Devrimci Karargah Komutanı Yücel Karagümrük, Kurucu Komutan Orhan Yılmazkaya’nın şehadetinin yıl dönümü vesilesiyle ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.
Röpörtaj görüntüsü: https://www.youtube.com/watch?v=zlCaJc5KDtE&feature=youtu.be
Devrimci Karargah Komutanı Karagümrük, örgütün kuruluş aşamasını anlattı. Karagümrük, “Feda kuşağına çekincesiz dahil olmayı koşullayan bir devrimci öncü kimliği ve devrimci savaş gerektirmektedir” vurgusunda bulundu. Karagümrük, Orhan Yılmazkaya’yı da anarak, “Bugün HBDH Orhan yoldaşın belirlediği devrimci dördüncü dönem atılımının, Yılmazkayacı atılımın tastamam gerçekleşme halidir” dedi.
Devrimci Karargah Komutanı Yücel Karagümrük, Kurucu Komutan Orhan Yılmazkaya’nın şehadetinin yıl dönümü vesilesiyle ANF’ye değerlendirmelerde bulundu.
Devrimci Karargâh hangi koşullarda ortaya çıktı?
Bilindiği gibi, Orhan Yılmazkaya’nın kurucu komutanlığını yaptığı Devrimci Karargâh örgütü başlangıçta Bedrettin Hareketi ve 16 Haziran Hareketi kadrolarıyla oluşturuldu. O dönem itibarıyla, yani 2000’lerin başlarında Bedrettin Hareketi SİP’in oportünist ve sağ politikalarına tepki duyarak ondan ayrılan ve Türkiye devrimci hareketinde devrimci bir diriliş arayan bir grup faaliyeti idi.
16 Haziran Hareketi ise 12 Eylül’den çıkış periyodunda gene Türkiye solunda baskın olan yenilgi psikolojisine yönelik askeri-politik hamleleriyle öne çıkmış olan ama bir taraftan düşmanın saldırısı diğer taraftan iç ihanet itibarıyla oldukça etkisizleştirilmiş ve alınan ağır cezalar itibarıyla önemli kadroları yurt dışında bulunan bir hareketti.
Böyle farklı temellerde şekillenen ve oldukça farklı alanlarda bulunan bu iki hareketin buluşması elbette tesadüfi olamazdı.16H’ın darbe yemezden az önce örgütlendiği alanlardan biri de Orhan yoldaşın da öğrencisi olduğu İÜ-Basın yayın Fakültesi idi.
’90 yenilgilerinden sonra savrulan çizgiler içinde oportünizm ve düzen solu kendine göre bir tarih oluşturup açmazlarıyla ortaya çıkmaya başlayınca elbette son derece cılız da olsa Türkiye solunda da arayışlar başlamıştı. Bu arayışlar eski tanışık ilişkiler üzerinden Bedrettin Hareketi ile Haziran dergisi çevresinin kimi birleşik faaliyet yürütme girişimleri oldu.
Peki, ne oldu bu birleşik faaliyet yürütme girişimleri? Orhan Yılmazkaya ile nasıl tanıştınız ?
Bu faaliyet özellikle Haziran dergi çevresindeki yoğun savrulma nedeniyle bir istikrar tutturamadı. Bir iki ön yazışma sonrasında Bedrettin Hareketi ile 16H’ın ileri kadroları Avrupa’da buluştular. Bu buluşma 2005 yılında oldu.
Bu tarih önemlidir, çünkü Kürt Halk Önderi Öcalan’ın tutsaklığından o zamana kadar geçen zaman içinde Türkiye devrimci hareketinin özellikle de bu iki hareketin dikkat yoğunlaşmasının dışına sarkan Kürt muhalefeti 2004 Haziran kararlarıyla Ferhat-Botan tasfiyeciliğini tasfiye ederek yeniden devrimci bir döneme giriyordu.
Bu dönemin siyasal pratik olarak hissedilmesi 2005 yılının yazını bulmuştu. Ve bizler bu buluşmalarda yeni bir diriliş için ruhsal devrimci yenilenmenin Kürdistan dağlarında olabileceğine dair ortak bir bakış sahibi olduğumuzu gördük.
İkinci bir buluşmada ise siyasal bir beraberliği kotarabilmek için uzun tartışmalar yapabileceğimizi öngörerek masaya oturduk. Her iki harekette Türkiye devrimci hareketinin ideolojik/teorik ortodoksisinin yüksek olduğu geleneksel komünist damardan geliyordu.
Bu nedenle her pratik durumun ve konjonktürün ihtiyacına göre temel teorik ve ideolojik bakış açısında ayarlamalar yapabilen ’60 sonrası solun perspektif kayganlıklarından oldukça uzak bir tutum vardı, her iki taraf açısından da.
Yani Orhan Yılmazkaya yoldaş ile böylesi bir süreç içerisinde tanıştık…
Devrimci Karargah nasıl kuruldu?
Orhan yoldaşın Leninci Marksist teorik birikimi entelektüel bir düzeydeydi. 16H kadrolarının da ideolojik-teorik birikimi Dr. Hikmet Kıvılcımlı arka planı itibarıyla güçlü idi. Bu nedenle Türkiyeli devrimin ve uluslararası proletaryanın yenilgileri sonrasında ortaya çıkan ideolojik kriz itibarıyla geleneksel komünist hareketten gelen bu iki yapının ideoloiik-teorik ve siyasal tartışmalarının da sert ve zor olacağı düşünülüyordu.
Ama her şey çok kolay ve çok hızlı bir şekilde, resmi 2. oturumda neredeyse birleşik bir sonuca bağlanmış gibiydi.
Belki farklı cümleler, farklı referanslarla konuşuluyordu ama bütün tartışma bağlamları politik pratik yönelişin kentli, Kürtlü ve silahlı bir çerçevede ve huruçcu bir tarzda olacağında toplanıyordu. Kentli idi, çünkü siyasal zafer proletaryanın siyasal eyleminde görülüyordu.
Kürtlü idi, çünkü Kürt halkının kendi kaderini tayin hakkını en küçük bir şerh bile düşmeden sınırsız bir genişlikte kabullenmekle kalmıyor aynı zamanda Türkiyeli ve Kürdistani devrimleri birbirlerinin stratejik dayanakları olarak görülüyordu.
Silahlı idi, çünkü Türkiyeli yığın hareketinin devlet karşısındaki edilgenliğini aşabilmek için devrimin şiddet temelli ajitasyonu gerekli görüyordu ve huruçcu idi, çünkü düzen içileşmiş Türkiyeli sol hareketin statükonun dışına çıkmasını ve Kürt ile siper yoldaşlığı yapmasını sağlamanın ancak ’90’dan beri sol üzerinde kurumlaşmış oportünist kuşatmayı yarmakla mümkün olacağı görülüyordu. Bu çerçeve taraflar için asgari yeterliliği sağlıyordu.
Bu asgari yeterlilik sağlandıktan sonra nasıl bir yol izlendi? Devrimci Karargah adı nasıl ortaya çıktı?
Bundan sonrası için iki ustanın iki öğüdü yol gösterici olacaktı. Birincisi Marx’ın pratik bir adımı bir düzine programdan daha öne çıkartan yönlendirmesi idi. İkincisi de Lenin’in Napolyon’dan ödünç aldığı, “biz bir yol girişelim, sonrası sonra gelir” cesaretlendirmesiydi.
Böylece “sonrası”nı tamamlamak için ve pratik adımların ön hazırlıkları için birkaç ay içinde dağa geçildi. Dağdaki küçük grup bir taraftan hızla askeri yeterliklerini geliştirmeye, diğer taraftan da birleşikliğin siyasal ve kurumsal çerçevesini oluşturmaya çalışıyordu.
Askeri yeterlikleri geliştirme elbette basit bir eğitim meselesi değildir. Grup dağa uygun ve istekli militanlardan oluşturulmaya çalışılsa da elbette gerçeklik ön değerlendirmeleri aşan durumların ortaya çıkmasına yol açabiliyordu. Bunun yarattığı gerilimler yaşanabiliyordu.
Orhan yoldaş bu eğitim sürecinde son derece titiz ve zorlayıcı bir komutanlık tarzı uyguluyordu. Kimilerimiz içinden böyle olmasa keşkeyi geçirebiliyorduk, belki ama önümüzdeki sürecin sertliğini ve elimizdeki insan malzemesinin yetmezliklerini en iyi bilen o idi ve titizliğini ve zorlayıcılığını bu çerçevede yapıyordu.
Sonuçların yüksek düzeyde olumluluğunu komutasındaki eylem çizgisi ve bu çizginin değerli militanları kanıtlamış oldular.
Siyasal hazırlıklar bağlamında ise “Şimdi Denizlere Açılmanın Zamanıdır” başlıklı bildirge orada yazıldı, tartışıldı, onaylandı. Askeri-politik bir örgütlenmenin askeri ayağına ilişkin yapılanmaya dönük çalışıldı.
Krajaro eteklerindeki komşumuz HPG Ana Karargâhı’ndan esinlenmeyle Devrimci Karargâh adı ortaya çıktı.
Tam olarak nasıl şekillendi? En çok yaşadığı açmazlar ve sıkıntılar neler oldu?
Örgütün tüzelliği konusu üzerinde ise çok durulmadı, çünkü bir yıl içinde yapılacak bir konferansla bütün dokümanların ve örgütsel çerçevenin oluşturulması planlanıyordu, çünkü dağa geçilmezden önce yapılan planlamalar itibarıyla kimi yetişkin kadrolar ülke sahasında görevlendirilmişti.
Onların yayın ve örgütleme faaliyetleriyle geliştirdikleri demokratik alanı askeri yapıyla bağlantılandıran bir konferansla merkez örgütlenmeye ulaşılacaktı. Ancak Devrimci Karargah statüko solculuğuna açtığı savaşın daha en başında, daha kurulurken kendi içindeki düzen içi eğilimlerin darbesini aldı.
Ülke sahasında demokratik ajit-prop’la görevlenen kadrolar bir ihanet elbirliği içinde dağ yapılanmasındaki arkadaşlarına ihanet ederek terk ettiler.
Böylece bütün alanlarda askeri-politik mücadeleyi örgütleme görevi tümüyle askeri aparatın omuzunda kaldı. Askeri-politik faaliyeti tek bacak üzerinden sürdürmenin topal bir gidiş yaratacağı, her başlangıcın binlerce eksiklik, öfke ve kızgınlık konusu içinde aslında pek de farkında olunamadı.
Ülke toprağına güvenimiz yüksekti ve biz kendi yapmamız gerekenlere kilitlenmiş durumdaydık. Ancak biz farkında olsak da olmasak da yığınakta hata oluşmuştu ve kural bizde maalesef istisnasını göstermedi. Gelecek günlerdeki faaliyet askeri şiddetiyle öne çıkınca diğer alanlar bu şiddetin korku eşiğinin altında kaldılar.
Örgüt künyesinin ve mücadele tarzının askeri kimliği diğer alanlardan ve daha düşük mücadele seviyelerinden örgütlenmeye katılımın önüne geçti. Biz bu yığınak hatasıyla didişirken düşmanın, liberallerin, oportünistlerin saldırısı da hiç arkası kesilmeden üstümüze geldi.
Yani yığınakta yapılan hatanın savaşın sonuna kadar sürdüğüne ilişkin kural savaşın sürdüğü bugünkü süreçlerde hala üzerimizdeki negatif etkisini sürdürüyor gibidir.
Peki, sonra?
Sonrası Devrimci Karargâh ve onun komutanı olarak Orhan yoldaşın ülke zeminindeki pratik politik çalışmalar içerisinde oldu. O ülkedeki örgüt faaliyetini hızla siyasallaştıracak düzeyde çabalara da girişti.
Bu çabalar içinde karşısına çıkan oportünist kuşatmalara ve ayak oyunlarına karşı öfkesi ve hıncı çok üst düzeydeydi. Bunun, dışarıdan bakan bir insan için ölçüsünün düşmana yönelik saldırılarının şiddeti olduğunu söylemek mümkündür.
Bugün Orhan yoldaş, daha çok düşman karşısında gösterdiği yüksek direniş ruhu ve ölümü kendisine köle eden soğukkanlılığıyla, Bostancı direnişiyle anılıyor. Orhan yoldaşa hayranlık ve saygı Bostancı direnişi çerçevesinde şekilleniyor. Oysa bu çerçeve Orhan yoldaşı eksik kavramak ve onun direnişçi, savaşçı kimliğini eksik tanımlamak olacaktır.
Clausewitz’in dediği gibi cesaretin iki kaynağı vardır. Biri doğal karakterden gelendir. Yani yabancılaşmaya uğramamış bireyle toplum arasındaki mesafe çok açılmamış, komün gücünün hala etkisini sürdürdüğü toplumların insan malzemelerinde mevcuttur. Diğeri ise bilincin ortaya çıkardığı cesarettir.
Akıl ve bilinç yoluyla bir eylemin yapılması gerektiğine ikna olan bir insan maddesi bu eylemi gerçekleştirmekte varsa kendi sınırlarını bile kolaylıkla aşabilir. İşte Orhan yoldaşın kendi katillerini bile donduran soğukkanlılığı ve yüksek direniş gücü onun Türkiye devrimine ilişkin olarak telsiz konuşmasında tanımladığı çerçeveye olan bilimsel ve bilinçle bağlılığından kaynaklıdır.
Türkiye devrimini içinde bulunduğu oportünist kireçlenmeden çıkarmanın ve böylece proletaryaya devrimci bir öncü yaratmanın yolu feda kuşağına çekincesiz dahil olmayı koşullayan bir devrimci öncü kimliği ve devrimci savaş gerektirmektedir. Orhan yoldaş bu belirlemelerin savaşçısı olmuştur. Bu belirlemelerle düşmanın ve oportünizmin kalelerine saldırmıştır.
Onun zorladığı bu kapıya Gezi Haziranı, Kobanê-Rojava devrimciliği de yüklenince artık kapı ardına kadar açılmıştır. Bugün HBDH Orhan yoldaşın belirlediği devrimci dördüncü dönem atılımının, Yılmazkayacı atılımın tastamam gerçekleşme halidir.
Bundan sonrası mücadelede, devrime inançta samimiyetle, oportünizme ve sömürgeciliğe karşı öfkeyle doldurulacaktır.
MAHİR YILMAZKAYA – ANF