve yavaş yavaş bir mucizeyi gerçekleştirdik: Ana babalarımız bize inanıyor, bize insan gibi davranıyor, kararlılığımız için bize saygı duyuyor, mücadelemizin düşmana boyun eğme utancından hepimizi kurtaracağını görüyorlardı. “

Ülkemizde de ailenin ve toplumun yerleşik değer yargılarının düzenin en sağlam kurumlarından olduğu, mücadeleye atılan (özellikle genç kızların ve kadınların) insanlarımızın önündeki en güçlü̈ barajlardan olduğu biliniyor.

Bunlara karşı dönüştürücü bir savaşım vermedikçe, kadınların kendilerini toplumsal mücadelede sağlıklı ve açık bir şekilde ifade etmelerinin mümkün olmadığı bir gerçek. Kitap, bu dönüştürücü faaliyette ana babaların tüm kaygılarını bir yana bıraktıracak temel öğenin kişinin yine kendisinde olduğunu yaşanan örneklerle ortaya koyuyor. Maria Karra’nın Almanlardan korkusu yok ama birlikte yaşadığı amcasından korkusu var. Amcası onun gençlik örgütü EPON’a yaklaşmasını istemiyor ve Maria’nın toplantılara gitmesine izin vermiyor; “Onu ikna etmek benim için en zor işti. Tekrar tekrar ortaya sürdüğü̈ tek argümanı benim bir kız olmamdı. Fakat ben çok kararlı bir kızdım ve sonunda yumuşadı. ” Milyonlarca genç kızımızın ve kadınımızın “çok kararlı” olmaya ihtiyaçlarının olduğu açık. Evin mutfakla çocuk odası arasındaki köreltici, aptallaştırıcı etkisinden kurtularak dünyaya açılmanın biricik yolu mücadeleyi kucaklamaktan geçiyor. Dünya nüfusunun yansını oluşturan kadınların, insanlığın gelişimi için yaratıcılıklarını, enerji ve yeteneklerini bütünüyle sunabilmelerinin ilk adımları devrimci mücadelede “eşit” insanlar olarak “kendine güven” kazanmaları ile atılacaktı. Yunanlı kadınlar somut koşullarda uygun faaliyet biçimleri yaratma konusunda gerek dışarıda gerekse toplama kamplarında güzel örnekler sunuyorlar. (“Çocukları kurtarın” sloganı ile kimsesiz ve yoksul çocukların her türlü sorunlarıyla ilgilenecek çocuk merkezleri -çocuk barınakları kurmaları gibi.) Ülkemizde 12 Eylül sonrasında kadınlarımızın mücadelede önemli bir yer tutmaları, güçlü̈ bir potansiyel oluşturmaları düşünüldüğünde gerek özgül sorunların çözümünde, gerekse genel sorunlara kadın bakışının sunulmasında değişik örgütlenme biçimleri ile geniş kadın potansiyeline gitmenin gerekliliği ortaya çıkmaktadır.

“Yunan İç Savaşında Direnen Kadınlar” adlı kitap, savaş rüzgârlarının estiği Ortadoğu’daki emperyalist savaşta maşa olarak kullanılmak istenen ülkemizde, mücadele veren kadınların ve erkeklerin ufkunu genişletecektir. Özellikle mücadele içindeki kadın arkadaşların okumalarında büyük yarar var. “Her gün bizi yaşamaya ve ölmeye mahkum ettikleri sefaleti değiştirebilmek için reddetmek ve direnmekten başka seçeneğimiz” yoktur.

Dünyayı ve Türkiye’yi değiştirmek, dönüştürmek mücadelesinde direniş destanları yaratan-yaratacak olanların kitaptan alacakları(*) çok şey var…

(*) Yazarın KKE’yi olumlayan ve yenilgiyi Stalin’e bağlayan “klasik” eleştirilerine(!) katılmadığımız gibi, toplama kamplarındaki direniş biçimini de kendi koşulları içinde değerlendirmek gerektiğini düşünüyoruz.

Önceki İçerik’26 yıldır yaşadığımız acıyla adalet ve hukuk aramaya devam ediyoruz’
Sonraki İçerik26. yılında Gazi katliamı protesto edildi