AKP-MHP faşist diktatörlüğü çöküntü içinde. Leyla Güven’in başlattığı ve dalga dalga yayılan açlık grevi eylemi bir kez daha gösterdi ki faşist ittifak sallantıda. İçte ve dışta her geçen gün sıkışan ve sıkıştıkça saldırganlaşan faşist diktatörlük korkunun çığırtkanlığı içinde.
Toplumu Kürt düşmanlığı temelinde motive etmeye ve gözdağı, korkuyla sindirme çabası içinde ki iktidar bir yanda içte ki ekonomik, siyasal kriz, diüer yanda beslediği, destekleyip hamiliğini yaptığı çetelerinin Suriye’de yenilmesi karşısında asıl kendi yenilgisini görmektedir. ABD-Rusya arasında dolanarak, kendi bu yenilgi politikasını gizleme ve kendine dayanak noktaları oluşturma çabaları her geçen gün çaresizliği yüzüne çarpmaktadır. Irak Kürdistan da ki işbirlikçiliğe rağmen Kürt halkının Türk işgalciliğine karşı Şêladizê’de ki ayaklanması, faşist işgal üstlerini basıp tank ve barakaları yakması, işgalciliğin sonunun yaklaştığını müjdelerken faşist işgalcilere korku salıyor. “İnlerine gireceğiz” diyenlerin işgali ve savaşı tüm coğrafyaya yayma çabaları giderek kendileri açısından bir açmaza dönüşürken, işgal karşısında faşist işgal üslerine, inlerine Kürt halk girdi. Bu serhildan’ın Kobanê’nin zaferinin 4’üncü yıldönümünde gerçekleşmesi anlamlı ve önemlidir. Faşist Türk devletinin Kürt halkına karşı işgal ve savaşa karşı işbirlikçilerin tüm bastırmalarına rağmen Kürt halkının birliği ve Türk devletine karşı ulusal birlik adımlarını önündeki engellerinde yıkmanın adımlarıdır.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan üzerinde uygulanan tecrit karşısında Leyla Güven’in başlattığı eylem aslında çok iyi bilinmektedir ki, bu direniş faşizmin tüm toplum üzerinde uyguladığı baskı, zülüm politikalarına karşı başkaldırının ta kendisidir. Dolaysıyla bu direnişten hiç kimse kaçamaz, hiç kimse bu direniş dışında kalmak için teori üretemeyeceği kadar açık ve nettir. Hedef faşizmin tecrit, baskı, zülüm politikalarını kırmaktır. Bu direniş faşist Türk devletinin ülke içinde ve dışında yürüttüğü politikalardan da ayrı ele alınamaz. Bu direniş salt Türkiye’deki Kürt sorunuyla da ele alınamaz. Bu direnişe devletin demokratik haklara, işçilere, kadınlara, gençliğe, Rojava’da ki politikasında, Kuzey Iraktaki Kürtlere yaklaşımından bağımsız, farklı değildir. Bu direnişte faşist devletin yaklaşımında bir bütün olarak tüm bunlardan bağımsız ve ayrı değildir.
Direnişin başlaması karşısında her nekadar ‘’görmedim-duymadı’’ mı oynayan faşist TC ve onun tek kanalı-medyası büyük panik içinde. Bu direnişin toplumda biriken tepki ve faşist sistemin dayatma ve yaptırımları karşısında bir patlamaya sebep olacağı korkusu uykularını kaçırıyor.
Bunun içindir ki „Osmanlıda oyun bitmez“ misali kirli yöntemlerle direnişi oldu bittiye getirip bitirme manevraları içine girdiler. Önce Abdullah Öcalan’ın kardeşi Mehmet Öcalanı görüşe gönderip aynı gece de Leyla Güven’in avukatını ziyarete göndererek bunu yapmak istediler, ancak bu oyunları tutmadı. Ardından emir talimatlarla çalışan mahkemelerini devreye sokarak Leyla Güveni tahliye ederek bu direnişi sonlandırma hesapları yaptı ama buda tutmadı. Leyla Güven talep ve şiarını tekrarlayarak eylemine dışarıda devam edeceğini açıkladı ve zindanlar, Strasburg, Hewler, Galler eyleme devam dedi.
Bu direnişin eksik veya kavranamayan yönü, aslında bugüne kadar olandan farklı olmayan yönüdür. Başta Kürt halkı olmak üzere onun kendi önderi Abdullah Öcalan bazında gelişen hiçbir eylemliğin tüm sol devrimci demokrat kesimlerce benimsenmemesidir. Bu tavrı onaylamak, ya da mahsur görmek kuşkusuz ki mümkün değil. Bunun ikili bir yönü olduğuna inanıyoruz. Birincisi; ezen ulus şovenizmi, ikincisi; Kürt halkının ulusal mücadelesinin dışında kendini görmedir. ABD’nin Venezuela’da ki darbe girişimi karşısındaki tez canlılık, bu direniş karşısında gösterilemedi, gösterilmiyor.
Bugün Kürt Halk Önderi şahsında uygulanan tecridi salt buraya indirgemek kör gözlülük değilse şovenizmin ta kendisidir. Bu tecrit tüm topluma yönelik faşizmin tüm toplumu teslim alma, sindirme tecrididir. Ve Şeyh Bedrettin’in dediği gibi; „başka halklar üzerinde baskı uygulamak, özünde kendi halkı üzerindeki baskıyı gizlemeye ve unutturmaya yöneliktir” sorunun tamda bu oldugunu kavramamaktır.
Ulusal mücadelenin sınıf mücadelesine göre tali olduğu, ya da sınıf mücadelesinin zaferiyle bunun çözüleceği vb söylemlerle bir bilinmeze ertelemek ondan uzak durmak ve bunu ML ustalara mal ederek perdelemek tamda kaçışın ve şovenizmin ta kendisir. Bu sorun Lenin’de çok açıktır; „… sosyalist devrim tek bir eylem, tek cephede verilen bir muharebe değil, bir bütün olarak şiddetli sınıf çatışmaları dönemi, bütün cephelerde, ekonomik ve politik tüm sorunlar üzerine uzun süren bir dizi savaş demektir. Bu savaşlar ancak burjuvazinin mülksüzleştirilmesiyle sonuçlanabilir. Demokrasi mücadelesinin, proletaryanın dikkatini sosyalist devrimden uzaklaştıracağını, sosyalist devrim ufkunu karartacağını ya da onu gölgede bırakacağını düşünmek köklü bir yanılgı olacaktır. (…) ezen ulusların sosyalistlerinin ikiyüzlülüğü ile korkaklığı üzerinde özellikle duran açık ve tam bir ifade ile kaleme alınmış bir programda, ezilen ulusların kurtuluşunu istemeliyiz ve bu, havada, genel sözlerle, içi kof lafazanlıkla ve sorunu geleceğe, sosyalizmin gerçekleştiği zamana erteleyerek olmamalıdır” (Lenin, UKTH, s. 146-147).
Şimdi görev Leyla Güven’in tahliyesi karşısında direnişin sesi-soluğu olma çabalarını azaltmak değil, daha da yükseltmektir. Faşizmin yerle bir edilmesi dalgasına katliam güç katma zamanı. Faşizmin sıkışmışlığı, yerel seçimler ve uluslararası baskılanma vb karşısında onun atacağı göstermelik adımlara değil, demokratik özgürce bir arada yaşamın kapılarını açmanın ve demokratik Türkiye özgür Kürdistan sloganını gerçekleştirme zamanı. Bu temelde yerel seçimlerin rehavetine değil, bu direnişi büyütmenin dinamiği olma zamanı.
Şemdin Şimşir
27 Ocak 2019