2019 direnenlerin ve direnişlerin yılı olsun! – Aktüel Gündem

Koşulların ağırlığı çıkış yolu olmadığı anlamına gelmez. Yapılması gereken, öfkesini ve taleplerini ifade etmekten geri durmayan kadınlardan geçim kaygısı nedeniyle henüz alçak sesle konuşan işçilere kadar bu rejim altında ezilen herkesle gerçek bağlar kurmak ve örgütlenmek…

Fransa’nın ardından Macaristan da hükümet karşıtı eylemlere sahne oluyor.

Yeni yılın ilk günlerindeyiz. 2018 kolay bir yıl olmadı. Bu yıl da toplumsal muhalefet için güllük gülistanlık olmayacak elbet. Esas mesele koşulların zorluğunda değil, kendi yapacaklarımızda, açacağımız yolda, özgücümüzde. Yoksa halkın öfkesinde en ufak bir azalma yok. Ve bu kadar eşitsizliğin yarattığı öfke akacak mecra arıyor.

Geçen yıl Türkiye açısından en önemli değişim, Erdoğan’ın bütün yetkileri kendi elinde topladığı dikta rejimine anayasal temel kazandırmasının ardından kendisini başkan seçtirmesi oldu. Yeni rejimin yarattığı sınırsız yetki gücüne rağmen ekonomik kriz karşısında seçim öncesi “kepçeyle al kaşıkla ver” siyaseti hariç henüz kalıcı bir yanıt üretilemiyor, Suriye’de ABD-Rusya arasında cambazlık yapılıyor, 31 Mart seçimlerine MHP ittifakına mecbur koşullarda gidiliyor. Dahası dünyanın pek çok yerinden yükselen isyan dalgasının nesnel temelinin Türkiye’de de olduğunu bilmenin getirdiği huzursuzluk var. Erdoğan bu sorunlar karşısında elindeki gücü sonuna kadar kullanacaktır. Asıl mesele her seçim dönemi yaptığı gibi şeklen meşruiyet tesis etmesinin önüne geçebilecek bir mücadelenin örülmesinde. 2018’den 2019’a devreden çelişkiler ve bunlar karşısında halkın hoşnutsuzluğunu örgütlü siyasal bir mücadeleye tahvil etmek Tayyipgillerin korkulu rüyalarını gerçeğe dönüştürebilir.

Komşu toprağından içeriye siyaset nereye kadar?

Erdoğan’ın, seçim dönemlerinde Suriye politikasını iç siyasete yön vermek için kullandığı malum. Fırat’ın doğusu için “birkaç gün içinde” başlayacağını söylediği operasyon, Trump’ın Suriye’deki ABD askerlerini çekme kararının ardından sahadaki dengelerin değişmesiyle şimdilik ertelenmiş görünüyor.

ABD’nin Suriye’den çekilme kararının ne kadar ve ne zaman gerçekleşeceği, İran’ı kuşatma planlarına İran ve müttefiklerinin nasıl yanıt vereceği, Suriye’de Rusya’nın, Körfez ülkelerinin, İsrail’in alacağı pozisyon, IŞİD’in durumu nasıl değerlendireceği, Kürt güçlerinin Türkiye’nin tehditleri karşısında manevra gücünün ne olduğu henüz yanıtlanmamış sorular. Ancak şimdilik görünen, Suriye’deki Kürt siyasi hareketinin elinin zayıfladığıdır. Bununla birlikte Erdoğan’ın Suriye’nin geleceğinde bir belirleyen olma potansiyeli de hızla azalmaktadır.[1]

2019’un özellikle ilk üç ayının, yani yerel seçimlere giden sürecin ana gündemlerinden birinin Suriye’ye askeri müdahale tartışmaları olacağı açık. Tıpkı Haziran 2018 seçimleri öncesi Afrin operasyonunda ve Nisan 2017 referandumu öncesi Fırat Kalkanı operasyonunda olduğu gibi bu seçim öncesi de Erdoğan’ın en büyük kozu savaş, fetihçilik ve Kürt düşmanlığıyla bezenmiş hamleleri olacaktır.

Şu an bölgede bulunan bütün aktörler savaşa hazır bekliyor. TSK sınıra yığınak yapıyor, AKP işbirlikçisi cihatçılar Münbiç’e yöneldi. Suriye ordusu YPG’nin çağrısıyla Münbiç’i çevrelemeye başladı, Kürt güçleri bir yandan Rusya ve Şam’la görüşmeleri sürdürürken bir yandan da “Kendimizi savunacağız” diyor, ABD henüz çekilmedi ve cihatçılarla Kürtler arasında bekliyor. “Suyun belirli bir rengi olmadığı gibi, savaşta da belirli durumlar yoktur” (Sun Tzu).

Ekonomik kriz kemiğe dayanacak

2019’a devreden ve halkın gündemini en çok meşgul edecek mesele ekonomik kriz olacak elbette. İktidar medyası cari açığın azalmasını “ekonominin rayına girmesi” olarak propaganda ediyor. Oysa bunun anlamı Türkiye gibi üretimi ve büyümesi ithalata dayalı bir ekonomide ithalatın durma noktasına gelmesi ve ekonomide daralma. Ekonomi üçüncü çeyrekte sadece yüzde 1,6 büyüyebilmiş ki bu geçen yılın aynı dönemine göre neredeyse 10 kat düşüş anlamına geliyor. Sadece durgunluk değil, aynı zamanda yüksek enflasyon, işsizlik, iç ve dış borç stoku ve borç geri ödemelerinde zorlanmanın olduğu bir dönemdeyiz. Durgunluk ve enflasyonun bir arada yaşandığı bir kriz haline (stagflasyon) doğru yol alıyoruz. Ekranlardan propaganda edilen “iyiye gidiş” ise halkın sofrasına uğramıyor.

İktidar krizin etkilerini 31 Mart sonrasına ertelemek için elinden geleni yapacaktır. Yaraları iyileştiremeyecek ama üstünü örtmeye çalışacaktır.

Yüksek zamları takip eden küçük indirimler, fiyat denetimi ajitasyonları da yetmiyor. Ancak önümüz seçim ve psikolojik sınırlarda bile olsa “ekonomi rayında” propagandası devam etmek zorunda. Sadece propagandanın yetmediği yerlerde göstermelik indirimler de… Örneğin elektriğe ve doğalgaza son üç ayda peş peşe yapılan zamların ardından Erdoğan yüzde 10’arlık indirim yapılacağını müjdeledi(!) Ama tesadüfe bak sen ki BOTAŞ doğalgaz indiriminin 1 Ocak-31 Mart 2019 tarihleri arasında geçerli olduğunu söyledi, damat Albayrak da yılın ilk gününde “ÖTV ve KDV indirimlerini yeni yılda üç ay süreyle devam ettiriyoruz” dedi. Her şey seçime kadar!

Halka seçime kadar indirim vadeden bu halk düşmanları hâlâ krizin patronlar üzerindeki etkilerini azaltma peşinde. Asgari ücret, asgari geçim indirimiyle beraber 2020 TL’ye çıkarıldı. Aile, Çalışma ve Sosyal Hizmetler Bakanı Zehra Zümrüt Selçuk’un açıkladığı indirime göre ise işverenin sorumluluğunda olan sosyal güvenlik priminin yüzde 47’si kamudan yani halkın cebinden karşılanacak. Selçuk’dan sonra sazı alan Erdoğan da 15 Temmuz sonrasında “Şimdi grev tehdidi olan yere biz OHAL’den istifade ederek anında müdahale ediyoruz” dediği gibi patronlara “Bizimle beraber grev denilen olaylar ortadan kalktı” propagandası yapıyor. Ama bu propaganda da kapıya dayanan firma iflasları ve işsizliğin yaygın yükselişi karşısında kifayetsiz.

Elektriğe ve doğalgaza yapılan indirimler, hatta asgari ücretin 2 bin liranın üzerine çıkarılması seçim yatırımı olduğu kadar Erdoğan’ın Fransa’daki gibi daha doğrusu Gezi benzeri bir isyanın tetiklenmesinden duyduğu korkunun (aldığı önlemin) büyüklüğünün de bir göstergesi. Halkın öfkesini tetikleyecek, hele hele seçim öncesi buna gerekçe oluşturacak her gelişme geçici ertelemelerle engellenmek ya da tepkiler tehditlerle bastırılmak zorunda.

Bütün yollar yerel seçime

31 Mart 2019 yerel seçimi yeni rejimin ilk seçimi. Dolayısıyla alınacak oy oranı da, kazanılacak ya da kaybedilecek şehirler de (özellikle İstanbul ve Ankara) Erdoğan açısından çok önemli. 24 Haziran’da rejim değişti ama meşruiyet ihtiyacı bir türlü giderilemedi. Ancak Erdoğan’ın elindeki yetkiyle yerel yönetimleri de ülkeyi de baskı ve zorbalıkla yöneteceğinin planlarını yaptığı ortada.

Erdoğan’ın yerel seçim kampanyasının ağırlıklı kısmını bir süredir ağzından düşmeyen “Bay Kemal” ve CHP karşıtlığı üzerinden yarattığı kutuplaşmanın oluşturacağı açık. Sadece bu değil. Belediye başkanlarını görevden alma yetkisinin cumhurbaşkanına devredilmesi, belediye bütçelerinde belirleyici olma, HDP’ye yönelik saldırı sinyali, hatta YSK’nin tutuklu ve hükümlülerin ikameti ile kaldığı hapishane başka yerlerse oy kullanamamasına dair düzenleme bile daha önceki seçimlerde olduğu gibi seçimi kazanmak için döşenen taşlar. Muhalefetinse açık-gizli ittifaklarla ortak aday çıkarmanın ötesinde programlara ihtiyacı var. Elbette ki öncelikli hedef AKP saldırganlığına karşı durmak, mevzileri korumak, yarıdan çoğu iktidara muhalif olan bir memlekette AKP’nin mevzi kaybetmesini sağlamak. Ama bunun hangi programla, halkın hangi sorununa değerek yapılacağı, halkın iradesini koruyacak bir direniş için bu sürecin nasıl örgütleneceği de en az aday belirlemek kadar önemli. Halkı seferber eden, halk için halkla birlikte çalışmayı önceleyen bir yerel seçim süreci kazanımları korumak için de ön şarttır.

Koşulların ağırlığı çıkışsızlık anlamına gelmez

Tüm bu siyasi manevraların arasında Erdoğan, karşısında gelişebilecek her türlü toplumsal hareketlenmeye önlem almaya devam ediyor. Kendisine muhalif olan herkesi hedef tahtasına koymuş vaziyette. İşte son olarak Metin Akpınar ve Müjdat Gezen hedefteydi. Halkevleri’nin kamu yararına dernek statüsü, İçişleri Bakanlığı’nın ivedilikle karara bağlanması talebiyle bir kez daha iptal edildi. Muhalif örgütlere siyasi operasyonlar hiç durmadan devam ediyor. Saray rejimi kendini zaaflarını biliyor ve ona göre önlem alıyor.

Peki devrimciler önlerindeki potansiyeli görüyor mu? Piyango bileti kuyruğunda gericileri öfkeyle kovan iki kadının videosu çok konuşuldu. Halkta var olan öfke gerçeği, kendi başına korkuyu, faşizmi yenemeyebilir ama kabında duracağının da garantisi yok. Koşulların ağırlığı çıkış yolu olmadığı anlamına gelmez. Yapılması gereken, öfkesini ve taleplerini ifade etmekten geri durmayan kadınlardan geçim kaygısı nedeniyle henüz alçak sesle konuşan işçilere kadar bu rejim altında ezilen herkesle gerçek bağlar kurmak ve örgütlenmek.

2018’de ekonomik kriz karşında solun ortak faaliyetini sağlayan “Krizin bedelini ödemeyeceğiz” kampanyası gerçek bir hareket yaratamadı ama taleplerinin haklılığı gün gibi ortada. O taleplerin geliştirilip yaygınlaştırılması, ortak hedefler etrafında birlikler kurulması hâlâ gereklilik.

Erdoğan iktidarı halkın ortak kültürünü, birikimini, yarattığı değerleri bir bir hedef alırken, saldırıya uğrayan ilerici değerleri sahiplenmek, yeni ilkeler etrafında birlik duygusunu inşa etmek bu yıl mücadelenin asli görevlerinden olacaktır. Bu konuda neredeyse ülke tarihiyle yaşıt Halkevleri’nin elbette ki önemli bir misyonu var ve “kamu yararı” Halkevleri için bakanlığın vereceği bir unvan değil, Halkevleri mücadelesinin bir ilkesidir.

Kadın hareketi kendi örgütlülüğünü, mücadele zeminini güçlendirme konusunda 5-6 Ocak tarihlerinde önemli bir adım daha atıyor. Türkiye kadın buluşmasının sonuçları ve enerjisi 8 Mart’a ve baharda devam eden bir kadın isyanına taşınabilir.

Dünyada baş gösteren sokak hareketleri kapitalizmin yarattığı yıkıma ve o yıkımla halkı yönetmeye çalışan iktidarlara isyanlar biçiminde yaşanıyor. İsyan potansiyel olarak ülkemiz topraklarında da dolanıyor. Faşizm var ama isyan potansiyelini yok etme konusunda bir başarı sergileyemedi, marjinalleştiremedi, şimdilik sadece bastırmaya ve açığa çıkmasını engellemeye çalışıyor. Gelecek isyandır. Onu açığa çıkarmak, açığa çıktığında yönlendirebilmek, uygun örgütleri kurmak ve uygun hedefleri koymak, bütün bunlar için yollar aramak devrimcilerin “o gün gelince” değil bugünden görevleri. “Hiçbir zaman sihirli bir kısa yol yoktur”(Mao-Tse-tung).

Kaynak; sendika.org

Dipnot:

[1] İki not: Münbiç’te ABD’nin boşalttığı alana Suriye ordusu girdi. Suriye yeniden inşa döneminde İran’a öncelik verileceği açıkladı.

 
Önceki İçerikSerêkaniyê halkı, tehditlere karşı yürüdü
Sonraki İçerik“La France en colère” (Öfkeli Fransa)