1 Mayıs; uluslararası proletaryanın birlik, dayanışma ve mücadele günündeyiz.
Önce kendimizle mücadele edelim.
Önce kendi gerçeklerimizle yüzleşelim.
Gerçekler devrimcidir.
Birinci olarak; 2016’nın 1 Mayıs’ını, 1886’ya göndermelerle, uluslararası proletaryaya birlik ve mücadele gününü armağan eden yüksek sınıfsal mücadele düzeyleri ve ileri siyasal hedeflerle anma imkânına sahip değiliz.
Uluslararası sosyalist sistemin çökmesinden bu yana uluslararası proleter hareket dünyanın hemen her noktasında ağır mücadele sorunları içinde. Dünyanın hemen her noktasında uluslararası proletaryanın mücadelesi henüz küçük savunma mevzileri inşa etmekten daha öteye geçemiyor. Yunanistan, Brezilya, İspanya, Fransa ve diğer kimi yerlerde oluşturulan mücadele zeminlerinde ise mücadeleyi burjuva düzeninin sınırlarından öteye geçirecek devrimci önderlikler yaratılamıyor.
Uluslararası proletaryanın gerçeği bu.
Peki ya Türkiye proletaryasının gerçeği..
İkinci olarak; Türkiye proletaryasının siyasal düşüklüğü, bu düşüklüğü düzensever siyasetlerine dayanak yapan oportünist ve liberallerin kabul sınırlarının bile gerisinde kalmakta. Gerici ve sömürgeci AKP-RTE iktidarına karşı, ülkeyi uluslararası ve yerel sermaye için örgütsüz, güvencesiz ve ucuz emek cenneti haline getirme, iş cinayetlerini “işin fıtratı”, cinsiyetçi sapıklığı geçerli ahlak sayan iktidara karşı proletaryanın, emekçi sınıfların ve ezilenlerin kölece itaati karşısında oportünist ve liberal burjuva muhalifler bile şikayetçi.
[Bunlardan kimisi “batıdaki siyasal kuraklıktan” kimisi “sınıfı siyasal olarak yaratmak”tan bahsediyor.]
Ama diğer taraftan, işçi, emekçi, genç, kadın yoldaşlar…
Ama diğer taraftan, 2016 1 Mayıs’ını, 2003’e,emperyalist yayılmacılığın gerici bölge sömürgecileriyle Ortadoğu halklarının boynuna kement takmaya geldiği günlere referansla konuşmaktan daha öte imkânlara sahibiz.
19 Temmuz 2012’den bu yana bölgede, bölge halklarının özgürlük ve demokrasi mücadelesine güç veren bir devrim alanımız var. Bütün zorluklarına karşın, geçen yıldan bu yana yaptığı hamlelerle Rojava devrimi, bir taraftan uluslararası emperyalizm tarafından çözüm görüşmelerine alınamayacak kertede devrimi temsil ediyor. Ve diğer taraftan Rojava devrimi, emperyalistler ve sömürgeciler onu kendi denklemlerine eklemleyemedikleri sürece bölgede herhangi bir çözüme ulaşmalarını imkânsız kılacak kadar kendi sahasına egemen durumda.
Daha da ötesi Kürt halkının özgürlük mücadelesi, Bakure Kürdistan’da da uluslararası emperyalizmin desteğindeki sömürgeci AKP-RTE diktatörlüğünün tankına topuna karşı özyönetim direnişleriyle genişliyor, yükseliyor.
Sömürgeci TC, sahip olduğu “dünyanın beşinci büyük ordusu”yla Sur’da, Silopi’de, Gever’de kimi barikatları aşınca zafer borazanları çalıyor. Oysa mücadele, bu direnişlerin askeri sonuçlarının çok çok ötesinde artık tarihsel bir düzeye ulaşmış durumdadır: Kürt halkının özgürlük gerçeğini tanımadan sömürgeci TC oligarşisinin yeni dengelere kavuşmasının bundan böyle imkanı kalmamıştır..
İster AKP-RTE’yle, ister kendi Sisi’leriyle ya da kendi beğendikleri başka soytarılarıyla denesinler, Kürt halkının özgürleşmesi tanınmadan Türkiye siyasal sisteminde yeniden kuruluş imkânı yoktur.
Bir adım ilerisiyle bu cümle şöyle de kurulabilir; Türkiye siyasal alanında devrim ve sosyalizm mücadelesinin kitlesel kabulü ve bu programlı mücadelenin yükselişinin imkânları artık ortaya çıkmaktadır.
Artık özgürlük ve devrimci demokrasi için yol açılmıştır!
Bakmayın siz oportünistlerin, liberallerin, düzenseverlerin çaresizlik, yılgınlık, tükenmişlik ağıtlarına..
Burjuvazi ve onun düzenseverleri bu sefilliğe mahkûmdurlar, çünkü onlar bizim zenginliğimizin dışındadırlar, çünkü onlar bizim zenginliğimizde kendi ölümlerini görenlerdir.
Bizim zenginliğimiz uluslararası proletaryanın 1886 tarihine organik bağlılığımızdır.
Yani proletaryanın devrimci ruhunu taşımamızdır.
27 Nisan’lar, Gezi Haziran’ları, Mehmet Tunç’lar, Pakize Nayır’lar, isimleri Özyönetim Direnişleri’yle bütünleşmiş kahramanlarımızın varlığı.. Bunlar sahip olduğumuz devrimci ruhun belgileridir..
Görev bu ruhu grevlerle, direnişlerle, ayaklanmayla, barikatlarla, saldırıyla metropollerde maddeleştirmektir.
Proletaryanın ve çalışan sınıfların devrimci eylemini kurmak ve yükseltmektir.
Bu, oportünist ahmakların, yasalcı solun yaptığı ve önerdiği gibi oturup beklemekle, dilemekle, şikayet etmekle olmaz.
Burası Ortadoğudur.. 7 Katlı Babil ülkesidir..
Balçıklardan doğmuş medeniyetler coğrafyasında medeniyeti yükseltemeyenler yeniden balçığa gömülürler.
Bu coğrafyada proletaryanın örtük tarihsel kimliği öncünün devrimci savaşıyla güncelleşir. Bu coğrafyada proletarya öncünün devrimci savaşıyla “zor ve şiddet anlamlı kolektif aksiyon” üretici gücü haline dönüşür.
Çökkünlük ve moralsizliğin hakimiyeti altındaki bu ülkede devrim işte bu bilinçle insiyatif aldı.
HBDH bunun için kuruldu; proletaryanın, Kürtlerin, Alevilerin, kadınların, gençlerin.. her kesimden ezilenlerin öfkesini açığa çıkartmak, yükseltmek ve yönlendirmek için kuruldu.
Son iki yılın muhasebesine göre büyük avantajla yeniden tarih yazımına geçiyor, öncü devrimci mücadele.. Önceleri oldukça cılız ve etkisiz olabilir ama giderek kalıcı ve yükselen bir ivmeyle yaşayacağız bu değişimi..
Artık oportunist ahmaklığın ve teslimiyetçi sefilliğin zincirleri kırılmıştır. Arada deredekiler de kararlarını versinler. Tarihin garantiye oynayan “nizamcı” solculuklara hükmü aşağılayıcıdır.
Şimdi devrimci bir dönemin kapıları açılmıştır.
Ülkede ’16, 1 Mayıs’ı ne 1886 gibi salt sınıfa göre eylemliliğin, ne de milenyum emperyalizmine karşı salt halk direnişleriyle tarihsel bir milat olabilir.
1 Mayıs 2016 leninci marksizmle kayıt altına alınmalıdır.
Yani proletarya ve ezilen halkların birliği referansıyla..
Biz Türkiye soluna düşen, proletaryayı bu çevrimin lokomotifi kılacak kertede ona öncülük edebilmektir.,
Bu amaçla söylenmesi gereken, hep yapageldiğimiz gibi, önceden söylenmiştir..
“Mücadelede bir değişimi gerektiren her türlü zorunluk mevcut.
Ya sosyalizm ya da iğrenç bir kölelik..
Ya devrimci mücadele ya da sefil bir itaat..
Ya özgürleşmenin taze nefesi ya da çürümenin tiksindirici kokusu..
Önümüzdeki siyasal ve sosyal tercihler bu keskinlikteki ikilemler halinde diziliyor.
Ara yerlerde eyleşme kapıları artık oportunizmin bile suratına kapandı.
Sorun zorunlukların zorlamasını yapacak devrimci iradenin oluşturulmasındadır.
Görülür acil girişimler Türkiye ve Kürdistan devrimlerinin iki partili sivil siyaset örgütlenmesini ve
Kürt özgürlükçülüğünün siyasal zor ayarına eşdeğer tarzları metropollerde de kurumlaştırmaktır.
Bunlar için toplum tarihsel zaafımızla hesaplaşacak “elbirliği” tarzlarını birleşik kongre, konferans düzenekleri içinde oluşturmaktır.
Sonrası sonra gelecektir.” (Devrimci Karargah, 1 Mayıs 2014 bildirisinden)
Ve şimdi bu iki yılın muhasebesi itibariyle;
Türkiye devrimci hareketi ve Kürdistan devrimleri arasındaki “elbirliği” tarzı kurulmuş, Halkların Birleşik Devrim Hareketi adıyla artık sahadadır.
Şimdi “sonra”nın başındayız.
Bu, “nereden başlamalı” sorusuna cevabımızdır.
İyi başlarsak gerisi şöyle gelecektir:
Emperyalist yayılmacılığa, sömürgeci oligarşiye karşı HBDH öncülüğünde metropol devriminin yükseltilmesi, Kürdistan devrimiyle siper yoldaşlığı, Arap ve Fars halklarıyla birlikte proleter enternasyonalizmini Ortadoğu Devrimci Çemberi üzerinden yeniden kuracak ve Avrupa, Asya ve Latin Amerika proletaryası ve halkları, emperyalizmin içinde bulunduğu bugünkü krizden mutlaka devrimlerle çıkacaktır!!
Yaşasın 1 Mayıs
Bijî 1 Gulan
Birlik Mücadele Zafer
Yaşasın HBDH
Devrimci Karargâh
1 Mayıs 2016