Orhan yoldaşın Medya savunma alanlarında eğitimini bitirip Ülkeye dönerken yaptığı konuşması…
Merhaba adım Hamdi. Değişik dönemlerde Can kodunu da kullandım, mücadele içerisinde. Bu çekimi 11 Ekim 2006 tarihinde yapıyoruz. Güney Kürdistan’dayız. Güney Kürdistan’da Zagros mıntıkasında Zap ırmağına yakın bir konumdayız.
PKK’nin medya savunma alanları içeresinde şu an da kampımızda bulunuyoruz. Daha da net konum belirtmek gerekirse Zap vadisi içerisinde Şikefte Bırindara civarında şehit Ongan müfrezesinin askeri kamp sahası içeresinde bulunuyoruz.
Bir askeri kamp dönemini, askeri eğitim dönemini geride bıraktık. Bizler şehit Ongan müfrezesi militanları olarak bir değerlendirme yapma ihtiyacı hissediyoruz.
Neden buradayız?
Nasıl bir faaliyet için buradayız? Neler yaşadık? Neler hissettik?
Neler yaptık? Neden Kürdistan’dayız? Neden medya savunma alanlarında askeri eğitim aldık? Türkiye’yle, Dünyayla ve Ülkemizle ilgili neler düşünüyoruz?
Neler yapmayı hedefliyoruz?
Bununla ilgili genel bir değerlendirme, elimizden geldiğince genel değerlendirme ve kişisel görüşlerimi ben ifade etmek istiyorum, yapabildiğim kadar.
11 Ekim günündeyiz dedim. 11 Ekim günü̈ bu çekimleri yapıyoruz. Çekimlere yoldaşlar konuşmaya dün 10 Ekim günü̈ başlamıştık. 10 Ekim yani Che’nin katledilmesinin yıl dönümünde arkadaşlar bir gerilla mücadelesinin başlangıç dönemiyle ilgili fikirlerini ifade etme şansı buldular. Bizim açımızdan önemli. Çünkü̈ 39 yıl önce Che’nin Bolivya dağlarında Amerikancı güçler tarafından doğrudan bizzat Amerika tarafından katledilmesi bütün dünyada gerillacılık yapan, gerillacılık yapma arzusunda olan, devrim için sosyalizm için savaşan kadrolar açısından önemli bir kayıptı. Ama aslında şöyle de demek mümkün; Che’nin askeri olarak yenildiği ya da Che’nin bedeninden ayrıldığımız gün esasında bütün dünya halklarının sadece Küba halkının ya da sadece Latin Amerika halklarının değil, Türkiye halklarının da, Kürdistan halklarının da, Vietnam halklarının da, Che’nin silah çattığı mücadelede bulunduğu Afrika halklarının da kurtuluşu açısından Che’nin belki de kazanıldığı gündü. Bu açıdan Che, bizim açımızdan da önemli bir tarihsel kişilik.
Sosyalizm ve devrim mücadelesinde sadece fedakârlığın değil, feragatin da en önemli simgelerinden birisi. Statükoculuğun reddi, sosyalizm için bile olsa masa başında oturmanın reddi anlamına geliyor.
Bu vesile ile böyle bir günde Binbaşı Ernesto’yu bir kere daha saygıyla anmak ve onun yolundan emperyalizme karşı mücadele yolundan, sosyalizmi kurma yolundan, yeni insanı yaratma yolundan bikes daha gideceğimizin 39 yıl sonra teyit edilmesi, bu sefer özgür Kürdistan dağlarından teyit edilmesi sanıyorum Che’yi katleden Amerikancı güçlerin kaybettiğinin ve bedeni bu dünyadan ayrılsa bile yıllar sonra on yıllar sonra Che’nin kazandığının, Küba’nın kazandığının ve devrim ve sosyalizmin kazandığının en somut belirtilerinden bir oluyor. O açıdan böyle bir sohbette bunu vurgulayarak başlamayı ben kendi adıma doğru buluyorum.
Hep, her yerde bilinir. Her zamanda söylenir. Che’nin takipçileri yani aynı zamanda sosyalizmin ve devrimin takipçileri aynen Che’nin üç dünya konferansında söylediği gibi; “zafer naralarının kulaktan kulağa dolaşacağı, dilden dile dolaşacağı, silahların devrimciler düşse bile elden ele dolaşacağı bir dünyanın” takipçisi oldular. Bizler Türkiyeli devrimciler bizler şehit Ongan müfrezesinin militanları, bizler Devrimci Karargâhın militanları olarak bu sözü̈ Che’nin nezdinde bir kez daha halklarımıza, Türkiye halklarına, bütün dünya halklarına, diğer yoldaşlarımıza bu çalışmamızla, bu devremizle, bu kayıtlarımızla bu sözü̈ bir kez daha vermiş oluyoruz.
Yaklaşık on bir aydan beri buradayız. Yani medya savunma alanlarında, Güney Kürdistan’da bulunuyoruz. Faaliyetimiz esas olarak bir askeri eğitim faaliyetiydi. Ama bu faaliyet içerisinde siyasal eğitimler de yaptık. Bu faaliyetler içeresinde kendimizi geliştirecek, devrimci hareketin harmanlanması anlamına gelecek örgütsel süreçlerinde önemli aşamalarını, önemli merhalelerini kaydettik. Uzun dönem boyunca yaşadığımız kış dönemini geçirdiğimiz mangamıza Kartacalı general, Roma ordularını zorlayan Kartacalı general hannibal’ın bir sözünü̈ asmıştık. Demiştik ki; “ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız” gerçekten de Türkiye devrimci hareketinin içinden geçmekte olduğu dönem dünyanın, ülkemizin ve Ortadoğu’nun içinden geçmekte olduğu dönemde devrimcilerin başka yolu olmadığını düşünüyoruz. Ya bir yol bulacağız ya bir yol açacağız. Bu yolu açma konusunda kararlıyız. Bu yolu açma konusunda başka devrimcilerle yan yana gelmeye kararlıyız. Bu yolu açma konusunda devlet güçleriyle içine gireceğimiz çatışma ortamının, vuruşma ortamının altından kalkma konusunda ki hazırlık düzeyimizle, bu yolu açma konusunda kararlıyız. Belki güneşin altında keşfedilmemiş şeyleri keşfetme durumunda değiliz. Türkiye Devrimci Hareketi açısından geçilmemiş, denenmemiş yolları tekrar denemek durumunda değiliz. Ama denenmiş, başarılarla ve başarısızlıklarla sonuçta bizim olan tarihin içerisinde yeni başlangıçlar yapma durumundayız. Yeni moral değerler yaratmak zorundayız. Yeni vuruşlar, yeni siyasal oluşumlara gitmek zorundayız.
Bu açıdan baktığımızda bir Anadolu sufi geleneğinden gelen başka bir sözü de mangamızın duvarına asmıştık. Bir halk şairinin sözleriyle demiştik ki: “erenlerin çoktur yolu, cümlesine dedik beli, gören bizi sanır deli, usludan yeğdir delimiz.” Biz, yüzlerce yıl önce bir tasavvuf şairinin söylediği ve soyut anlamıyla işte hak yolunu arayışta kendisini ifade ettiği o erenlerin çoktur yolunu günümüzde devrime giden, sosyalizme giden birçok başka yoldan da geçilebileceğini ama devrimci hareketin parçacılığını aşma anlamında devrimci hareketin bu küçük iktidar adacıklarını aşma konusunda belki tasavvufdan öğrenebileceği küçük bir nokta olduğunu düşünüyoruz. Ve devrimci hareketin parçacılığını aşma konusunda vuruşlarımızın, eylemlerimizin, siyasal duruşlarımızın aynı ırmakları, aynı denizlere, büyük denize taşıyacak küçük yollar olduğunu düşünüyoruz. Hareketimize, eğitimimize, hedeflerimize ve planlarımıza kesin olarak bu gözle de bakıyoruz.
Peki, nasıl bir ülkeden geldik, nasıl bir ülkeye dönüyoruz?
Nasıl bir dünyadan geldik, nasıl bir dünyaya dönüyoruz?
Belki buna dair birazcık sohbet etmek, söyleşmek lazım.
Burada ülkemizi olabildiğince takip etmeye çalıştık. Gerek burjuva basını üzerinden gerek devrimci basın üzerinden birçok haber aldık. Birçok bilgi aldık, yoldaşlarımızın kanalları üzerinden. Ama kişisel olarak beni on bir aylık sürede yani 2005’in Kasım ay’ıyla 2006’nın Ekim ay’ı arasındaki bu Şehit Ongan müfrezesinin askeri hazırlık devresinde kişisel olarak beni en çok üzerinde tartışmaya götüren, en çok belki etkileyen, belki en çok nefret duygusu uyandıran şeyi ben, yaklaşık yirmi gün, bir ay kadar önce televizyonda izledim.
Haber şuydu: Türkiye’de bir büyük lüks otelin pastanesi, üzerinde yirmi iki ayar altınların olduğu ve bu küçük altın zerreciklerinin, parçacıklarının, plakalarının yendiği, yaklaşık 1000 dolara satılan bir pasta yapmaya başlamıştı. Gerçekten Türkiye’de ki halkın ezilme düzeyine emekçi halkın yoksulluk düzeyini ve Türkiye burjuvazisinin, Türkiye sermayesinin, Türkiye finans kapitalinin görgüsüzlüğü üzerine bütün devrimci hayatımızda ya da bütün gündelik hayatımızda çok şey işitmiştik.
Çok sayıda bilgimiz, görgümüz, tecrübemiz vardı. Ama demek ki görgüsüzlüğün ufku demek ki sermaye düzeninin bu bezirgânlığın para hırsının ulaşabileceği noktalar bizim hayal gücümüzün çok ötesindeymiş. Ben kendi adıma şunu söyleyebilirim; üzerine altın koyup, pastanın üzerine altın koyup pastayla beraber altın yiyenlerin olduğu bir ülkenin düzeni mutlaka yıkılmalıdır, mutlaka değiştirilmelidir, mutlaka dönüştürülmelidir! Orada işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin, yoksulların, çaresizlerin düzeni mutlaka kurulmalıdır.
Ve orada sadece midelerine yiyip bir şey doyamayıp değil, altın yeme hırsıyla dolu olanların değil, daha çok para kazanma hırsıyla dolu olanların, fabrikalarını büyütme hırsıyla dolanların, ülkemizin insani, maddi bütün değerlerini emperyalizme peşkeş çekmek isteyenlerin düzeni, sistemi, rejimi mutlaka yıkılmalıdır. Bu haber belki çok basit küçük bir televizyon haberi olarak geçti. Ama kişisel olarak benim buradaki duruşumuzun ne kadar haklı olduğunu kanıtlayan bir olgu olarak benim zihnimde yer etti. Biz, benzeri bir ülkeden gelmiştik. Şimdi herhalde görgüsüzlüğün halka yapılan zulümlerin arttığı bir ülkeye gidiyoruz. Ve bunları değiştirmek, dönüştürmek için bir siyasal ve askeri pozisyon alacağız.
Peki, nasıl bir dünya, nasıl bir Ortadoğu? Buna dairde bir şeyler söylemek gerekir. Dünyanın ve Ortadoğu’nun politik belgelerimizde ifade ettiğimiz gibi yeni bir açılış dönemine girdiğini düşünüyoruz. Sosyalizmin seksenli yıllardaki içten çürümeleri reel sosyalist sistemin, Sovyetler birliği başta olmak üzere çöküşünden sonra dünya koyu bir gericilik dönemine girmişti. Belki bu koyu gericilik dönemini teşbihte hata olmaz diyebilirsek, Paris komünüyle ekim devrimi arasındaki o uzun yıllara benzetebiliriz. Yaklaşık kırk beş elli yıllık döneme benzetebiliriz. Ama emperyalizmin ve kapitalizmin bunalımları, sıkışmışlığı sosyalizmin büyük bir sistem olarak çöküşünden sonra bu kez karanlık gericilik yıllarını, Paris komününden sonraki otuz kırk yıllık dönem kadar bile uzatmadı. İfade ettiğimiz gibi 11 Eylül’le emperyalistler arası yeni bir hesaplaşmanın ve işçilerle, emekçilerle, ezilen dünya halklarıyla, büyük sermaye arasındaki hesaplaşmanın gongunu çaldı. 11 Eylül’den bugüne kadar yaşananlar emperyalizmin sıkışmışlığını, bu sıkışmışlığın getirdiği emperyalist ülkeler arasındaki çelişkinin derinleştiğini, emperyalizmin askeri ve siyasi manevralarının Ortadoğu başta olmak üzere, Ortadoğu ve Afganistan başta olmak üzere hızla başarısızlığa uğradığını ve uğramakta olduğunu, Latin Amerika başta olmak üzere işçilerin, emekçilerin, yerlilerin, ezilen bütün sınıf ve kesimlerin, ezilen bütün halkların sosyalizme doğru, mücadeleye doğru ileri akışlarının güçlendiği bir dört beş yıl oldu. Bizim açımızdan da bakıldığında Ortadoğu’da Amerika’nın yenilmeye başladığının işaretlerinin kesin olduğu, Siyonist İsrail rejiminin Lübnan’da geçtiğimiz aylarda iyi bir ders aldığı, Kürdistan ulusal kurtuluş hareketinin savaş, barış ve ateşkes taktiklerinden oluşan bütün siyaset yapma düzeylerinin genel olarak Türkiye’deki devleti, rejimi ve Kürtlere karşı uygulanan sömürgeci seksen yıllık zihniyeti politik ve askeri olarak gerilettiği bir döneme girdik. Böyle bir dünya’da sosyalizmin Fidel Castro ve Küba nezdinde büyük bir direniş sergilediği tarihin kendi deyimiyle söylersek, Fidel Castroyu bir kez daha haklı çıkarttığı bir dönemde, Hugo Chavezle, Evo Moraleslerle ya da başka devrimci önderlerle, Colombiya’da FARC’la, ELN ile devrimci hareketlerin, sol-sosyalist hareketlerin yeniden atak yaptığı bir dönemde belki ülkemize bakıldığında, ülkemizdeki devrimci hareketin çok da güçlü olmadığı düşünülebilir. Ülkemizde ki devrimci hareketin bazı açılardan yerlerde süründüğü ya da statükoculuğun esiri olduğu düşünülebilir. Şüphesiz ki bizim analizlerimizde de bu ifadelere andıran, bu ifadeleri anıştıran ifadeler, yaklaşımlar yok değil. Ama hareketimizin, devrimci hareketimizin toplam olarak Türkiye devrimci hareketinin bütün geriliklerine, bütün yasalcılığına, bütün batıcılığına, aydıncılığına, elitizmine, statükoculuğuna rağmen, biz; Türkiye devrimci hareketinin tarihsel birikiminin bugünkü̈ sınıfa harekete ulaşma kanallarının bizler açısından, Türkiyeli devrimciler, Türkiyeli komünistler açısından, sosyalistler açısından tarihsel çok ciddi imkânlar sunduğunu düşünüyoruz. Hazırlıklarımız, çalışmalarımız bir şekliyle de buna işaret ediyor.
Bu açıdan bakıldığında; Mahirlerin, Denizlerin, İbrahimlerin, yetmiş bir atılımıyla, yetmiş bir kırılmasıyla açtığı devrimci yolun takipçisi olduğumuzu kesinlikle söylemeliyiz.
Bu açıdan bakıldığında; 12 Eylül zindanlarında direnenlerin Diyarbakır’da, Mamak da Metris de direnenlerin takipçisi olduğumuzu söylemeliyiz.
Bu açıdan bakıldığında; işkence hanelerde ser verip sır vermeyenlerin, kızıl derelerde son mermisine kadar savaşanların takipçisi olduğumuzu söylemeliyiz.
Bu açıdan bakıldığında; 15-16 Haziranların, faşizme karşı ihtar eylemlerinin, Tariş direnişlerinin, işçi sınıfının bugün sendikal bürokrasi tarafından büyük ölçüde tahrip edilse de bu tarihsel işçi sınıfı geleneklerinin devamcısı olduğumuzu söylemek durumundayız.
Bu açıdan bakıldığında; devrimci hareketle işçi sınıfı hareketinin ayrı kanallarda akıyor olmasının ülkemiz devrimci hareketine yarattığı makûs talihi yenme kararlılığındaki bir hareketin militanları, neferleri, fedaileri, devrimcileri olduğumuzu söylemek durumundayız.
Bu açıdan bakıldığında; Gıdığımız gelenekler burada üzerinde bir sabite vardığı ortak mücadele çizgisinin politik, askeri, ideolojik, ekonomik mücadele alanlarında açacağı başlıkların, tüm bu tarihsel birikimlerle birleşip, ülkemiz devrimci hareketinde önemli bir kanal yaratacağını, var olan kanallar içeresinde derlenmeye, toparlanmaya yol açacağını
düşünüyoruz. Bu büyük bir iddiadır. Bir açıdan bakıldığında; bu iddianın altına girenlerin çokluğu düşünüldüğünde konumumuz bir sıra neferi olmaktır. Bir açıdan bakıldığında; statükoculuk düşünüldüğünde o sıra neferden bir adım öne çıkmaktır. Bir gönüllü̈ öne çıkıştır. Biz bunun politik ve askeri sorumluluklarını alarak buralara geldik. Böylede bakıyoruz buradaki bulunuşumuza.
Başta da ifade etmeye çalıştım. Şuanda PKK’nin askeri gücü̈ HPG’nin denetiminde Güney Kürdistan’da ki medya savunma alanlarındayız. Bu açıdan bakıldığında Kürt ulusal hareketinin tarihine ve güncel durumuna bakışla ilgili belki görüşlerimizi ifade etmemde doğru olacaktır.
Bizim buradaki askeri ve politik bulunuşumuz Kürdistanlı devrimcilerle Türkiyeli devrimciler arasında son yıllarda giderek açılan ideolojik, politik mesafeyi de kapatma çabasının mütevazi örneklerinden birisidir diye bakıyoruz. Kabul etmemiz gerekir ki bu mesafe açılmıştır. Aynı zamanda Türkiye halkıyla Kürt halkı arasında ki mesafe de açılmıştır.
Bunların birbirinden ayrı süreçler olduğunu, uzak süreçler olduğunu düşünmüyoruz. Bir madalyonun iki yüzü̈ gibi buralara bakmak gerekiyor. Türkiye halkıyla Kürt halkı arasında sömürgeci politikalar dolayısıyla inkârcı politikalar dolayısıyla açılan mesafe, siyaset düzleminde PKK tarafından ve Türkiyeli devrimciler tarafından izlenen taktik ve stratejik çizgilerle kapatılmak durumundadır. Türkiye sömürgeci burjuvazisinin yapamadığını, ya da Kürt egemen sınıflarının önemsemediğini, Kürdistan’ın ve Türkiye’nin emekçileri, yoksulları, devrimci örgütleri kesinlikle başarmak zorundadır.
Ancak bunu başarabilirsek Türk ve Kürt halklarının ortak devrim mücadelesine müttefik temelde ittifak yaparak, bir ortak devrime ulaşma şansımız olur. Bunu yapamadığımız noktalarda burjuva çözümler, bunu yapamadığımız noktalarda Kürt ve Türk milliyetçi çizgiler, bunu yapamadığımız noktalarda sömürgeci çözümler şu ya da bu şekliyle her iki halka da bizlere de çok ağır bedeller ödeterek, bu sorunu bir şekliyle bir düzleme bir rotaya oturtacaklardır. Bizim tercihimiz, PKK’nin ve Türkiyeli devrimcilerin tercihi bu rotanın kesinlikle Kürt halkının özgür iradesi temelinde, Türkiye’nin ve Kürdistan’ın emekçilerinin ortak kaderi doğrultusunda çözülmelidir. Bu bağlamda bizim burada ki duruşumuzun askeri faaliyet kadar, bu ve benzeri siyasal kanallara da etkisi olacaktır. Bunun da gücümüz yettiğince hazırlıkları, planlaması, çalışması içerisindeyiz. Bundan önce ortak olarak aldığımız benzeri tutumları bundan sonrada Türkiye ve Kürdistan devrimlerini ortaklaştırmak açısından alacağız. Bu konuda ki kararlılığımız da ortak mücadele kararlılığımızın parçalarından birisidir diye bakıyoruz.
Burada ki eğitim dönemimiz bizler açısından arkadaşlarda konuşmalarında o konunun altını ısrarla çizdiler. Hayli verimli geçti. İyi bir askeri eğitim dönemi geçirdik. Kır ve şehir anlamında askeri taktiklerden tutalım da, birçok silahın eğitimini, birçok askeri hareket tarzına kadar ciddi eğitimler aldık. Bizi burada misafir eden dostlarımızın, yoldaşlarımızın, bize harcadıkları bir emek var. İnsani emekler var, maddi emekler var. Bu emekler için Kürt halkına ve onun temsilcilerine, onun askeri-politik temsilcilerine teşekkür etmek bu noktadan sonra bizlerin tarihsel borcudur. Teşekkür belki bir nezaket gösterisidir ama teşekkürün ötesinde bu mücadeleyi yükseltmek bizim boynumuzun borcudur.
Biz akıllarımız, yüreklerimiz ve bedenlerimiz yettiği kadar bu mücadelenin altına da giriyoruz. Eğitim devremiz iyi geçti. Bir grup arkadaşımız Kuzey Kürdistan’a da geçti. Ve Kuzey Kürdistan’ın bir eyaletinde HPG güçleriyle beraber faaliyet de sürdürdü̈. Belki bir dönem için bu sadece kayıtlarda bizim hafızamızda, örgüt arşivimizde, mücadele eden arkadaşlarımızın zihinlerinde kalacak. Ama yıllardan sonra Türkiyeli ve Kürdistanlı devrimcilerin ortak düşmanımız Türk sermaye devletine karşı tekrar silah doğrultmuş olmasının, aynı ekmeği paylaşmış olmasının, aynı patikalardan yürümüş olmasının tarihsel değeri bizim açımızdan da PKK’lı yoldaşlarımız açısından da Türkiyeli devrimci hareketi açısından da ileri ki aylar da ileri ki yıllarda sanıyorum daha değeri anlaşılacak bir olgudur.
Bu açıdan yoldaşlarımız bu sınavın altından da başarıyla kalktılar. Türkiyeli devrimcilerin belki bazı açılardan eksikliklerinin yarattığı psikolojinin altında ezilmediler. Ve alınlarının akıyla bu gerilla pratiğinden çok uzun bir süre olmasa bile arkadaşlarımız, yoldaşlarımız çıktılar.
Bu açıdan eğitim devremiz başarılı geçti. Eğitim devremize katılan arkadaşlarımız moralleri yüksek. Ne yapacaklarını bilen askeri eğitim konusunda aldıkları bilgi ve yaklaşımları bir askeri refleks haline getiren savaşçılar ve komutan adayları olarak bu devreyi tamamlıyorlar. Ve hareketimiz açısından, Türkiye devrimci hareketi ve bizim hareketimiz açısından ciddi bir askeri birikimin başlangıcı konusunda da çok güçlü adımlar atıldığına inanıyoruz. Bu adımlar yeni devrelerimizle beraber yeni yoldaşlarımızın bu sahalara gelmesiyle beraber pekişecektir. Başka yoldaşlarımız belki bizim açtığımız yolu belki değil, kesinlikle geliştireceklerdir, ilerleteceklerdir. Bizim geçtiğimiz kapılardan, bizim ayak izlerimize basarak, özgürlüğün, gerillacılığın, askeri eğitimin daha büyük birikimlerini kesin olarak yaratacaklardır. Bu anlamıyla da grubumuz bizden sonraki gelecek yoldaşlarımızın emeklerine de en az kendi emekleri kadar güvenmektedir.
Medya savunma alanlarındayız dedik. Belki kendi psikolojim üzerinden grubu da belki belirli açılardan yansıtabilecek psikolojik duruşlarımız üzerine de birkaç şey söylenebilir.
Yıllara dayanan belki bazılarımız açısından uzun yıllara dayanan sosyalizm pratiklerimiz vardı. Ama arkadaşların önümüze bıraktıkları bir anı defterine de yazdığımız gibi hiçbirimiz insanoğlunun belki bugüne kadar icat ettiği aklımıza gelen en kötü̈ iki şeyin tamamen ilga edildiği, ortadan kaldırıldığı, olmadığı şartlarda yaşamamıştık. Yani paranın ve devletin olmadığı özgür şartlarda yaşamamıştık. Burada, medya savunma alanlarında paranın ve devletin olmadığı şartlarda gerçekten sosyalizmi bir fikir olarak benliğinde, aklında taşıyan insanlar gibi değil, sosyalistçe yaşamaya çalıştık.
Aynı ekmeği başka hareketlerle paylaştık. Başka insanlarla paylaştık. Ya da başka insanlar, devrimciler, yoldaşlar bizimle paylaştılar. Biz, kendi içimizde bir sosyalist hayatı kurmanın gayreti içerisinde olduk. Ben temelli hata yapmadığımıza inanıyorum. Bütün arkadaşlar kolektivizm yaratma, sık ifade edilen deyimiyle yarının insanını, yeni insanı bugünden yaratma konusunda elinden geleni yaptığını düşünüyorum.
Şüphesiz ki eksikliklerimiz oldu. Şüphesiz ki sıkıldığımız anlar, bunaldığımız anlar, gerildiğimiz anlar oldu. Ama hepimiz buraya gelmeden önce bir askeri eğitim surecinin sadece ateş etmek, sadece sürünmek, sadece koşmak ya da gece yürüyüş yapmaktan ibaret bir şey olmadığını biliyorduk.
Aynı zamanda profesyonel devrimciliğin, gerillacılığın, askeri eğitimin insanın kendi kendisiyle de mücadele etmesi olduğunu biliyorduk. İnsanın bedeninin, aklının, yüreğinin sınırlarını zorladığı bir süreç olduğunu da biliyorduk. Hepimiz değişik düzeylerde belki hepimizin üzerinde değişik etkileri olmak kaydıyla grubumuzda ki kampımızda ki bütün arkadaşlar bu sınavlara da girdiler. Buralardan da grubumuz ortalama olarak gayet iyi sonuçlarla çıktı diye düşünüyorum.
Hani bir espri yapılmaya başlanmıştı şeyden sonra, Susurluk kazasından sonra. Kamyondan sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak denmişti. Gerçi Türkiye’nin askeri düzeninde,
Türkiye’nin politik düzeninde, Türkiye’nin o bezirgân saltanatı, o zulüm düzeninde Susurluk’tan sonra hiçbir şey değişmedi.
Eski tas eski hamam her şey devam ediyor. Ama teşbihte hata olmaz dersek şehit Ongan müfrezesinin kamp döneminden sonra Devrimci Karargâhın bu ilk askeri eğitim döneminden sonra hareketimiz açısından da bu devreye katılan bütün arkadaşlar açısından da artık hiçbir şey eskisi gibi olmayacak.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak, düzenden kesin bir kopuşun, düzenden-yasalcılıktan, statükoculuktan kesin bir kopuşun çok güçlü temelleri atılmıştır.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak savaşan, mücadele eden, şairin deyimiyle siperden sipere ateş tokuşturan insanlarla geçirdiğimiz, PKK gerillalarıyla geçirdiğimiz ortaklaştığımız bu bir yıl insan hayatının mücadeledeki rolü̈, önemi konusunda bizim zihnimizde silinmez izler bırakmıştır.
Hiçbir şey eskisi gibi olmayacak planlamalarımız açısından hiçbir şey eskisi gibi olmayacak. Biz buraya gelemeden önce devrimciydik. Buraya gelmeden öncede sosyalisttik.
Ama politik metinlerimizde de ifade ettiğimiz gibi sosyalizm, devrimle ilgili en net devrim için savaşmayana sosyalist denmez ifadesini seviyorduk. Bugünden sonra sosyalizmimizin, devrimciliğimizin devrim için savaşma perspektifinde daha güçlü adımlar temelinde daha güçlü adımlar attığımız için kendimizi bugünden sonra daha güçlü şekilde devrimci sosyalist diyebileceğimize inanıyoruz. Bu yolda mücadele etmek var. Bu yolda zorluklar var. Mahirin yine çok kullandığımız ve sevdiğimiz deyimiyle; “devrim yolunun sarp, dolambaçlı ve engebeli olduğunu” biliyoruz. Ve bu yola gönüllülükle, isteyerek sadece fedakârlık duygusuyla değil, feragat duygusuyla giriyoruz.
Bu kayıtlar, burada ifade ettiğimiz sözler başta da belirtmeye çalıştığım gibi bizim aynı zamanda hareketimize, yoldaşlarımıza ve Türkiye halklarına bir kere daha mücadele etme kararlılığındaki sözümüz olsun. Ben kendi adıma böyle küçük notlarda almıştım ama İrticaylan konuşmaya çalıştım.
Bir noktayla, bir küçük anekdotla sözlerimi bitirmek istiyorum, bu sözlerimi. Beni etkileyen olaylardan bir tanesinin bu altını pastanın üzerine koyup yiyen burjuvalar olduğunu bahsetmiştim. Etkileyen, çok ciddi olarak etkileyen başka bir olayda kişisel olarak beni birkaç ay önce seksen bir ya da seksen iki yılında Antep’te infaz edilen, mezarlıkta infaz edilip kimsesizler mezarlığına gömülen bir Devrimci Yol militanının söylediğiydi. Belki herkes haberi izlememiş olabilir. Şöyleydi: Mezarlıkta uzun yıllar bekçilik yapan ve infaz anında da orada tanık olan mezarlık bekçisi belki de militanın devrimcinin oradaki tutumunun ağırlığıyla yıllar sonra çok ilerleyen yaşta ölmeden önce bunu açıklamak durumunda kendini hissetmişti. Onun ağırlığıyla yaşayamıyordu. Ve o yetmiş beş seksen yaşındaki eski mezarlık bekçisinin, emekli mezarlık bekçisinin ifadeleri üzerine ismini benimde şimdi hatırlayamadığım, o an not alamadım çünkü̈. Devrimci Yol militanının bu Antep’te ki kimsesizler mezarlığında gömülen Devrimci Yol militanının hem mezarı bulunmuştu hem son anları konusunda devrimci kamuoyu bilgilendirilmişti.
Kendisini infaza getiren askerler, cellâtlar, polisler, savcılar ve birde onun yanında imam getirmişlerdi. Ve kendisinde son anında hem nedamet getirmesini hem politik hem dini anlamda. Hem de istiyorsa bir tür günah çıkartmasını ya da imamla son duasını etmesini istemişler, bu arkadaşımızdan, bu militandan, bu yoldaşımızdan. Kendisi, imamın kendisine yaklaşma çabasını reddetmiş. Ve demiş ki; “benim İslami meselelerle ve senle ilgili söyleyeceğim bir şey yok. Güneşten geldik, güneşe gidiyoruz.”
Bizlerde Türkiye devriminin sıra neferleri olarak yolumuz, bedenimiz, aklımız nereye giderse gitsin bu mücadelede bizden önce katılan, bu mücadeleyi şu ya da bu şekliyle son ana kadar sürdüren bütün devrimciler gibi kendi kaderimizi güneşten gelip güneşe gidenler safında olarak görüyoruz. Bunalayık olmaya çalışacağız.
Ben, herhangi bir zamanda herhangi şekliyle bu kaydı dinleyecek bütün herkese selamlarımı iletiyorum. Ve devrim sözümüzü yineleyerek, herkese başarılar diliyorum.
11 Ekim 2006 Zap