“Zaferi göremeyebiliriz!
Ama o yolda yürümüş olacağız.”[1]
Önce Türkiye’den 18 Temmuz 2022 tarihli bir haber: “Deniz Poyraz davası için toplanılan İzmir Bayraklı Adliyesi önüne otomatik silahla gelen saldırgan, ‘Hepinizi öldüreceğim’ diyerek tehditler savurdu. Saldırgan gözaltına alındı. Duruma tepki gösterenlere müdahale eden polis SGDF MYK üyesi Birkan Polat’a yumruk atarak dudağını patlattı. Adliye önündeki kaldırımdan, otomatik silahla yolun ortasına gelerek silaha mermi süren saldırganın, “Solcular nerede, solcuları gösterin. Ben polise sıkmam. Getirin onları öldüreceğim” şeklindeki sözleri dikkat çekti. Polis, silahlı saldırganın elindeki silahın oyuncak olduğunu iddia etti.”[2]
Steve Best’in, “Özgürlük hiçbir zaman oy pusulasında olmayacak. Kurtuluş elimizde pankart taşıyarak ya da dilekçe yazarak gelmeyecek”; Komutan Yardımcısı Marcos’un, “Yukarıda ne olduğu bizi hiç ilgilendirmiyor. Dert ettiğimiz, aşağıdan yükselecek olandır. Bu başkaldırıyı hayata geçirdiğimiz zaman, bütün politikacılar sınıfını defedeceğiz, kendilerini parlamenter solcu diye adlandıranlar dahil,” sözlerine müthiş değer atfeden birisi olarak SADAT’lı Türk(iye) siyaseti açısından bu haberin dikkat çekmek istediklerimin soyutlaması/ sorgulaması olduğunu ifade etmeliyim.
“Dünya, hakkındaki bilgimizin gittikçe daha derinlemesine geliştiği hareket hâlindeki madde”yken;[3] soyutlama nedir mi? Bir nesnenin özelliklerinden veya özellikleri arasındaki ilişkilerden herhangi birini tek başına ele alan zihinsel işlem. Yani, gerçeklikte ayrılmaz olanı düşüncede ayırma işlemi. Bir şeyi etkin bir biçimde bir yerden çekip çıkarma. Ya da edilgin bir şekilde bu işleme maruz kalma. Yeryüzündeki her varoluş biçimi, diğer varoluş biçimleriyle nitelik ve ilişki bakımından iç içe geçmiştir, ayıramazsınız. Ama insan soyutlar; zihninin etkinliği soyutlamaya dayanırken; “- Sorgulamak bana ne kazandıracak?” sorusunun yanıtını da, “- Sadece gerçekleri,”[4] diye verir Denis Diderot…
Yerküremize, coğrafyamızda yaşananların aşılması/ değiştirilmesi için devrimci teorik bir soyutlama/ sorgulamaya, yani “reel politiker” manipülasyonları deşifre edecek devrimci bir eleştiriye ihtiyacımız, “olmazsa olmaz”dır.
Çünkü Dünya Bankası’nın (DB) ‘Küresel Ekonomik Beklentiler/ Global Economic Prospects’ başlıklı raporu, yaşananların 1970’lerin sonunda başlayan süreci anımsattığına dikkat çekiyor.
‘The Financial Times’a göre, DB’nin ekonomik beklentiler analizi bölümü başkanı, “Yılbaşında işlerin kötüye gitmesini bekliyorduk… Şimdi kötüden berbata doğru gitmeye başladı” diyormuş.
Türkiye, işte bu “kötüden berbata” gidişin, “süreç olarak faşizmin” sertleşen rüzgârlarını bir kasırgaya dönüştürme riski altında yolunu bulmaya çalışacakken;[5] “Toplumsal bunalıma dikkat çeken” Prof. Dr. Özgür Orhangazi de ekliyor:
“Yeni bir döviz şoku riski var. Artık çok yüksek faiz artışları gerekecek. Bu durumda da ekonomi sert biçimde küçülecek, işsizlik ve yoksulluk daha da artacak… Gelecek dönemde bu yoksullaşmanın derinleştireceği bir toplumsal bunalımdan söz etmeye başlayacağız.”[6]
İfade edilenleri “öznel” bulabilirsiniz; ancak, “Öznellik içermeyen bir nesnellik tasavvur edilemez”ken; “Gerçek bir söz söylemek, dünyayı dönüştürmektir.”[7]
Tüm bunlara karşın hâlâ “Hayal kurduğumdan” mı söz ediyorsunuz?!
Öncelikle Marcel Proust’un, “Biraz hayal kurmak tehlikeliyse, bunun çözümü daha az hayal kurmak değil, daha fazla ve her zaman hayal kurmaktır”; Emma Goldman’ın, Artık hayal kurmadığımızda ölürüz,” uyarılarını anımsayın!
Sonra da Erich Maria Remarque’ın, “Mezarlarımıza oturmuş da üstümüze toprak atılmasını bekliyormuş gibiyiz,” eleştirisini devreye sokan hâlet-i ruhiyenin edilgen saçmalığı ile Anton Çehov’un, “Aşılmasına imkân olmayan hiçbir duvar yoktur,” sözlerini…
Her şey çok daha sertleşecekken, bir an görün: “Seçimler gündeme yerleşti. Cumhurbaşkanı çok sertleşti. ‘Sen çıraksın. Önce haddini bil’ diyor; ‘hükümet’ yerine ‘iktidarımız’ diyor; ‘iktidarın kapısından içeri bile giremezler ‘ derken ‘iktidarı’ mekânlaştırıyor; ‘Bu kardeşinize saldırmak Türkiye’ye saldırmaktır derken ülkeyi kendi bedeniyle özdeşleştiriyor. O sırada, yeni bir yasa, medyayı, kültür ve sanatı, ağır sansür ve cezalandırma rejimi altına alıyor. Muhalefetin elinden konuşmaktan başka bir şey gelmiyor.
Bu süreci izlerken Yahudi kara mizahının parlak örneklerinden, ‘iki mesele var’ fıkrasını anımsamamak mümkün değil: Ya rejim seçimleri yaptırmayacak ya da seçimler yapılacak. Yaptırmazsa, muhalefet, artık ‘miş’ gibi yapmayı bırakıp durumla yüzleşecek. Seçimler yapılırsa iki mesele var: Ya rejim seçimleri çalacak ya da kaybedecek. Çalarsa kaos. Rejim seçimleri kaybederse iki mesele var: Ya gitmem diye tutturacak. O zaman kaos…
China Miéville’i anarak bitireyim: ‘Umutsuzluğu hissetmiyorsan, gözlerini açmamışsın demektir ama bu, teslim olmak anlamına gelmez”ken;[8] “Her umutsuzluk mesajı, herkesin özgürce çıkış yolu araması gereken bir durumun ifadesidir,” diye ekler Eugene Ionesco da…
Malum: “Eleştirel bilincin uyanması, sosyal hoşnutsuzlukların ifade edilmesinin yolunu hazırlar çünkü bu hoşnutsuzluklar baskıcı bir durumun gerçek bileşenleridir.”[9]
DURUM(UMUZ)
Hemen her şeyin Anton Çehov’un, “Sana bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber; henüz ölmedik, Kötü haber; hâlâ yaşıyoruz,” ifadesindeki denge(sizlik)de seyrettiği coğrafyamızda “olduğu kadar”lık(!) kapitalist parlamentarizm oyunu sınırlarına varmışken; “sırrı”nı da açığa çıkardı…
Parlamenter rejimin istikrarı, güçler ayrılığına, güçlü bürokrasilere, siyasette genel kabul görmüş teamüllere ve “toplumsal mutabakata” dayanır.[10] Seçilen hükümetler, liderler bu “teamüller”, yasalar ve uzman bürokratlar yoluyla denetlenirler. Yasalar bir yana, teamüllere uymayan liderlerin görevlerini bırakmaları gerekir. Parlamenter rejimde, siyasi iktidar söz konusu olduğunda, esas olan hükümet ve liderler değil, devlettir. Teorik olarak, hükümetler değişir ama devlet (teamüller, yasa ve bürokrasi) değişmez.
Parlamenter rejimin ilk “sırrı” burada gizlidir: Toplumsal mutabakatın bozulduğu bir ortamda mecliste çoğunluğa sahip bir lider, bu çoğunluğu kullanarak, devleti ele geçirebilir; “hükümetin başı” konumundan “iktidarın başı” konumuna yükselebilir; devleti, toplumu, ekonomiyi ve de kültürü yeniden şekillendirebileceğine inanmaya başlar. Ancak devleti, toplumu, kültürü yeniden şekillendirmek, yıkmaktan çok daha zordur. Bu zorluk zamanla toplumu parçalamaya başlar.
Parlamenter rejimin ikinci “sırrı” egemen ideolojiye ilişkindir. 1980’lerde kapitalizmin yapısal krizi içinde, kriz öncesinin egemen ideolojisi verimliliğini kaybetti, egemen anlamlar sisteminin, toplum, sınıf, ilerleme, kalkınma, dayanışma, sosyal devlet, vatandaşlık hakları, gerçek gibi kavramları neo-liberalizmin, post-modernizmin etkileri altında giderek belirsizleşti. Bu belirsizlik parlamenter sistemin içinin boşaltılmasını kolaylaştırdı.[11]
Bu noktada sürdürülemez kapitalizmin “olduğu kadar”lık(!) parlamentarizmine/ seçimlerine bel bağlamak nafile bir tutumken; Max Weber’in, “Demokraside insanlar güvendikleri bir lider seçerler. Sonra seçilen lider, ‘Şimdi sus ve bana itaat et’ der. İnsanlar artık o partinin işine karışmakta özgür değildir,” saptaması boşuna değildir.
Kaldı ki “Demokraside meclisler ahır gibidir, içerdekiler tepişir; ama tekmeyi hep dışarıdakiler yer”ken;[12] “Demokrasiyi yüceltirken halkı susturmak yüzsüzlüktür; hümanizmden dem vururken insanı hor görmek, bir yalandır.”[13] “Adaletsiz bir sosyal düzen; ölüm, çaresizlik ve sefaletle beslenen bu ‘yüce gönüllülük’ün sürekli kaynağıdır.”[14]
Evet Max Weber’in, “Kapitalistler, sığırı sıkıp mum yağı, insani sıkıp para çıkartırlar,” saptamasıyla müsemma sürdürülemez kapitalizm ile demokrasiyi birlikte telaffuz etmek mümkün değilken; “Maymuna kralların elbiseleri de giydirilse, maymun yine maymundur”![15]
Burada durup Herbert Marcuse’ün uyarılarına kulak vermekte büyük yarar var:
“Liberal ve demokratik görünen yönetim kendisini, büyük ölçüde, görünmeyen despotizme barınaklık ederek uygarlığı yok ederek ayakta kalır” diyen Herbert Marcuse ekler:
“Uygarlığın doğurduğu güçlüklerin parça parça ve sürekli biçimde yönetilmesi yoluyla ahlâki ve siyasal açıdan ayakta kalmak imkânsızlaşır. Köktenci seçenekler göz ardı edilmemelidir.”
Coğrafyamıza dönersek gerçekten de ‘Bertelsmann Vakfı’nın verilerine göre, demokrasi ve hukukta son 10 yılda en fazla gerileyen Türkiye’de;[16] siyasal, toplumsal yaşamın seyri, sosyal yapının her kesiminde altüst oluşu, çözülme ve çöküşü öne çıkartıyor.
Tüm bunlar Theodor Adorno’nun, “Bir toplumda öfkeli insanlar popülerleşiyorsa, orada akıl tutulması baş gösterir. Düşünce suç, özgürlük ihanet, eleştiri saldırı olarak algılanır,” ifadesinde somutlanan kaos ile özleşirken; 1938’ler Almanya’sı ile paralelliklerimiz çoğalıyor. Malum: Adolf Hitler’in Almanya’yı yönettiği diktatörlük yıllarında, “doğruluğun ve gerçekliğin” tek bir ölçütü vardı, o da Hitler’in kendisiydi! Hitler, neyin “doğru ve gerçek”, neyin “yanlış ve gerçekdışı” olduğunu belirleyen tek kişiydi!
Hitler’in “Halkı Aydınlatma ve Propaganda Bakanı” Joseph Goebbels, “Hitler ölçütüne” göre, halka nelerin “doğru ve gerçek”, nelerin “yanlış ve gerçekdışı” olduğunu aktarıyordu.
Bu hâli Kemal Kılıçdaroğlu da teyit ediyor:
“Olağanüstü bir durum. Hukukun olmadığı, tek adamın kararları uygulandığı bir durum. Kişiyi mahkûm ettirmek istiyorsa mahkûm ettiriyor, dünya kadar örnekleri var. Bir davada hâkimi değiştirip istediği sonucu alıyor, bir mahkeme Erdoğan’ın istemediği demokratik bir karar verdiği zaman, hâkimler dağıtılıyor mu, evet. Biz en zor koşullarda, hukukun askıya alındığı bu koşullarda seçime gidiyoruz.”[17]
MAFYA DEVLETLEŞİP, DEVLET MAFYALAŞIRKEN
Bir Türkistan Atasözü’nün, “Bugün göz yumduklarımız yarın bize göz açtırmayacak olanlardır,” uyarısını kulaklarımıza küpe ederken; “Mafya mı devletleşiyor, devlet mi mafyalaştırılıyor” sorusunun yanıtı coğrafyamızda, XIV. Louis’ye atfedilen “Devlet, benim” sözünde ifadesini buluyor.
Nasıl mı?
Örneğin, “Süleyman Soylu diyor ki: ‘Uyuşturucu satıcısının ayağını kırmak polisin görevidir.’
Bülent Arınç diyor ki: ‘Arabasında kokain çeken adamı genel merkeze almışsın. Ben olsam 30 kilometre yakına yaklaştırmam.’
Haberler diyor ki: ‘Ödüllü narkotik polisi eroinle yakalandı’…”[18]
Milletvekili Faik Öztrak’ın, “Durum Susurluk’tan beter,”[19] dediği tabloda; siyasi tarihimizde siyaset-mafya-ticaret-devlet ilişkisi gündemden düşmemiştir, nitekim Sedat Peker videoları da hemen akla Susurluk hadisesini ve “Yoksa 90’lara mı dönüyoruz?” sorusunu gündeme getirdi.
Soru hiç de haksız değil!
MİT’in Susurluk Raporu, 1996’da hazırlandı. Raporda adı geçenler 2021’de de sahnedeyken;[20] İkinci Susurluk mu yaşanıyor?
Yeraltı dünyasının siyasetçilerle ve güvenlik bürokrasisiyle ilişkisi hep olageldi. Silah ve uyuşturucu kaçakçıları bu sayede koruma zırhına kavuşuyordu…
Yeni Türkiye’de… MHP lideri Devlet Bahçeli, Çakıcı ile hastanede baş başa, Erdoğan bir düğünde Peker ile tokalaşırken fotoğraf verdi![21]
Konuya ilişkin olarak devamla: Eski İçişleri bakanı Sadettin Tantan, Erdoğan’ın, istenirse mafyamsı tiplerin iki dakikada tasfiye edilebileceğini söyledi.
Meral Akşener de eski bir İçişleri Bakanı, iddiaları “vahim”, ortaya çıkanları “rezalet” olarak niteledi…
Ali Babacan’a göreyse, “Çete, mafya, suç örgütü gibi yapılar devletin zayıfladığı, kamu görevlileriyle bu tür yapılar arasındaki ilişkilerin güçlendiği durumlarda böyle tezahür eder. Şu anda Türkiye’de devlet yapısı ve yönetim sistemi iflas etmiş durumda.”
Ahmet Davutoğlu da şuna dikkat çekti: “Devlet yeni mi öğrendi suç örgütü lideri olduğunu? Referanduma destek için, Cumhurbaşkanlığı’na destek için neredeyse mitingler yaptı ve Anadolu’da AKP’liler tarafından karşılandı. Bugün İçişleri Bakanı, suç örgütü tanımlamasıyla açıklama yapıyor. Peki daha önce devlet adına koruma veren siz değil miydiniz?”[22]
Tüm bunlar yeni değil; öncesi, tarihi var!
“Nasıl” mı?
MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli ve iki arkadaşı Meclis başkanlığına verdikleri bir teklifle Topal Osman’ın itibarının hukuken iade edilmesini talep etti. Bu, bu yasama yılında Bahçeli’nin kendi imzası ile verdiği ilk kanun teklifiydi. Topal Osman, Cumhuriyet kurulmadan az önce, Meclis tarafından ölüm cezasına çarptırılmış ve Meclis önünde asılmasına karar verilmişti. Topal Osman çatışmada ölü ele geçtiği zaman kafası kesildiği için, Meclis önünde ayaklarından asılarak karar yerine getirildi.
Hepsi bu kadar değil. Bahçeli’nin iadesini istediği itibar, devletin arşivlerine göre, katliam, yağmacılık ve suikastlardan oluşuyor. Karadeniz bölgesinde Rumların ve Ermenilerin katledilmesinde rol alan Topal Osman, Koçgiri’de Kürtlerin katledilmesinde ve malların yağmalanmasında rol aldı.[23]
Bunlara bir de İttihat ve Terakki ile Teşkilât-ı Mahsusa’yı da ekleyin!
ÇAKICI’NDAN PEKER’E
70’lerden 80’lere uzanan tarihsel kesitte “Ülkü Ocakları” adlı paramiliter örgütlenmenin ürünleri olan Çakıcı’ndan Peker’e uzanan hikâyeyi Konfüçyüs’ün, “En tehlikelisi kurtla birlikte kuzuyu yiyip çobanla birlikte ağlayandır”; Mikhail Bakunin’nin, “Şimdi bütün bu satılmış gevezeler tekrar milliyetçi oldular ve bununla övünmeye giriştiler,” diye özetler sanki…
Alaattin Çakıcı’nın ‘Kod Adı Atilla’[24] başlıklı yapıta özetlenen öyküsü herkesin malumuyken; bugünlerde “muhalif”(? denilen ve o her ne ise!) Sedat Peker öne çık(artıl)ıyor.
Peker’in ifşalarıyla polis-mafya-siyaset üçgenindeki kirli ilişkiler, bir süredir gündemde. Çete elebaşısının 90’lı yıllarda işlenen faili meçhul cinayetlerle ilgili iddiaları ise kirli ilişkiler ağının boyutunu gözler önüne seriyorken; “Sedat Peker, AKP iktidarına Susurluk kamyonu gibi çarptı” deniyor!
Örneğin Kıbrıslı gazeteci Kutlu Adalı, yıllar önce öldürüldü. Bugün Peker’in iddialarıyla, cinayette Mehmet Ağar’ın ve Korkut Eken’in parmağının olduğu tartışılıyor.[25]
Suç örgütü lideri Sedat Peker’in yayımladığı videolardaki Uğur Mumcu cinayetine yönelik iddialar, Mehmet Ağar’ı işaret etti.[26]
Pandora’nın kutusu kısmi/ kontrollü açılmasına yönelik ifşalara ilişkin eski İçişleri Bakanı Sadettin Tantan, “Peker, ‘Beni kullanın’ mesajı veriyor,[27]) derken; İçişleri Bakanı Süleyman Soylu da, Peker’in iddialarına ilişkin “İddiaların hepsi saçmadır,”[28] ifadesiyle zevahiri kurtarmaya gayret ediyor.
VE SADAT!
“Gölge ordusu”[29] olarak betimlenen SADAT (Uluslararası Savunma Danışmanlık İnşaat Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi), bir şirket olarak sunulan bir askeri örgüt…
1997’de ABD’deki ‘Blackwater’ adıyla özel şirket statüsünde kurulan askeri örgüt gibi. Bu tür örgütlenmeler, Afganistan’dan Irak’a ABD işgalinin etkin olduğu bölgelerde karanlık işler için kullanıldı.
Rusya da benzer biçimde ‘Wagner’ adlı bir örgüt kurulduğu gibi…
İstanbul Milletvekili Prof. Dr. Ahat Andican’ın, “Korku iklimi yaratılmasında SADAT’ı kullanacaklar”[30] notunu düştüğü teşkilâtı, tuğgeneral görevindeyken emekli olan ve İslâmcı siyasete yakınlığıyla bilinen Adnan Tanrıverdi tarafından 28 Şubat 2012 tarihinde kuruldu. ‘SADAT’ Arapçada “seyitler” anlamına geldiği için bu ismin seçildiği ifade ediliyor.
Şirketin kuruluşunda Tanrıverdi ile birlikte 23 emekli subay ve astsubay da yer aldı. Adnan Tanrıverdi’nin oğlu Mehdi Tanrıverdi, şu an SADAT Yönetim Kurulu Başkanı olarak görev yapıyor.
Albaraka Mütevelli Heyeti Üyesi Emekli Tuğgenaral Mehdi Sungur ile adı Bitlis Mutki’de bulunan toplu mezarla anılan ve bölge halkı tarafından “kelleci general” olarak tanımlanan Korkmaz Tağma da şirketin danışmanları arasında yer alıyor. Yeni Akit yazarları Ahmet Varol ile Abdurrahman Dilipak da SADAT’ın ‘Ortadoğu uzmanı’ sıfatıyla başvurduğu isimlerden.
Merkezi İstanbul Beylikdüzü’nde bulunan ve bünyesinde Türk Silahlı Kuvvetleri’nden (TSK) emekli olan çok sayıda askerin olduğu SADAT, danışmanlık, eğitim, konvansiyonel ve alışılmadık askeri eğitim, özel kuvvetler eğitimi ve ordu donatımı üzerine çalışıyor.
SADAT kendini, “Ülkemizin Silahlı Kuvvetlerinin yetişemediği ülke ve askeri sahalardaki boşluğu doldurmak üzere milli sorumluluk hisseden kişilerin bir araya gelerek oluşturduğu, yasal bir şirket” olarak tanımlıyor. İnternet sitesinde kendi misyonunu, “İslâm ülkeleri arasında savunma ve savunma sanayi işbirliği ortamı oluşturmayı ve İslâm Dünyasının kendine yeterli bir askeri güç olarak da Dünya Süper Güçleri arasındaki hak ettiği yerini almasına yardımcı olmak” olarak açıklıyor.[31]
Bu kadar da değil; artısı var. Örneğin SADAT’ın sildiği iş ilanlarının birisi şu başlığı taşıyor: “Nizami, Gayri Nizami ve Özel Harekât Eğitmeni Personel Alımı Duyurusu.”[32]
Bu teşkilâtın verdiği eğitimler arasında “Gayri nizami harp (GNH) kursu” da var. Bu konuda SADAT sitesinde şunlar deniliyor:
“Kursiyerler, GNH Kursları sonucunda; başta psikolojik harp ve harekât olmak üzere, sabotaj, baskın, pusu, tahrip, suikast, kurtarma ve kaçırma, tedhiş imkân ve kabiliyetine ulaştırılır.”[33]
SADAT kurucusu Adnan Tanrıverdi, “Gayri nizami Harp Kursu” görmüş, Genelkurmay Özel Harp Daire Başkanlığı ve Akit yazarlığı yapmış bir isimken; kurduğu SADAT da “Gayri Nizamı Harp” ve “Keskin Nişancılık”, “Kara Harekâtı”, “Keskin Nişancılık”, “Koruma”, “Tahrip”, “Gayri Nizami Harp”, “İleri Tek Er Muharebe”, “Topçu ve Havan İleri Gözetleyicilik”, “Tank/ Zırhlı Araç Avcılığı” gibi kurs eğitim paketleri ile “hizmet” veriyor.[34]
Mersin Milletvekili Ali Rıza Öztürk, TBMM Başkanlığı’na verdiği soru önergesinde Suriye’de iç savaş çıkaran Suriyeli ve yabancı eylemcileri eğitmek, silahlandırmak üzere SADAT’ın 28 Şubat 2012’de kurulduğunu, o güne kadar 2 bin 800 kişiye gayri nizami savaş eğitimi verdiğini öne sürerken; [35] yine SADAT kurucusu Adnan Tanrıverdi’nin, “Resmi ideoloji anayasada olmasın, anayasada laiklik ilkesi olmasın”[36] demesi yanında; yine SADAT’ın kurucularından da olan Ersan Ergür Nisan 2021’de, “Laikliğin, İslâm düşmanlığının karşısında, bir sopa olarak kullanıldığını”[37] ifade edip ekledi: “22 İslâm ülkesiyle çalıştık.”[38]
SADAT da bunların eylem için kurdukları şirket. İstanbul merkezli, şeriatla yönetilen İslâm ülkeleri konfederasyonu hedeflerini gerçekleştirmek için, hem ideolojik – siyasi fikir ve yapılarıyla yol alıyorlar hem de bu amaçla kurdukları SADAT şirketi ile pratikte askeri iş yapıyorlar.[39]
SADAT’ın ortaklarından Mehmet Naci Efe, ASELSAN’ın ve MKE’nin ürettiği askeri ürünleri, yurtdışında sattıklarını açıklarken; yurtdışındaki faaliyetleri hakkında Dışişleri Bakanlığı’nın bilgisi olduğunu da söyledi.[40]
Ayrıca yine SADAT’ın ortakları Mehmet Naci Efe ile Mehmet Tek’in adliyelerden üniversitelere kadar özel güvenlik işini almadığı kamu kurumu neredeyse yokken;[41] devlet, SADAT’çılara 110 ayrı ihaleyle tam 545 milyon TL ödemiş…[42]
SADAT’ın iktidarla içlidışlı ilişkisi konusunda AKP Osmaniye Milletvekili İsmail Kaya TBMM Genel Kurulu’nda “Çok değerli milletvekilleri, cumhurbaşkanlığı hükümet sistemiyle birlikte, Savunma Sanayii Başkanlığımız birçok firmayla çalışmaktadır, SADAT da bu firmalardan bir tanesidir,”[43] derken; Adnan Tanrıverdi, ‘Habertürk’ten Kübra Par’a verdiği röportajda, kendi mensuplarından TSK’ye dönenlerin olduğunu şöyle anlatıp, “3-4 arkadaş var. Referans olduğumuz için alındılar. Mülakat komisyonlarında görev aldılar,”[44] dedi!
Konuştuğumuz ordunun mülakat komisyonlarında görev alan SADAT’tır!
Konuya ilişkin olarak İzmir Milletvekili Murat Bakan, SADAT Başkanı Melih Tanrıverdi’nin çalışmaları ile ilgili Dışişleri Bakanlığı’na, Milli Savunma Bakanlığı’na ve Milli İstihbarat Teşkilâtı’na bilgi verdikleri yönündeki açıklamalarını TBMM gündemine taşıdı. SADAT Başkanı Melih Tanrıverdi’nin açıklamalarını referans vererek, şirketin faaliyetlerini sürdürürken devletten aldığı izinlerin ayrıntılarını sordu. Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu, CHP’li Bakan’ın sorularına, “Konu bakanlığımın görev alanına girmemektedir,” yanıtını verdi.[45]
Bu kadar da değil! Hazine ve Maliye Bakanı Nureddin Nebati, SADAT’a ilişkin vergi incelemeleri hakkındaki soruyu “gizli kalmalı” diyerek yanıtsız bıraktı;[46] ne âlâ değil mi?
Tam da bu koordinatlarda Kemal Kılıçdaroğlu’nun, kapısına gidip, parmağıyla gösterdi SADAT’a ilişkin, “Bu kuruluşun hedefleri arasında gayri nizami harp eğitimi var. Yani, sabotaj, baskın, pusu kurma, tahrip, suikast ve tedhiş. Arapça ‘tedhiş’, Türkçesi de ‘terör’…”[47] demekle kalmadı, ardı ardına sıraladı:
“Cumhur İttifakı’nın üçüncü ortağı ortaya çıktı. AKP, Milliyetçi Hareket Partisi ve yeraltı dünyasının çeteleri…”[48] “Burası terörist yetiştiren bir kurumdur.”[49]
“SADAT bir paramiliter kuruluştur. Bu kuruluşun hedefleri arasında gayrı nizami harp eğitimi de var. SADAT gibi kuruluşlar, kim olursa olsun seçimi gölgeleyecek, seçimin güvenliğini sarsacak herhangi bir şey olursa sorumlusu SADAT’tır ve Saray’dır.”[50]
“Erdoğan ‘SADAT ile alâkâm yok’ demişsin. Tanıştırayım, devlet sırlarının konuşulduğu toplantıda solundaki 6. kişi SADAT’ın kurucusu. Silah tüccarı. Başkenti İstanbul, dili Arapça olan yeni bir devlet kurmak istiyor. Bu başdanışmanından dinlediklerini bize de anlat, aydınlanalım.”[51]
“SADAT gibi bir kuruluş demokratik bir ülkede dernek adı altında örgütlenemez. Gayri nizami harp, sabotaj, terör gibi konularda insanları alıp eğitmek bir derneğin işi değil. Eğer bunu bir dernek üstlenmişse ve bu bağlamda iktidardan da destek alıyorsa, Türkiye sağlıklı bir demokratik sistem oluşturamaz.”[52]
SEÇİM (Mİ?)!
Buraya dek işaret ettiklerim ekseninde SADAT’lı Türk(iye) realitesinde, seçim(sizlik) olasılıklarına göz atmadan önce -ifade etmiş olsam da- seçime ilişkin kanaatlerime tercüman olan Herbert Marcuse’ün, “Efendilerin serbestçe seçilmesi, ne efendileri ortadan kaldırır, ne de köleleri…”
Lucy Parsons’un, “Zenginlerin servetlerini oylamanıza izin vereceğine asla aldanmayın.” “Mülk sahibi sınıf barışçıl bir değişimin gerçekleşmesine izin vermeyecektir.”
Franz Kafka’nın, “Seçim diye bir şey yoktur. Çünkü siz onları seçmiyorsunuz, onlar sizlere kendilerini seçtiriyorlar.”
Paulo Freire’nin, “Başkalarının beklentilerini temsil ettikleri ölçüde, seçimler yanıltıcıdır/ hayalidir,”[53] ifadeleri aktarmam gerekir ki, “Seçim tek umut… Ne zaman değişir bu düzen? İktidar değişince. İktidar nasıl değişecek, seçimle!”[54] türünden nafile beklentilerin ne olduğu açığa çıksın!
Hemen her şeyin -nihai kertede hiçbir şey olmayan- “nafile seçim(sizlik)lere” bağlandığı coğrafyamızda; ne yazıktır ki “ittifaklar” da “seçim sandıkları”na endekslenmiştir; “Tüm muhalefet bugünden seçimin ilk turda kazanmayı temel alan bir siyaset izlemelidir,”[55] ifadesindeki gibi…
Korkunç olan tam da burasıdır; sokaksız, sınıfsız, yapılıp yapılmayacağı, yapılırsa sonuçların iktidar tarafından kabul edilip edilmeyeceği belli olmayan bir “seçim(sizlik)” sevdasına “Halk İttifakı” ya da “Demokrasi İttifakı” demek!
Bunlar böyleyken; “Solda ittifak ülke için umut veriyor,”[56] ifadelerinin hiçbir inandırıcılığı; pratik karşılığı yoktur; yaşama dokun(a)mamaktadır; masa başı istişareler bataklığında kaybolmaktadır.
SADAT’lı Türk(iye) realitesinde mesele yapmak, yapmaya muktedir ve örgütlü olmaktan; yolunu açan devrimci praksisten geçmektedir.
“Anti-emperyalist, kamucu, laik ve sınıf eksenli bir siyasete dayalı ilkelerle politika üretmelerini ve sağlayacakları işbirliği”[57] (anti-şövenist ve anti-faşist açıdan yetersiz olsa da!) elbette önemlidir.
Ancak ekonomik kriz, toplumda etkisini göstermeye başlayıp; emekçi sınıflarda belirgin bir öfke, hareketlenme varken; soyut ve parlak kelâmlar ötesinde yapılması gerekenler nasıl ve hangi maddi güçle yapılacaktır?
Ernst Bloch, “Düşünceler kurşun askerler gibidirler, istendiği şekilde dizilebilirler ama onlarla bir imparatorluk ele geçirilemez”; Johann Wolfgang von Goethe, “İnsanın yalnızca gerçeğin ne olduğunu bilmesi yeterli değildir; doğruyu istemesi ve yapması da gereklidir”; Stefan Zweig, “Neden onların gücü var? Çünkü bu gücü onlara siz veriyorsunuz. Ve sizler korkak olduğunuz müddetçe onların gücü hep olacaktır”;[58] Lucy Parsons, “Değişim ancak bir devrim yoluyla gelebilir”; Felix Dzerzhinsky, “Sosyalizm, geleceğin yalnızca bilimsel bir ön izlemesi olmaktan çıkmalı; sarsılmaz bir inanç ve enerjiyle insanların kalplerinde yanan meşale olmalıdır,” sözleri, anlatmak istediğimi en net biçimde tarif etmektedir.
BİR KAÇ ŞEY DAHA!
Federico García Lorca, “Özgür olmayan insan nedir?” diye sorarken not edin ve asla unutmayın:
Friedrich Hebbel, “Nasıl vururum diye düşünen okçu, hedefi ıskalar…”
Charles Dickens, “Ölümden korkmak mı? Asıl trajedi, yaşamaktır…”
Jorge Luis Borges, “Hayatının sahibi olan insan, ölümüne de sahip çıkmalıdır…”
Blaise Pascal, “Görmek isteyenler için yeterince ışık, istemeyenler için yeterince karanlık vardır,” derler…
Artık düşünme ve yapma zamanı değil mi?
TEMEL DEMİRER
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No:253, Ağustos 2022…
[1] Charles Dickens.
[2] “Deniz Poyraz Duruşmasında Silahlı Saldırı Girişimi”, 18 Temmuz 2022… https://pirha.org/deniz-poyraz-durusmasinda-silahli-saldiri-girisimi-332949.html/18/07/2022/
[3] V. İ. Lenin, Materyalizm ve Ampiryokritisizm: Gerici Bir Felsefe Üzerine Eleştirel Notlar, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 1976, s.307.
[4] Denis Diderot, Felsefe Konuşmaları, çev: Adnan Cemgil, Sosyal Yay., 1984.
[5] Ergin Yıldızoğlu, “Kötüden Berbata Doğru”, Cumhuriyet, 16 Haziran 2022, s.9.
[6] Şehriban Kıraç, “Prof. Dr. Özgür Orhangazi, Toplumsal Bunalıma Dikkat Çekti”, Cumhuriyet, 22 Haziran 2022, s.10.
[7] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.69.
[8] Ergin Yıldızoğlu, “Seçimlere Gider ‘İki Mesele’…”, Cumhuriyet, 27 Haziran 2022, s.11.
[9] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.19.
[10] Kapitalist devletin “demokratik” biçimi sınıf iktidarının sürekliliğini varsayan bir ikili yapıya sahiptir. Bu süreklilik bir anayasa ile güvenceye alınır. Bu “demokrasi”, hükümetlerin (seçilmişlerin=milli irade) anayasada çizilen (sınıf iktidarının) sınırları içinde kalmasını sağlamak için, seçilmişlerden bağımsız, onları denetleyen ve gerektiğinde eylemlerini, uygulamalarını sınırlayan, hatta durdurabilen uzman kurumlara sahip olacaktır. Güçler ayrılığı bu demektir. (Ergin Yıldızoğlu, “Kafa Karışıklığı mı, Teslimiyet mi?”, Cumhuriyet, 7 Mart 2022, s.11.)
[11] Ergin Yıldızoğlu, “Kapitalist Parlamentarizmin ‘Sırları’…”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2022, s.9.
[12] Platon, Devlet, çev: Sabahattin Eyüpoğlu-M. Ali Cimcoz, Türkiye İş Bankası Yay., 2006.
[13] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.111.
[14] Paulo Freire, Ezilenlerin Pedagojisi, çev: Erol Özbek-Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 1991, s.23.
[15] Desiderius Erasmus, Deliliğe Övgü, çev: Çiğdem Dürüşken, Kabalcı Yay., 2013.
[16] “Demokrasi Endeksinde 10 Yılın Birincisi Türkiye!”, Karar, 24 Şubat 2022, s.7.
[17] “Kılıçdaroğlu’ndan Yeni ‘SADAT’ Açıklaması”, Cumhuriyet, 17 Mayıs 2022, s.6.
[18] Barış Pehlivan, “Polis Aracında Esrarla Yakalanan AKP’li”, Cumhuriyet, 2 Kasım 2021, s.4.
[19] “Susurluktan Beter”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2021, s.5.
[20] Aytunç Erkin, “İşte MİT’in 1996 Tarihli Susurluk Raporu”, Sözcü, 25 Mayıs 2021, s.14.
[21] İsmail Saymaz, “90’ların Günahına Girmek”, Sözcü, 18 Mayıs 2021, s.4.
[22] L. Doğan Tılıç, “Organize Suç Örgütü!”, Birgün, 11 Mayıs 2021, s.3.
[23] Hüseyin Kalkan, “… ‘Devlet’in ‘Bahçesi’nde Yetişen Bir Topal Osman”, Yeni Yaşam, 18 Haziran 2022, s.9.
[24] Nedim Şener, Kod Adı Atilla, Güncel Yay., 2004.
[25] Barış Pehlivan, “Susurluk Şoförüyle Konuştum”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2021, s.4.
[26] Sefa Uyar, “Halil Sevinç: Suyu Bulandırmak İstiyorlar”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2021, s.5.
[27] Selda Güneysu, “Tantan: Sedat Peker, ‘Beni Kullanın’ Mesajı Veriyor”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 2021, s.5.
[28] “Soylu, Sedat Peker’in İddialarına İlişkin Açıklamada Bulundu”, Cumhuriyet, 25 Mayıs 2021, s.6.
[29] Mehmet Ali Güller, “SADAT’ın Anayasası”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2022, s.11.
[30] Ruhat Mengi, “Andican: Korku İklimi Yaratılmasında SADAT’ı Kullanacaklar”, Sözcü, 18 Mayıs 2022, s.14.
[31] “Kılıçdaroğlu’nun Kapısına Dayandığı SADAT Nedir?”, Birgün, 14 Mayıs 2022, s.8.
[32] https://www.sadat.com.tr/tr/insan-kaynaklari/personel-alimi-duyurulari.html
[33] Barış Terkoğlu, “SADAT’ın Bıraktığı Parmak İzi”, Cumhuriyet, 18 Ekim 2021, s.3.
[34] Orhan Bursalı, “SADAT: Önce İdeolojileri Sonra İç Savaş Eğitimleri”, Cumhuriyet, 23 Mayıs 2022, s.6.
[35] Saygı Öztürk, “10 Yıl Önce, 10 Yıl Sonra Yine SADAT”, Sözcü, 17 Mayıs 2022, s.4.
[36] Barış Terkoğlu, “SADAT’çıların Harp Okullarında Ne İşi Var?”, Cumhuriyet, 14 Ekim 2021, s.3.
[37] Sefa Uyar, “SADAT’ta Bir Yılda İki Değişiklik”, Cumhuriyet, 15 Mayıs 2022, s.5.
[38] Saygı Öztürk, “SADAT Yöneticisi Anlattı: 22 İslâm Ülkesiyle Çalıştık”, Sözcü, 18 Mayıs 2022, s.12.
[39] Orhan Bursalı, “SADAT-Asder-Assam Tek Bir Örgüt”, Cumhuriyet, 24 Mayıs 2022, s.6.
[40] İsmail Arı, “SADAT’ın Ortağı Konuştu: Devletin Silahlarını Dışarıya Satıyoruz”, Birgün, 17 Mayıs 2022, s.9.
[41] SADAT tartışmalarının ardından gözlerin çevrildiği özel güvenliğin kamuya yükü her geçen gün artıyor. Çok sayıda kamu kurumunun korunması için özel güvenlik şirketlerine on yılda aktarılan para 30 milyar TL’yi geride bıraktı. (Hüseyin Şimşek, “Özel Güvenliğe 31 Milyar TL”, Birgün, 19 Mayıs 2022, s.8.)
[42] İsmail Arı, “Kamu Kurumları ‘SADAT’a Emanet”, Birgün, 15 Mayıs 2022, s.5.
[43] Orhan Bursalı, “SADAT, İktidarın Bir Parçası mı?”, Cumhuriyet, 22 Mayıs 2022, s.6.
[44] Barış Terkoğlu, “SADAT’ın Kayıp İş İlanları”, Cumhuriyet, 11 Kasım 2021, s.3.
[45] “Çavuşoğlu: Bakanlığımın Görev Alanına Girmemektedir”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2022, s.6.
[46] Mustafa Çakır, “Nureddin Nebati SADAT’a ‘Sır’ Dedi: ‘Gizli Kalmalı’…”, Cumhuriyet, 23 Haziran 2022, s.4.
[47] Barış Terkoğlu, “Sokak Eylemlerine SADAT Hazırlığı”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2022, s.3.
[48] “Kılıçdaroğlu, Cumhur İttifakı’nın Üçüncü Ortağını Açıkladı”, Cumhuriyet, 19 Mayıs 2021, s.6.
[49] Arif Kızılyalın, “SADAT’ın Farkında mısınız?”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2022, s.2.
[50] Sercan Meriç, “Cevat Öneş: SADAT’a Karşı Mücadele Şart”, Birgün, 18 Mayıs 2022, s.8.
[51] Özdemir İnce, “İnsan ve Siyaset”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2022, s.3.
[52] Orhan Bursalı, “Kılıçdaroğlu: SADAT İç Siyasete Müdahale İçin Kullanılabilir…”, Cumhuriyet, 16 Mayıs 2022, s.6.
[53] Paulo Freire, Eleştirel Bilinç İçin Eğitim, çev: Dilek Hattatoğlu, Ayrıntı Yay., 2021, s.30.
[54] Yazgülü Aldoğan, “Adalet İstiyoruz!”, Cumhuriyet, 16 Haziran 2022, s.4.
[55] Cengiz Karagöz, “SOL Parti Başkanlar Kurulu Üyesi Önder İşleyen: Halk Seçeneksiz Değil”, Cumhuriyet, 26 Haziran 2022, s.4.
[56] Zülal Kalkandelen, “Solda İttifak Ülke İçin Umut Veriyor”, Cumhuriyet, 24 Haziran 2022, s.6.
[57] Zülal Kalkandelen, “Sol İçin Bir Dönüm Noktası”, Cumhuriyet, 15 Haziran 2022, s.6.
[58] Stefan Zweig, Mecburiyet, çev: Serhat Tunar, Zeplin Yay., 2016, s.33.