Dün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin düzenlediği referandum tamamlandı ve beklendiği gibi Kürt halkının özlemini çektiği, uğruna büyük bedeller ödediği, bağımsızlık ya da bağımsız devlet olmada bir adım daha atılmış oldu. Bu haklarını nasıl kullanacakları, bağımsızlık mı, Irak federasyonu veya konfederasyonu içinde yer mi almak vb kararını vermek Kürt halkının kendisinin kararıdır. Bu konuda kimsenin söz söyleme hakkı yoktur, olmamalıdır. Bunun altını kalınca çizmekte fayda var. Bu noktada Barzani yönetimi, KDP’nin (Kürdistan Demokrasi Partisi) siyasal duruşu, asıl amacı vb ayrı bir tartışma. Ama hemen şunu vurgulamada fayda var ki bu konuda devrimciler açısından Kürt halkının temsilcisi PKK’dir. Bu tartışılmaz bir gerçekliktir, mücadelesi sınıfsal konumlanışı açısında bu tartışılmayacak açık bir gerçekliktir.
Ulusların kendi kaderini tayin hakkı konusunda M-L bakışı çok açıktır, bizim gönlümüzde ve olmasını istememiz ayrı bir şeydir. Belirleyici olan ezilen, sömürü altında olan ulusun kendi kaderini belirleme hakkının kendisi dışında kimsenin elinde olmadığıdır.
Ancak burada üzerinde durmak istediğim başka. Dün Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin düzenlediği referandum öncesinde ve ardından süren tartışmalarda adeta at iziyle iti izinin bir birine karıştırılmasıdır. Türkiye devrimci hareketinin (genel anlamda) ulusal sorun konusunda geçmişten beri zaaflı, şoven duruşunu yok saymak mümkün değil. Ancak bu konuda baştan beri doğru tutumu alanların olduğu gerçekliği de yok sayılamaz. Bunun somut pratiği ise Rojava da Türkiye devrimci hareketinin her gün önder kadrolarından, savaşçılarına şehitler vermesi, Kürt halkıyla omuz omuza savaşması keza HBDH (Halkların Birleşik Devrim Hareketi) Kürt yoldaşlarla oluşmuş devrimi, birleşik devrimi önüne hedeflenmiş bir birliktelik.
Peki sorun nerde? Sorun tüm bunların yok sayılıp -ki Türkiye devrimci hareketi ağırlıkla destek açıklaması yapmışken- bir kaç kendini bilmez kişi ya da kendisine Sol, sosyalist sıfatı yakıştıran sosyal şovenlerin tüm sol adına mahtapmışçasına ele alınıp Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin düzenlediği referandum karşısındaki milliyetçi şoven yaklaşımlarının tüm sola mal edilmesidir. Ve bu yapılırken de bir bütün olarak Türkiye devrimci hareketinin “faşistlikle” suçlamalara kadar vardırılmasıdır.
Bunun kabul edilmesi ya da buna karşı sesiz kalınması tabi ki kabul edilemez. Bizler Kürt yoldaşlarımızla sadece aynı siperlerde savaşmıyor, onlarla kanlarımız bir birine karışıyor, birlikte akıyor. Birlikte mücadeleyi örüyor, birlikte bedel ödüyoruz.
Eylül ayı içinde şehit düşen Ulaş Adalı yoldaşın Kobanê’ye giderken yazdığı mektubunda; “….Tarihsel ve siyasal olarak ezilen Kürt halkının haklı mücadelesinde enternasyonalist saflarda bir nebze olsun katkı sunabilmişsem… IŞİD zulmüne direnen Kürt halkı başta olmak üzere; ezilenlerin enternasyonalist dayanışması mümkün hale geldi. Kürt halkının muazzam devrimci potansiyeli Ortadoğu’nun yüz akı oldu…” diyerek şehit düşen onlarca Türkiyeli devrimciye hakaret değil mi?
Orhan Yılmazkaya’nın tıpkı Deniz’ler gibi son nefesinde düşman kuşatmasında çatışırken; “Yaşasın Halkların Kardeşliği, Yaşasın Kürt Türk halklarının Mücadele Birliği…” vb bunları sayfalarca sıralamak, örneklemek mümkün ama sanırım bu kadarı yeterli. Ama “Sol” ya da “Türkiye solu” diyerek hepsini aynı kefeye koyup referandumu bahane ederek atışlarda bulunmak ne kadar vicdanlı bir davranış?
Şimdi tüm bunların yok sayılıp saflarını miski mili ve şovenizmden yana belirleyenleri “sol” olarak ele alıp bunun üzerinde sol’u dövmek mi doğru yoksa halkların gerçek savunucuları üzerinde doğru ittifakları belirleyip bunun üzerinde mi yürümektir?
Bu soruyu herkes samimice kendisine sorması, aksi tüm kendine sol diyenlerle aynı çuvala koyup küfür, hakaretler yağdırmak ne halklarımızın kurtuluşuna, nede bizlerin mücadelesine hizmet etmez. Düne kadar tescili kışkırtıcı D. Perinçek’te bugün CHP’de kendine sol diyor, şovenizm hastalığından bir türlü kurtulamayan ÖDP’de. Peki bunlar böyle diyor diye bunları sol diye mi kabul edeceğiz? Ya da tüm solu aynı mı nitelendireceğiz?
“Türkiyeli Komünist, Sosyalistler” emperyalizmi, milliyetçiler Türklüğün bekasını, İslamcılar ümmeti, Kemalistler “Barzanistanı” gerekçe göstererek Kürt halkının bağımsızlığına ateş püskürür terek, Kürt Halkı için aynı savaş cebesinde yer aldılar…” KKP (Kürdistan Komünist Partisi)
Peki, sormak gerekmiyor mu, kim bu cephede yer aldı? Türkiyeli Komünist, sosyalistler diyerek kimleri ya da kimi kastediyorsunuz? Öyle genellemelerle söz söylemekle olmuyor. O Türkiyeli komünistler her gün Kürdistan’da şehit düşerken gerçekte siz Kürt halkı ve Kürdistan için ne yapıyorsunuz? Bu soruyu sanal alemlerde Türkiye devrimci hareketine Kürtlüğün arkasına gizlenerek bol bol ahkâm kesen, küfre vardıran herkese sormak gerekiyor. Gerçekte ne yapıyorsunuz?
Tekrar vurgulayıp sonlandıralım, amaç üzümmü yemek yoksa bağcıyı mı dövmek öncelikle buna karar verilmeli bu saldırı kampanyası başlatanlara. Tek tek sol yapıları sayalım, şovenist tutum alanlar üç veya dört gurubu geçmiyor ki bunlarında ne kadar sol’la ilişkileri kaldığı, ne kadar sol olduğu ayrı bir tartışma. Türkiye devrimci hareketinin nerdeyse tümü referandumu Kürt halkının kendi tercihi ve nasıl yaşayacağına ancak kendisinin karara varacağını açıklarken, bu yönde tavır belirlerken, ‘’faşistliğe’’ varana kadar suçlama, karalamanın nedeni ne? Bu Kürt halkı için asıl düşmana karşı mücadeleyi geliştirme, göğüsleme yerine hedef şaşırtmak, kendini tatmindir, halkın duygularını kullanarak pirim toplama çabasıdır. Tavır da, eleştiride net somut olmalı, öyle genellemelerle söz söylemek aslında hiç bir şey dememek için salt söylemiş olmak için söylemekten öteye gitmiyor.
Şemdin Şimşir
26 Eylül 2017