“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum,
fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]
Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.
İkincisi: Geleceği biçimlendirmek yolunda geçmiş, tekrar etmek için değil, ders almak, aşmak içindir; ve ekler V. İ. Lenin de: “Eğer siyasete müdahale etmezseniz, siyaset öyle ya da böyle hayatınıza müdahale edecektir.”
Üçüncüsü de, herkesin bildiği gerçekleri açıkça söylemeyi bazen “suç” ilan edip mahkûm etmek, düşünmekten daha az zihinsel çaba gerektirir.
Uzun süredir -görmezden gelinse de!- üzerinde epeyce yazıp çizdiğimiz;[3] “Sosyalist hareket açısından yenilgiyi nasıl tanımlamalı?” sorusuyla müsemma “özeleştiri ve yeniden inşa” konuşulurken;[4] yöntem(imiz) açısından bu üç noktanın altını çizerek başlamakta yarar var.
Antonio Gramsci’nin, “Her yenilgi entelektüel ve moral düzensizliği beraberinde getirir,” notundaki üzere, sahnelenen seçim oyununun artçı şokları sürerken; benzer şeyler -Amerika yeniden keşfediliyormuşçasına, hiç yaşanmamışçasına- sil baştan konuşuluyor.
“Seçimden sonra bir ‘bozkır’ gibi ülke. Kimi görsem, nereye ve nasıl kaçabileceğini soruyor. Beyaz bir körlük hâli var her yerde. Beyaz körlük sadece geleceği değil, geçmişin de üstünü sis içinde bırakıyor. Koca bir teslimiyet araba farlarında görünen,”[5] notu düşülen tabloda insanlar birbirine durumun ne kadar kötü olduğunu anlatıyor, “Bak buna da zam gelmiş, bak bunu da sattılar, bak bunlara ne yaptılar” diye birbirine yakınıyor, ve çoğunlukla tweet atmaktan medet umuyor.
Evet, bir sünger gibi tüm gündemleri emip, görünmez kılan seçim süreci sona erip, parlamentarist beklentiler nihayete ererken; nafile beklentilerin iyimserlik havasından eser kalmadı.
Şimdi ölçüsüz, nafile iyimserliğin yerini “ehven-i şer”i seçmeyi meslek hâline getirenlerin karamsar ruh hâli alıyor.
Evet, “Bir oy Kemal’e’”, “İlk turda bitiyor bu iş”, “Gidiyorlar çünkü bakanlarını aday yaptılar oradan dokunulmazlık alacaklar” papatya fallarının öfori balonu patladı; bozuk terazinin hesabı tutmadı!
Seçimlerde olan oldu!
Şimdi de balık hafızalıların seçim sonrası “değerlendirmeleri”nde incir yaprağına talep patlaması yaşanıyor…
Kaldı ki 14-28 Mayıs 2023 pratiğinde soru(n) “seçim” meselesi falan da değil.
İşçi sınıfı ve toplumsal müttefikleri egemen sınıflar arası saflaşmalara eklemlenerek siyasetsiz, hareketsiz, örgütsüz, savunmasız bırakılmıştır.
Yaşananın sorumluluğunu üstlenmeyen, neden böyle olduğu ve bu durumun nasıl aşılabileceği konusunda kendini gözden geçirip yeniden kurmaya girişmeyenlerle yol alınabilir mi?
Yalana-dolana, tezvirata-tevile, unutuşa-kaçışa göz yummamalıyız…
Yüzü devrimci ufka dönük düşünce ve davranışları “hayalperest meczupluk”, “olasılıksız” olarak sunanların birden “keskinleşmesi”ni “şerdeki hayır” olarak yorumlamak mümkün değil; yapılması gereken, dünü unutmadan geleceği biçimlendirecek bugünü konuşmaktır…
DURUM(UMUZ) YA DA HÂL VE GİDİŞ
Aziz Nesin’in, “Hangi taşı kaldırsan altından Zübükzâde çıkıyor… Yüzde altmışımız aptal, Yüzde doksanımız da korkak,” tespitinin doğrulandığı 14-28 Mayıs 2023’ün akabinde coğrafyamız toplumun acı çekeceği sancılı ve çatışmalı bir döneme giriyor. Emekçilerin seçim sandığına inancı sarsıldı; beşeri kriz derinleşerek çöküşe evriliyor; bu koşullarda “demokrasi” yaygaralarından kurtulun(a)maz ise, geriye kurtarılacak pek bir şey kalmayacak…
Kolay mı?
Sömürünün insan havsalasını zorlayacak boyutlara çıktığı, doğanın yağma ve talanının zirve yaptığı, ekolojik yıkımın pupa-yelken yol aldığı çöküş tablosunda her şey gözler önünde gerçekleşirken; ne yazık ki olup da bitmeyeni seyretmekle yetiniyor büyük çoğunluk…
Bu(nlar) Hermann Broch’un, “Kitle, bir liderin şahsında rüya görmüşse, rüya kâbusa döndüğü zaman uyanmaz, uyanamaz; tersine uykuya sımsıkı sarılır,” ifadesindeki yabancılaşmaya mündemiç bir kapitalist devlet pratiğinden mülhemdir. V. İ. Lenin’in, “Devletin farklı egemenlik biçimleri olabilir: Sermaye, gücünü şu yapılanışında bir biçimde, bu yapılanışında bir başka biçimde gösterebilir; ama işin özü değişmez ve iktidar hep sermayenin elinde kalır,” notunu düştüğü hâl(ler)e ilişkin Friedrich Engels de ekliyor:
“Devlet, kendini insan üzerindeki ilk ideolojik güç olarak sunar bize. Toplum, dış ve iç saldırılara karşı ortak çıkarlarını savunmak üzere kendisi için bir organizma yaratır. Bu organizma devlet iktidarıdır. Devlet daha doğar doğmaz, kendini toplumdan bağımsız kılar ve belli bir sınıfın organizması hâlinde geldiği ölçüde ve bu sınıfın egemenliğini doğrudan doğruya üstün kıldığı ölçüde, bu bağımsızlığı daha da büyük olur. Ezilen sınıfın egemen sınıfa karşı savaşımı, zorunlu olarak siyasal bir savaşım hâlinde, ilkin bu sınıfın siyasal egemenliğine karşı yürütülen bir savaşım hâlinde gelir; bu siyasal savaşımın ekonomik temeli ile olan ilişkisinin bilinci bulanıklaşır, ve hatta büsbütün kaybolabilir.”[6]
“Türkiye, büyük bir hızla tam teşekküllü bir AKP hegemonyasına doğru gidiyor. 14-28 Mayıs’tan sonra bu kez yerel seçimlerde de metropolleri -ve bütün Türkiye’yi- AKP’ye teslim edip ‘emekliye ayrılmayı’ bu kadar şehvetle arzulayan bir muhalefet varken, korkarım ki ortaya başka bir sonuç çıkmayacak. İnsanlar artık bezmiş durumda. Hepsi de birbirinden farksız kodamanların yukarıda tepişmeleri, karanlık toplantılar, ırkçılara yaltaklanmak için yapılan “gizli” bakanlık protokolleri, pek yakında kasetler filan… Bin türlü rezaletten iyice bunalmış insanlar büyük bir umutsuzluk dalgasının içinde tükenip gidiyorlar,”[7] haklı saptamasının altını çizmekte büyük yarar var; ve bundan çıkartılması gereken ilk sonuç: Ezilenlerin kapitalist devleti karşısına alıp, meydan okuyan politikalar üretmesi dışında negatiflerinden kurtulamayacağıdır. İş bu nedenle “Belki de günümüzde amaç, ne olduğumuzu keşfetmek değil, ne olduğumuzu reddetmektir,” uyarısıyla Michel Foucault’ya kulak vermekten geçiyor.
Lakin… Kendini sosyalist olarak niteleyen hareketlerin, devrimci komünizmin ideolojik ve siyasal çizgisinin dışına düşüp, radikal demokrat parlamentarizm ile iştigal ettiği, sağcılaşarak CHP’ye ayak uydurduğu verili durumda “Yenilgiden değil, sosyal reformist partilerin politik iflasından söz edilebilir,”[8] yollu tevillerle de içine düştüğümüz hâli açıklayıp, aşamayız.
Çünkü şu soru kaçınılmazdır: iyi tamam da, mahkûm edilenin devrimci alternatifi nerede?
Görülmesi gerek; coğrafyamızda sosyalistlerin işçi sınıfı ile emek cephesinde varlığının dahi tartışmalı hâle geldiği bir durumdur söz konusu olan; H. Selim Açan’ın, “Sosyalizmi unuttuk, sınıflar gerçeğini ve işçi sınıfını unuttuk, devrimci kitle çalışması anlamında ‘suda balık olmayı’ unuttuk,”[9] satırlarındaki üzere.
Bunu nasıl aşacağız? Daha net ifade edersek: Son yıllarda “moda” olan post-modern radikal demokrasi zırvası ile işçi sınıfı siyasetinden uzaklaşma yerine, “Devrimin Güncelliği” perspektifiyle “11. Tez”i hayata geçiren M-L perspektifin örgütlülüğünü nasıl ikame edeceğiz?
Musa Piroğlu’nun “Sosyalist hareket, devleti karşısına almadan ve halk kitleleriyle doğrudan temas kurmadan krizini aşamaz… Devrimciliğin ahlâki bir tutum belirlemeye indirgendiği, mücadelenin sosyal medyaya sıkıştırıldığı bir momentte sosyalist hareketin doğrudan devleti karşısına alan ve halk kitleleriyle yaşam yerleri, işçi sınıfıyla çalışma alanları üzerinden doğrudan temas kuracak bir konuma geçmeden kendi krizini aşma şansı yoktur,”[10] yanıtı haklı olabilir; ancak zorunlusu olduğu ve Umut gazetesinden Ali Efe’nin eleştirileriyle taçlandırılmış bir pratikle elbette![11]
SAĞCILAŞMA = CHP’NİN “SOLU”
V. İ. Lenin’in tarihsel önemdeki, “Bütün sorun, sosyalistlere yakışan bir biçimde mi hareket edeceğiz, yoksa emperyalist burjuvazinin kucağında ‘Son nefesimizi’ mi vereceğiz? sorunudur,”[12] dikotomisini coğrafyamıza “Devrimcilere yakışan biçimde mi hareket edeceğiz, yoksa resmî ideoloji ve varyantlarının kucağında ‘Son nefesimizi’ mi vereceğiz” biçiminde yeniden formüle edilebilir…
“Seçim taktiği”, “Nefes almak istiyoruz”, “Cehennemin kapılarını kapatmak” vb. argümanlarla sunulan “demokratik”(!) sağcılaşma = CHP’nin “solu” risksiz kolaycılığı[13], göz boyacılıktan başka anlam taşımayan Chantal Mouffe-Ernesto Laclau radikal demokrasi şampiyonluğuydu!
Yani düzen içi siyaset, düzen dışı olduğu “iddia”sıyla politika yaptığını savunan odakları da etkisi altına almıştı.
Friedrich Engels, “Ondan ödünler koparabiliriz, ama (…) bizim kendi sorunlarımızın başarılmasını ondan asla istememeliyiz,” sözleriyle CHP’nin “solu”nu çok öncelerden uyarmış olsa da; bunun böyle olmasında şaşırtıcı bir şey yoktu. Çünkü kimlik siyasetine sarılan post-modernizmin baskın eğilim olarak yükselmesi solu kitlelerden koparıp, sıradan “sivil toplum”cu beklentiler labirentine -“Üçüncü Yol” alt başlığında- mahkûm etmişti!
Söz konusu soru(n) 14-28 Mayıs 2023’de Kemal Kılıçdaroğlu’yla kol kola yürümek trajedisini devreye sokarken; 1 Mayıs 2023’de en açık biçimde gözler önüne serildiği üzere, devrimci faaliyetler askıya alınıp CHP’ye yedeklendi.
Bunun hesabını kim, nasıl verecek?!
Oy istenen Kemal Kılıçdaroğlu patentli “CHP Nedir” bunu bilmeyen var mıydı ki?
Karşılıksız “iddialar”a, “değerlendirmeler”e ilişkin yanıtın dahi gereksiz olduğu mevcut tabloya dair Ergin Yıldızoğlu şunları diyor:
“Seçimden 12 gün sonra konuşmaya cesaret edebilen Kemal Kılıçdaroğlu’nu sorulara cevap vermeye çalışırken izleyince aklıma, ‘İktidar çürütür’ sözü geldi. ‘İktidarsızlık’ da çürütebiliyormuş.
CHP’nin başına, bir kaset olayıyla gelen Kılıçdaroğlu, o günden itibaren bu son seçimlere kadar hep aynı siyasi taktiği izledi: Etrafına topladığı ‘acayip’ danışmanlarının aklına uyup, siyasal İslâm’ın seçmeninden oy alabilmek için, laik Cumhuriyetçi, halkçı tabanını ihmal ederek, CHP geleneğinden uzaklaşarak, siyasal İslâm’ın söylemine yakınlaşmaya çalıştı. Sonunda CHP bir geleneği ve bir gelecek projesi olmayan bir yapıntıya dönüştü…
Kılıçdaroğlu, ‘Her şey benim açımdan doğruydu. Bir pişmanlık söz konusu değil’ diyor. Yaptıkları ‘demokrasinin gereği’ymiş. Peki, rejimin güçler ayrılığını imha etmiş, medyayı tekeline, YSK’yi etkisi altına almış, güvenlik güçlerini ‘siyasallaştırmış’ olması, son andaki ‘karartma altındayım’ gözyaşları, sandıklarda yaşanan hile hurda, zorbalıklar ne anlama geliyor? Tüm bu manzaranın karşısında hâlâ ‘demokrasinin gereği’ gibi laflar etmek, ‘hangi demokrasi’ gibi absürd bir soruyu gündeme getirmekten öte, var olan rejimi ‘demokrasi’ olarak tanımlayıp meşrulaştırmış olmuyor mu?
Gelinen noktada, çürümeye bir de ‘koltuğunda’ kalabilmek için absürd fantezilere sığınma çaresizliği ekleniyor: ‘Ağır bir yenilgi almadık. Tabloyu ağır yenilgi olarak görmeyi asla kabul etmem’ Rejimin geleceğinin oylandığı bir seçimde yenilginin derecesiyle uğraşmak saçmalıktır. Rejim bu seçimlerle kendini konsolide ederken Kılıçdaroğlu’nun yenilgisinin ne kadar hafif ya da ağır olmasının, ‘Öyleyse ben devam edebilirim’ bencilliğinden öte zerre kadar anlamı yoktur.
Diğer taraftan ne yazık Kılıçdaroğlu’nun yerine ismi aday olarak geçen kişilere bakınca biraz daha sağ, biraz daha genç, biraz daha karizmatik versiyonlar adeta kâbus gibi geliyor. İnsanın da CHP için, ‘Ne yerse yesin’ diyesi…”[14] geliyor.
Bilmeyen var mı? Bin yamalı bir bohça, devlet partisi CHP…
İçinde milliyetçi dünya görüşünü savunanlar; hatta İttihat Terakki çizgisinin değerlerini bugün de egemen kılmak isteyenler; devlet kapitalizmini solculuk sananlar; daha neler, neler var. Ancak “CHP’de emeğin adı yok.”[15]
Siz bakmayın oy yüzdesine, esasta marjinal bir partidir CHP. Ne yaptığı, ne istediği meçhuldür. “Bugünkü CHP laik, halkçı, reformcu, devletçi değildir. Cumhuriyetçiliğin ve milliyetçiliğin ne anlama geldiği artık belirsizdir.”[16]
Onu “sol bir parti olarak düşünmek” ya da “sol ittifakın kapsamında ele almak” müthiş bir yanılgıdır. Hele hele Kürt hareketi şahsında, “Kılıçdaroğlu, ‘Öcalan’la masaya oturmam’…”;[17] Tarhan Erdem, “CHP Kürt Sorununda samimi değil”;[18] Mustafa Sönmez, “CHP Kürt sahnesinde gecikmiş,”[19] denilirken…
Sağının da sağına savrulan, kendine inancını yitiren “CHP’de bir değişim ve yenilenme süreci kaçınılmazdır,”[20] deniliyor denilmesine de, bu mümkün değildir.
Çünkü o artık bir belirsizlikler yığınından başka bir şey değil; CHP Grup Başkanı Özgür Özel, “Partimizin almış olduğu en ağır yenilgilerde dahi, baraj altında kaldığımızda bile yaşanmamış bir öfke söz konusu. Bu durumun yok sayılması kaygılarımızı artırıyor”;[21] Deniz Zeyrek, “Sağcılaşan, taklitçi, lideri liyakatsiz kadrolarca kuşatılan bir ana muhalefet partisi Türkiye’nin bu patinajdan kurtulmasını sağlayamaz,”[22] derken Hurşit Güneş, “Sağ paradigma çöktü!”[23] vurgusuyla hemen her şeyi özetliyor!
Şimdi tekrar soralım: Verdiği bir demeçte seçim sonuçlarını yenilgi olarak görmediğini söyleyip; “Sonuç yüzde 60’a 40 olsaydı bir yenilginin varlığından söz edilebilir,” diyen ve ittifaklar deyince aklına sağındaki akımlar gelen, ekonomi deyince neo-liberalizmin ötesine bakamayan, özgürlük dayanışma deyince aklına başörtüsü filan gelen bir CHP ile mümkün mü?
“Mümkün” diyerek, Kılıçdaroğlu’na methiyeler düzenler ayağa kalkın, söz sizin!
SEÇİM(SİZLİK)LER İLE PARLAMENTARİZM
Dönemin siyasal ruhu “demokrasicilik” oyununa göre biçimleniyorken; seçimleri de temel mücadele biçimi hâline getiren parlamentarizmin reytingi oldukça yüksek…
Seçimden sonra bile, “Seçim sonuçlarında bir iktidar değişikliği söz konusu olsaydı,”[24] saptaması hazin bir ifade: İlki “Seçimler ile hükümet değişir, iktidar değil”-; ikincisi, dilek kipiyle politik tahliller yapıl(a)maz…
Bu konuda “İki seçimin sonuçları üzerine yapılan yorumların hiçbirine katılmıyorum: Şöyle olsaymış da böyle olsaymış da seçimin sonucu şöyle olurmuş… Olmazdı!,”[25] diyen Özdemir İnce haksız mı?
“Kaybedilen 14-28 Mayıs seçimleri siyasette taşları yerinden oynattı, değişim umutlarına darbe indirdi ve değişim dinamiklerini örseledi”;[26] “Rejimin oylandığı bir seçimi geride bıraktık,”[27] türünden ifadeler öznel hissiyatların ötesinde ekonomi-politik bir kıymet-i harbiye taşımıyorken; V. İ. Lenin’in, “Belirli bir süre için parlamentoda halkı, yönetici sınıfın hangi bölümünün ayaklar altına alacağına, ezeceğine dönem dönem karar vermek: Yalnızca anayasal parlamenter krallıklarda değil, en demokratik cumhuriyetlerde de burjuva parlamentarizminin gerçek özü budur”;[28] William Morris’in, “Parlamento bir açıdan bakıldığında üst sınıfın çıkarlarına zarar gelmemesi için çalışan bir tür izleme komitesi diğer açıdan da bakıldığında insanların kendi meselelerini yönetmede bir payları olduğunu sanmalarını sağlayan bir tür perde değil miydi?” saptamalarını aktarmakla yetinmeyip, bu çıkarsamaların, coğrafyamızda yaşadığımız 14-28 Mayıs Seçimleri gibi deneyimlere benzer tarihsel durumlara dayandığını vurgulayalım ve belirtelim:
Seçimler ile Türkiye’nin siyasal denkleminden Recep Tayyip Erdoğan “çıkınca” birçok şeyin değişeceğini düşünmek, ne büyük bir gafletti; ayrıca AKP’den ya da Erdoğan’dan da bir seçimle kurtulabileceğimiz zannı da…
“Halk Meclisleri”, “Direniş Komiteleri”ni unutup, sadece parlamentarizme yedeklenen Kürtler ve solcular seçimlerde hiçbir şeyi belirleyemeyerek yedeklenmiş bir sürüklenişin figüranlığı ötesine geçemediler ve bu hususta “Yenilgiyi ilan eden şey seçim sonuçları değil, seçimlerin tek başına tayin edici bir durak olarak bellenmesi” idi.[29]
Tam da, “Seçimlere girmek, özeleştiri gerektirmeyen, ülkedeki siyasal ve toplumsal gerçekliğin dayattığı devrimci bir faaliyetti… Burada biriken enerji iktidarın zirvesine yöneltilebilir, Erdoğan yenilebilir, faşizm geriletilebilirdi,”[30] spekülasyonunda varsayıldığı gibi…
Fikret Başkaya’nın, “Sefil seçim oyunu”[31] vurgusu eşliğinde, unutulmasın: Seçimler ile radikal bir hareketlenme yaratılamazken, devrimci enerji (ve umut) da sandığa gömüldü. “Açık konuşalım: Türkiye sosyalist solunun ezici çoğunluğu parlamentarizm sapmasından mustariptir. Bu da yeni bir şey değildir. Sendika.Org seçimi değerlendirdiği yazısında ‘seçim gecesinden itibaren önümüzdeki yerel seçimler dillendirilmeye başlandı’ diyor. Çok doğru. Doğruluğunun yanı sıra, bunu yapan sosyalistlerin de hiçbir deneyimden hiçbir ders almaya açık olmadığını gösteriyor.”[32]
“ÖZELEŞTİRİ” Mİ?!
Sınıf çizgisine içkin özeleştiri eylemle verilirken;[33] bu saptama coğrafyamız solunun önemli bir kısmı için geçerli değildir. Ve tam da bu nedenle “özeleştiri”li ya da “özeleştiri”siz, solda bir ayrışma yaşanacaktır.
Yani ya emek eksenli talepler mücadelesi seçim politikalarının parlamentarist manevralarına eklemlenecek ya da güçlü bir sokak hareketi inşa edilmesi için seferber edilecek.
Bunun orta yolu da, “Üçüncü Yolu” da yok. Ezilenler ile ezenler arasındadır bu hesaplaşma!
Tam da bu ufukta kimileri (onlar her kim ise!) inanılmaz bir hesap hatasıyla Kılıçdaroğlu’nun ardına dizilerek “Üçüncü Yol” adına (şöyle ya da böyle!) ezenlerin değirmenine su taşıdılar!
Tam da bu noktada Gültan Kışanak, “Özeleştiri süreci bir günah keçisi bulup, diğer yanlışları- eksikleri görmeme- göstermeme hâli değildir. Özeleştirinin, amaca hizmet etmesi için; yani yanlışları düzeltebilmek için yapılması gerekir,”[34] derken; HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Özlem Gündüz, “Direnişi büyüteceğiz. Üçüncü Yol’a daha çok odaklanmalıyız. Tarafsız kalmak değil; her iki kutba da payanda olmadan ezilenler adına özgün siyaset yürütülmeli…”[35]
HDP Eş Genel Başkan Yardımcısı Tayip Temel, “Halkımız pratiğimizi eleştiriyor, yönetme biçimimizi eleştiriyor ama siyasi çizgimizi destekliyor. Oy kaybımız toplumun HDP fikriyatını benimsememiş olmasıyla ilgili değil, bizim parti ve ittifak olarak yaptığımız yanlış hesaplamalardan ve hatalardan, üzerimizdeki yoğun baskıların yan etkilerinden kaynaklanıyor…”[36]
Seydi Fırat da, “Uzun süredir yapıla gelen politik ve pratik faaliyetler ve siyaset tarzının Üçüncü Yol’un siyasal çizgisi temelinde yeniden muhasebeye tabi tutulması gereklidir, hatta zorunludur. Seçim sonuçları artı ve eksikleriyle buna bir kez daha vesile olsun, olmuş bulunuyor,”[37] diye ekliyor.
Ancak burada bir soru(n) var; o da Kılıçdaroğlu’nun ardına dizilme yanılgısı “Üçüncü Yol” fikriyatına endeksli “radikal demokrasi”, “yenilenme”, “XXI. yüzyıl sosyalizmi”, “Geçmişi aşmak” vb’i “iddia”ların açmazından beslenmedi mi? (Bu yanılgı son 20-30 yıldır hem Avrupa, hem Latin Amerika hem de ABD’de birbiri ardı sıra, tekrar tekrar yaşanmıyor mu? “Marksist” kökenli “üçüncü yol”cu partiler, geçmişlerine dair köklü “özeleştiri”lerde bulunup “demokrasi” adına, hükümet olsalar dahi sağa taviz üzerine taviz vermiyor, nihayetinde neo-liberal politikaların biraz daha “sosyal adaletçi” uygulayıcılarına dönüşmüyorlar mı?)
Alın size bir örnek: “Solun krizi oldukça derin ve karmaşık bir yapıya sahip, XX. yüzyılın ezber kavramları ve alışkanlıklarıyla ve her fırsatta ‘durmadan kendine vuran’ bir ‘özeleştiri’ saplantısıyla aşılamaz. Bu basit bir hatalı tutum sorunu değil ki özeleştiriyle aşılsın. Üstelik aşılması gereken eski dönemin yönelimleri kendi dönemlerinde ‘yanlış’ değildi ki özeleştirisi yapılsın. Sorun, içinde olduğumuz kapitalizmin yaşadığı dönüşüm ve bu dönüşümün günümüzün komünistlerine dayattığı yeni paradigma, yeni kavramlar ve yeni örgütlenme yönelimlerinin keşfedilmesidir.”[38]
Birilerinin parlamentarist emellerinin nihayette yol açtığı hayal kırıklığı, yaratılan enkaz karşısında özeleştiri, kendine vuran bir saplantı değil; zorunluluktur. Bundan kaçınılamaz!
Liberalizmin üzerilerindeki etkilerini görmezden gelenler; Hasan Cemal ve Cengiz Çandar’ın YSP listelerinden aday gösterilmesi konusunda susmayı mı, yoksa hesap vermeyi mi düşünüyorlar!
Ayrıca “XX. yüzyılın ezber kavramları ve alışkanlıkları” derken ML’den mi söz ediyorsunuz? (Merak ettik!)
Bu arada “Yeni paradigma, yeni kavramlar ve yeni örgütlenme yönelimlerinin keşfedilmesi”ne ilişkin “boş vaat” tekerlemelerini o kadar çok dinledik ki, yetti de arttı.
“Bugün sola düşen görev, siyaseti yeniden toplumsallaştıracak yollar bulmak,”[39] vurgusuyla iştigal edenlere ve “Yeni paradigma, yeni kavramlar ve yeni örgütlenme”den söz edenlere soralım: Nedir bu yıllardır döne dolaşa gerekliliğini vurguladığınız, ama bir türlü tanımlayamadığınız “yeni”, anlatın da öğrenelim!
Devrimciler için özeleştiri tartışması, bir hesaplaşma meselesidir ve “susuş kumkumalığı” ya da kısa vadeli açıklamalarla geçiştirilmesi mümkün değildir.
Bir de işçi sınıfından kopukluğun, kaçışın deşifrasyonu ve aşılması için tarihsel bir imkândır Friedrich Engels’in izahındaki üzere:
“Tarih öyle bir biçimde ilerler ki, nihai sonuç, her zaman birçok bireysel irade arasındaki çelişkilerden doğar; bu bireysel iradelerin her birini, ne ise o yapan şey de bir yığın tikel yaşam koşullarıdır. Böylece, bir bileşke -tarihsel olay- doğuran, birbiriyle kesişen sayısız kuvvet, sonsuz bir paralelkenarlar dizisi oluşturur. Bu bileşkenin kendisi de bir bütün olarak bilinçsiz ve istençsiz işleyen bir gücün ürünü olarak görülebilir. Çünkü her bireyin iradesini diğerleri engeller ve sonuçta ortaya çıkan, kimsenin istemiş olduğu şey değildir.”
“REALİST SOL”LA HESAPLAŞMA
Hepimize V. İ. Lenin’in, “Soyut gerçek diye bir şey yoktur. Gerçek, her zaman somuttur,”[40] saptamasını anımsatan 14-28 Mayıs 2023 Seçimleri’ne karşılığı olmayan bir “iyimserliğin zafer havası”yla girildi. “Realist sol”, kendini “ana muhalefet”ten ayrıştıramaması yanında, ona “kayıtsız koşulsuz” eklemlenerek feci bir performans sergilerken; “Seçim sürecinde ortaya çıkan ittifak düzlemi maalesef bizim siyasete yaklaşımımız ve savunduğumuz çerçevede gelişemedi,”[41] mazeretine karşın devreye giren kaçınılmaz sonuç da “realist sol” ile hesaplaşma açısından elverişli bir durum yarattı.
Söz konusu hâl, elbette, seçim sonuçlarının ötesinde ele alınıp irdelenmeli; neden siyasal süreçlere bağımsız bir özne olarak müdahale edilemedi; işçi sınıfı kavgasının yolunun örülemediği; veya başkalarının kavgasında figüran olduğu; Aziz Nesin’in, “Kendine hayrı olmayanın memlekete hiç hayrı olmaz”; Wayne Dyer’in, “Hayatımız; yaptığımız tercihlerin toplamıdır”; Oscar Wilde’ın, “İnsanların kendisiyle yüzleşmeye yüzü yoksa, başkalarının hatalarıyla oynar durur,” uyarıları ekseninde ele alınmalıyken; CHP ve HDP merkezli gündemlerin ötesindeki bir süreç başlatılmalıdır.
Hem de “Millet İttifakı’nın etrafında hizalanmayla somutlaşan seçim taktiği kitleler tarafından sorgulanıyor, eleştiriliyor. Ehven-i şer bir yönelimle kitlelere bir başka faşist ittifakı adres gösteren HDP’ye tepkiler ve eleştiriler esas olarak da kendi kitlesinden geliyor”[42] ve “İttifaktan vazgeçilmemesi yönünde çok net bir görüş var ama benzer bir ittifak sürecinin hepimiz için yıkım olacağını halklarımız çok net bir biçimde ifade etti,”[43] denilmekteyken…
Bu da düşünce/ ve davranış meselesinde, olması gerekeni gündemin ilk maddesi kılmayı “olmazsa olmaz” kılıyor.
DÜŞÜNCE/VE DAVRANIŞ MESELESİ
Devrimci düşünce/ve davranışın Friedrich Schiller’in, “Her şeyi kurtarmak için her şeyi riske atmalıyız,” mottosundan ders alacağı çok şey olduğu kanaatindeyiz; elbette bir de Attila İlhan’ın, “O sözler ki imgelem sonsuzluğunun/ Ateşten gülüdürler/ Kelebek çarpıntılarıyla doğarlar ölürler/ O sözler ki kalbimizin üstünde/ Dolu bir tabanca gibi/ Olup ölesiye taşırız/ O sözler ki bir kere çıkmıştır ağzımızdan/ Uğrunda asılırız,” dizelerinden…
Söylediğimiz sözleri her gün ya revize edip ya da unutarak ilerleyemeyiz; Aziz Nesin’in, “İnsan yalnızca söylediklerinden değil, sustuklarından da sorumludur,” ifadesindeki üzere…
Hatırlayın: “Realist sol” için ne pahasına olursa olsun, Erdoğan’ın gitmesi aslî mesele, ötesi ise “teferruat”tı…
Tam da bunun için CHP’nin kuyruğuna takıldılar. Ardından da devrimcileri, Erdoğan’a destek vermekle suçladılar!
Ne ilginçtir ki kendilerini “Devrimci Marksist”, “Bolşevik-Leninist” vb’i sıfatlara layık görüp; Behice Boran’ın, “Avrupa Komünizmi etiketli partilerin en önemli özelliği pragmatizm; sosyalizmin bilimselliğini, evrensel ilkelerini bir yana bırakıp, oylarını arttırarak bir an önce iktidara gelme kaygısındalar,”[44] ifadesindeki noktaya konumlanan legal bir partiden
İstanbul 1. Bölge adayı olup, “Bir oy da Kemal’e” diyenlerden bir Troçkist şunları ifade ediyor:
“14/28 Mayıs seçim sonuçları, bir siyasal çevrimin sonuna geldiğimizi gösteriyor. Tüm muhalefeti ‘Erdoğan karşıtlığı’ ve parlamenter sisteme dönüş asgari müştereği zemininde birleştirmeyi esas alan stratejik önerme duvara toslamıştır. Bize ait olmasa da sosyalist hareket ve toplumsal muhalefet güçleri üzerinde de mutlak hâkimiyet kurmuş bu stratejik önermenin yenilgisi bizim de yenilgimizdir. Bu yenilgiden çıkış, ancak yanlış bayraklar altından çıkıp mevcut tüm namüsait şartlar içerisinde de olsa kendimize ait bir stratejik hipotezi şekillendirmeye başlamamızla mümkün hâle gelecek”
“Mesele, sosyalist hareketin düzen içi muhalefetin siyasal hedef ve projeksiyonlarıyla arasına belirgin bir sınır çekmemesi”
“Proletaryanın bağımsız bir siyasal parti olarak örgütlenmesi”
“Bütün eksiklerine ve ‘liste’ tartışmaları nedeniyle Kürt hareketiyle oluşan ve acilen telafi edilmesi gereken karşılıklı kırgınlıklara karşın seçimde dikkate değer bir başarı elde eden Türkiye İşçi Partisi böylesi bir çizginin toplumsallaştırılması açısından kritik bir konumdadır.”
“Eskilerin tabiriyle “demokratik görevlerle sosyalist görevlerin” belki de hiçbir zaman olmadığı kadar kaynaştığı bir devirde olduğumuzu bir an bile unutmamalıyız.”[45]
İnsan hafızasının nisyan ile malûl olduğunu varsayan bu hâle de denilebilir?
Türkiye İşçi Partisi (TİP) Genel Başkanı Erkan Baş, partisinin MYK toplantısının ardından verdiği mesajda, “Kaybedecek tek dakikamız bile yok. TİP ve 1 milyon seçmeni an itibariyle Sayın Kılıçdaroğlu’nun kazanması için kararlı biçimde çalışmaya başlıyor. Vazgeçmeyeceğiz, direneceğiz, umudu artıracağız. Biz kazanacağız!”[46] derken; Zafer Partisi Başkanı Ümit Özdağ’ın Kılıçdaroğlu ile pazarlıkları herkesin (b)ilgisi dahilinde değil miydi? (Bu arada anti-emperyalizm ve NATO meselesini de unutmuş değiliz!)
“Duvara toslayan stratejik önerme”nin bir parçası olanların; “düzen içi muhalefetin siyasal hedef ve projeksiyonlarıyla arasına belirgin bir sınır çekmeyenler”in; “Proletaryanın bağımsız bir siyasal parti olarak örgütlenmesi”yle yakından uzaktan bir ilişkisi ol(a)maz…
Ha bir de “Seçimde dikkate değer bir başarı elde eden Türkiye İşçi Partisi(’nin)… Böylesi bir çizginin toplumsallaştırılması açısından kritik bir konumda” olması mı? Yüzünü sağ çevirmiş siyasal pragmatizmin zaferi mi? Hadi canım sen de; YSP ile ittifak yapılmasaydı ne olurdu?!
Ayrıca “Solun politik programı ve hedefleri yok; biz böyle bir hedefi gerçekleştireceğimize inanmıyorsak kitleler neden inansın?”[47] görüşünü ifade edenlere sormadan geçmeyelim: Politik bir parti değil misiniz? Programınız (ve hedefleriniz) “yok” mu gerçekten? O zaman siz nasıl bir partisiniz?
Ve bir soru daha, seçimlerden önce “Bir oy Kemal’e” çağrısı yapıp, seçimlerden sonra “sol örgütsüz, işçi sınıfından kopuk, perspektif yoksunu, CHP kuyrukçusu vb. (öz)eleştirisi yapanlara… Sizler bu coğrafyanın sosyalist, Marksist-Leninist (ve hatta Maoist!), proletarya partilerinin yönetimlerinde değil misiniz? Elinizi tutan mı vardı? Neden bugün eleştirdiğiniz, söylemlere, politikalara dört elle sarıldınız?
Her neyse; burada Fidel Castro’nun, “Devrim, üzerine gül yaprağı serpilmiş yatak değildir… Herkes özgürlük ister. Ama ne acıdır ki, özgürlüğü kazanmak için savaşmak zorundasınız… Biz yenilirsek kalkar yine deneriz… Diktatör yenilirse sonları olur…”
Ya da Ulrike Meinhof’un, “Şunun veya bunun bana uymadığını söylersem protesto etmiş olurum. Direniş ise bana uymayan şeylerin olmasına meydan vermemem demektir…”
Veya Giuseppe Garibaldi’nin, “Beni takip etmek isteyenlere şunları vaat etmek zorundayım: Açlık, soğuk, kızgın güneş. Maaş yok, kışla yok, cephane yok; buna karşılık sürekli çatışmalar, zorunlu yürüyüşler, süngü çatışmaları var. Ülkesini ve zaferi sevenler peşimden gelsin!” sözleriyle somutlanan devrimci düşünce/ve davranışı anımsamamak mümkün mü?
“ULUSAL SORUN” VE HDP
Mustafa Suphi’nin yoldaşları olarak, “Ulusal Sorun”un muhataplarıyla “Aynı ateşin yaktığı ağıtlardan geliyoruz…” Hicri İzgören’in dizelerindeki üzere…
Söz konusu ateş hep 3 K’yı (Komünistler, Kürtler, Kızılbaşlar) yaktı; ama asla 4 Temmuz 1993’te ‘Sabah’taki köşe yazısından, “Olayların tetiği, Aziz Nesin’in provokasyonuyla çekiliyor ve…”[48] diyen Cengiz Çandar gibi yanar döner liberalleri değil!
Söz konusu tarihsel gerçeğin “Çandar ve Cemal’in de artık ‘HDP Bileşeni’…”[49] olması ile bir önemi kaldı mı?
Buna “HDP bir kitle partisi. Halkçı bir parti de diyebiliriz ona sanırım. Ve tabii, ulusal bir harekete yaslanıyor, Kürt halkının temsiliyetini esas alıyor. Dolayısıyla, böyle bir partinin geniş bir sınıfsal yelpazeyi içermesinde şaşılacak bir şey yok,”[50] yanıtını veriyor M. Ender Öndeş…
İsviçre çakısı gibi oldukça kullanışlı (ve post-modern tınılı) bir pragmatizm bu…
İfade edilen “geniş bir sınıfsal yelpaze” devlet katındakileri kapsamamak zorundayken; radikal demokrasi vurgusu elbette bir “kitle partisi” tanımını içerse de, Çin, Vietnam vd. deneyimlerin bize öğrettiği “halkçı bir parti” tanımını içer(e)mez!)
Ona buna aldırmadan;[51] “Ulusal Sorun”daki Leninist tavrımızı bir kez daha hatırlatalım:
“Kendi ulusunun başka uluslar üzerindeki en küçük baskısına izin veren hiçbir proleter, sosyalist bir proleter olamaz.”
“Sosyalistler, ulusların her türlü ezilmişliğine karşı mücadele etmeden büyük amaçlarına ulaşamazlar. Bu nedenle sosyalistler, hiç yılmadan ezen ulusların sosyal demokrat partilerinden (özellikle ‘büyük’ güç olarak anılan devletlerdeki partilerinden) ezilen ulusların kendi kaderini tayin hakkını, kelimenin tam da politik anlamıyla, politik ayrılma hakkını tanımalarını ve savunmalarını istemelidirler. Bu hakkı savunmayan egemen ya da sömürgeci bir ulusun sosyalisti, şovenisttir.”
“Ulusal boyunduruğa karşı mücadele mi? Evet, elbette. Her türlü ulusal gelişme için, genel olarak ‘ulusal kültür’ için mücadele mi? Elbette ki hayır. Kapitalist toplumun iktisadi gelişmesi, bize, bütün dünyada gelişmesi tamamlanmamış ulusal hareket örnekleri, bazı küçük ulusların birbiriyle kaynaştırılmasıyla ve bunların zararına olarak büyük ulusların kuruluşu örnekleri, ulusların özümlenmesi örnekleri sunmaktadır… Kendi kaderini tayin etme özgürlüğüne olan açık desteğimiz, bizi, hiçbir şekilde, her ulusun kendi kaderini tayin etme talebini destekleyeceğimiz taahhüdü altına sokmaz. Proletaryanın partisi olarak, Sosyal Demokrat Parti’nin pozitif ve başlıca görevi olarak gördüğü, halkların ya da ulusların değil, her ulustaki proletaryanın kendi kaderini tayin etme hakkını geliştirmektir.”
“Kim hükümetlerin bugün içine düştüğü zorluklardan toplumsal bir devrim için yararlanıyorsa, işte o, tüm uluslar için ancak ve ancak sosyalizmde hayat bulacak gerçek özgürlüğü savunuyor demektir.”[52]
İTTİFAK MI?
Kürt Ulusal Hareketi, Ekoloji Hareketi, Alevî Hareketi, Kadın Hareketi, LGBTİ+ Hareketi ve diğer tüm toplumsal muhalefet hareketleriyle iç içe geçmeden ve herhangi birine iltihak etmeden emek eksenli ittifaktan yanayız…
Eyleme yönelik ittifaklara ilişkin olarak Karl Marx’ın, “Sürecin ara adımları sonuçta ortadan kaybolur ve arkalarında bir iz bırakmazlar,”[53] vurgusu eşliğinde; Ingrid Bergman’ın, “Kendiniz olun. Dünya, özgün olana hayran olur,” uyarısını da kulaklara küpe edip Fransız Komünist Partisi (PCF)’nin deneyimini göz ardı etmemek gerek:
PCF 1920’de kuruldu. Siyasette ve ekonomide bir “alan” çizdi ve orada varlığını, sürekliliğini gösterdi. Üç kez iktidar ortağı, yani siyaseti şekillendirmede aktif oldu. Birincisi, 1936-1937’de üç partili Halk Cephesi Hükümeti’nde yer aldı. Başbakan, sosyalist Leon Blum’du. Cesur bir “ortanın ileri solu” lideriydi. Göreve başlayışının ertesi günü “Matignon Anlaşması” ile sermayeye büyük bir emek hakları paketini kabul ettirdi. Fakat Halk Cephesi, uzatmalar da içinde, 1938 baharına kadar sürdü. Büyük sermaye daha fazla izin vermedi.
PCF’nin ikinci iktidar ortaklığı 1940’taki Alman işgali ile filizlenmeye başlıyor. Komünistler halkın pek küçük bir yüzdesinin katıldığı “Direniş”i süreklilikle çalıştıran motordular. “Direniş” Fransa için bir “ulusal mücadele” idi. Sempati ve saygınlık kazandılar. İşgalin bitişiyle 1944 Eylül’ünde kurulan De Gaulle hükümetinin büyük ortağı idiler. Seçimde en yüksek oyu (yüzde 30 gibi) aldılar. 1944’te “Direniş”in hazırladığı “Kurtuluş Sözleşmesi” hükümetin programıydı: Devletçi bir ekonomi ve ayrıca Monnet’nin Beş Yıllık Planı. Soğuk Savaş hazırlıklarındaki ABD ise PCF’ye olumsuz bakıyordu. Savaş yıllarını Alman hapsinde geçiren Blum’a, 1946 başındaki Washington ziyaretinde, PCF’nin bulunduğu bir Fransız hükümetine yardım yapılmayacağı söylendi. Temeli 1947’nin mart ayında Truman’ca atılan, iç içe geçerek Soğuk Savaş’ı inşa eden yapı taşlarını biliyoruz. 1947 Mayıs’ında, yeni Başbakan Ramadier PCF’yi hükümet dışına itiverdi!
PCF’nin üçüncü iktidar ortaklığı 1981-1984 yıllarında. Sosyalist Parti Başkanı Mitterrand 1981 Mayıs’ında cumhurbaşkanlığı seçimini kazandı. Partisi de hazirandaki seçimlerde en yüksek oyu (yüzde 38) aldı. Yüzde 16’da kalan PCF ile bir “Ortak Program”da anlaşıp birlikte hükümet kurdular. Emeğin haklarını genişleten, ekonomide ciddi devlet yapılanması ile “cesur bir ortanın solu” programı idi. Mitterrand bir danışmanına “Kapitalizmin beline büyük darbe vuracağım!” demiş. Fakat 1983’te önce ekonomide iklim değişti. Bir yıl sonra PCF ayrıldı. Gidiş o gidiş oldu. Fransız siyasetinin o farklı “alan”ı eridi. “Sol”un sorumluluğu artık Sosyalist Parti’de kaldı.[54]
Daha sonra Sosyalist Parti de tabanını 6 Nisan 2016’de liberal Emmanuel Macron’un kurduğu ‘Rönesans/ Renaissance’ partisine kaptırdı.
Bunlar böyleyken; “Seçimlerde oluşan geniş demokratik ittifak, örgütsel düzeyde sürdürülemese bile, yaşam içinde yeniden üretilmelidir. Merkez sağ ve demokratik milliyetçi çevrelerin de bu oluşumun içinde olmasa bile yakınında bulunması sağlanmalıdır,”[55] türünden önerilere itibar edilmemelidir.
Zygmunt Bauman’ın, “Uzaklık coğrafi olmaktan çok zihinsel bir mesele olabilir,” uyarısı eşliğinde işçi sınıfı hareketinin bağımsız hattının nasıl kuracağı sorusu yanıtlanmadan ittifaklar kurmaya kalkışmanın sonuçsuz girişimler olduğu unutulmayıp; işçi sınıfının toplumsal yaşamın her alanında mücadelesini ve bağımsız politik örgütlenmesini güçlendirmeye gayret etmelidir.
“ÇÖZÜM” MÜ?
“İyi de çözüm ne” mi?
Bugün “özeleştiri” verenlerin (ya da vermeyenlerin) nicedir unuttuğu bir şey: Sınıf mücadelesi, sınıfın örgütlenip ücretli köleliğe karşı harekete geç(iril)mesi…
Bu güzergâhta Ellias Cannetti’nin, “Her sistemin umut verici yanı, o sistemden dışlanmış olanlardır”; Palmiro Togliatti’nin, “İşçi sınıfının güçlerini bir araya getirmek ve yönlendirmek, kapitalist rejimi desteklemek ya da sağlamlaştırmak değil, devrimci sınıf faaliyeti yoluyla onun yıkılmasını hazırlamak ve hızlandırmaktır,” uyarıları yol açıcı niteliktedir…
Kimileri “eski reçete” dese de taban örgütlenmesi ile profesyonel bir modern prense muhtacız yine/ ve yeniden…
Çözüm, “realist solun” mevcut varlığını ciddiye almayan, hatta onlardan vazgeçen toplumsal-politik özneler toplamını emek ekseninde derlemekten geçiyor.
Bunu yaparken aynı şiddette liberaller ile ulusalcılara karşı çıkıp, yeniden “Devrimin Güncelliği” perspektifiyle “11. Tez”i hayata geçirmeye yönelmeye; işçi sınıfının içine girip, onunla birlikte mücadele etmeye; parlamento fetişizmini, dar pazarlıkçılığı terk etmeye; resmî ideoloji ve ataerkiyle hesaplaşmaya; burjuva saldırganlığına karşı savunmayla değil, dik durup diklenerek politika yapmaya ve en önemlisi sınıf siyasetinin temel ihtiyacı olan bir güç siyasetine ihtiyacımız var.
“Bu ihtiyaç bugün sola hâkim olan söylem, gösteri siyasetinden kopuşu zorunlu kılar. Devrimci bir siyasal toplumsal gücü açığa çıkarmak günün en önemli görevidir. Bu görevi yerine getirmek, bu görevin en zor kısımlarını üstlenmek ara, alt kadroların, üyelerin değil merkezi kadroların, önderliğin işidir. Bizim 71 Devrimciliğinden öğrendiğimiz budur…
90’larda ihtilalci çizgisini, stratejik tutumunu Yalçın Küçük hocanın yazılı olmayan anlaşmalar dediği türden bir akıl tutulmasıyla kenara bırakan sosyalist hareket devrimci kimliğini bazen eksiklikleri çok göze batınca kullanır hâle geldi. İhtilalci ruhu, stratejik duruşu yitik kadavralaşmış yapılardan dava türemezdi, türemedi. Dönemin genç devrimci enerjilerini, birikim olasılıklarını da soğurup bürokratik işletme benzeri yapılarda öğüten bir konumlanıştır bu. İdeolojik, teorik, politik olarak liberal, post-modern, post-Marksist yaklaşımların örtük biçimde programa, propagandaya, örgütsel tavra, tarza sinerek hâkim hâle geldiği siyasi ve örgütsel sonuçlar ortaya çıktı.
“Kimsenin Lenin’den, devrimci bir partiden bahsettiği yok”ken;[56] altını ısrarla çizmemiz gereken tam da budur…
“SONUÇ YERİNE”
Herkesin malumu olduğu ve ‘Credit Suisse’in raporuna göre, Türkiye’deki toplam 1 trilyon 41 milyar dolarlık servetin yüzde 39.5’lik kısmı, nüfusun sadece yüzde 1’lik kesiminin elinde, nüfusun en zengin yüzde 10’unun servetten aldığı pay ise yüzde 69.8.
En zengin yüzde 5’in serveti kalan yüzde 95’in toplamından fazlayken; en yoksul yüzde 30’luk kesiminin servetten aldığı pay ise ekside. Yani yetişkin nüfusun yüzde 30’unun servetini topladığınızda ortada servet değil yaklaşık 1 milyar dolarlık net borç oluyor.[57]
Cemal Süreya’nın, “Kötülüklerin büsbütün/ Egemen olduğu/ Namussuz bir çağ bu biliyorsun” dizeleriyle müsemma verili çöküş tablosunda yaşananların zirve yapacağı ekonomi-politik dönüşüm -2024 yerel seçim sonrası- beşeri sonuçlarını kesinleştirecekken; “Dünyayı anlamak yetmez, onu değiştirmek gerekir,” vurgusuyla şunların altını çiziyordu Karl Marx:
“Nasıl ki dünya soyutlamalar yoluyla felsefe hâline gelmişse, felsefe de somutlaşarak dünya hâline gelecektir”…
“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir. Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur”…
“Eleştirimiz, ne kendi sonuçlarından, ne de var olan güçlerle düşeceği çelişkiden korkar”…
“Eleştiri silahı, silahların eleştirisinin yerini kuşkusuz alamaz; maddi güç ancak maddi güçle yenilebilir; ama teori de, yığınları sarar sarmaz maddi bir güç durumuna gelir”…
“Gerçekte ve pratik materyalist için, yani komünist için sorun, mevcut dünyayı köklü biçimde dönüştürmek, var olan pratik duruma saldırmak ve onu değiştirmektir”…
Son söz de Orhan Veli’nin dizelerinden: “Çatlamak üzere olan tomurcuklar/ Güzel günler vâdetmededir…”
SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER
N O T L A R
[*] Kaldıraç Dergisi, No:266, Eylül 2023…
[1] Nâzım Hikmet.
[2] Ludwig Feuerbach, Hıristiyanlığın Özü, çev: Devrim Bulut, Öteki Yay., 2004.
[3] Bkz: i) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “14-28 Mayıs 2023 Seçim(ler)inin Eleştirel Hikâyesi”, Kaldıraç Dergisi, No:264, Temmuz 2023… ii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Seçim Tavrı(mız): Oyumuz Devrime!”, Kaldıraç Dergisi, No:262, Mayıs 2023… iii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Yolun Kendisi Olmak veya Seçim(ler)e Dair Uyarı(lar)”, Newroz, Mart 2023… https://temeldemirer.wordpress.com/2023/03/16/yolun-kendisi-olmak-veya-secimlere-dair-uyarilar/ iv) Temel Demirer, “Zaman Ancak Karar Vermek İçin Var”, Sosyalist Mezopotamya, No:13, Aralık 2022… v) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Öncesi ve Sonrasıyla Süreklilik İçinde Kopuş: 2015’in ‘Bugün’ü”, Newroz, Şubat 2022… https://temeldemirer.wordpress.com/2022/02/13/oncesi-ve-sonrasiyla-sureklilik-icinde-kopus-2015in-bugunu/ vi) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “… ‘İttifak İzah(at)ları” Üzerine”, Kaldıraç, No: 246, Ocak 2022… vii) Temel Demirer, “Tarihin Sıkıştığı Andayız: Özgürlük ve Emek Cepheleri Birleşmeli”, Kadir Güney, Mezopotamya Ajansı, 11 Kasım 2021… https://temeldemirer.wordpress.com/2021/11/12/tarihin-sikistigi-andayiz-ozgurluk-ve-emek-cepheleri-birlesmeli1/ viii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “… ‘Lüzum’ Üzere: Bir Kez Daha İstanbul Seçimi”, Newroz, Temmuz 2019… https://temeldemirer.wordpress.com/2019/07/07/luzum-uzere-bir-kez-daha-istanbul-secimi/ ix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “istanbul Seçimi-Bir Değerlendirme”, Newroz, Haziran 2019… https://temeldemirer.wordpress.com/2019/06/30/istanbul-secimi-bir-degerlendirme/ x) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Seçim Sonuçları: ‘Demokrasi Güçlerinin Zaferi’ mi?”, Newroz, Nisan 2019… https://temeldemirer.wordpress.com/2019/04/04/secim-sonuclari-demokrasi-guclerinin-zaferi-mi/ xi) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Var Olandan Kopmak İçin Yerel Seçim ve Soru(n)ları”, 22 Ocak 2019… https://temeldemirer.wordpress.com/2019/01/24/var-olandan-kopmak-icin-yerel-secim-ve-sorunlari/ xii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “24 Haziran Seçim(ler)i ve Tavır(ımız)”, Newroz, Haziran 2018… https://temeldemirer.wordpress.com/2018/06/17/24-haziran-secimleri-ve-tavirimiz/ xiv) Temel Demirer, “Alayına İsyan, Hepsine ‘Hayır’!”, Kaldıraç Dergi, No:188, Mart 2017… xv) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Bir Milat: Referandum ve Sonrası”, Newroz, Ağustos 2017… https://edebiyatbahcesi.net/kose-yazisi/1945/bir-milat-referandum-ve-sonrasi xvi) Temel Demirer, “Alayına İsyan: ‘Evet’in Referandumu’nda ‘Hayır’!”, Newroz, Nisan 2017… https://temeldemirer.wordpress.com/2017/04/02/referandumlarinin-evetine-hayir/ xvii) Temel Demirer, “Syrıza: Neydi? N’Oldu?!”, Newroz, Ağustos 2016… https://temeldemirer.wordpress.com/2016/08/04/syriza-neydi-noldu/ xviii) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “7 Haziran’dan 1 Kasım’a HDP Notları”, 13 Ekim 2015… https://temeldemirer.wordpress.com/2015/10/25/7-hazirandan-1-kasima-hdp-notlari/ xix) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “Açık Sözlü Olmak İyidir! (7 Haziran Sonrasına Dair Değerlendirme)”, Almanak 2015 Analizleri, SAV Yay., 2015… https://temeldemirer.wordpress.com/2015/07/06/acik-sozlu-olmak-iyidir-7-haziran-sonrasina-dair-degerlendirme/ xx) Sibel Özbudun-Temel Demirer, “7 Haziran 2015 Seçimleri’ne Dair -Gerekçeli- Tavrımız”, 10 Nisan 2015… https://temeldemirer.wordpress.com/2015/04/11/7-haziran-2015-secimlerine-dair-gerekceli-tavrimiz/ xxi) Temel Demirer, “12 Haziran Seçiminin Aslı Astarı”, Kaldıraç, No: 123, Temmuz 2011…
[4] 31 Temmuz 2023… https://sendika.org/2023/07/sosyalist-hareket-ozelestiri-ve-yeniden-insa-688284/
[5] Metin Yeğin, “Yağmur Yağarken”, 6 Ağustos 2023… https://artigercek.com/makale/yagmur-yagarken-260515
[6] Friedrich Engels, Ludwig Feuerbach ve Klasik Alman Felsefesinin Sonu, çev: Sevim Belli, Sol Yay., 4. baskı, 2006.
[7] M. Ender Öndeş, “Hazır Özeleştiriye Başlamışken…”, 12 Ağustos 2023… https://yeniyasamgazetesi5.com/hazir-ozelestiriye-baslamisken/
[8] Muhammed Hizmetçi, https://sendika.org/2023/07/muhammed-hizmetci-yenilgden-degil-sosyal-reformist-partilerin-politik-iflasindan-soz-edilebilir-688708/
[9] H. Selim Açan, https://sendika.org/2023/07/h-selim-acan-sosyalizmi-unuttuk-siniflar-gercegini-ve-isci-sinifi-unuttuk-devrimci-kitle-calismasi-anlaminda-suda-balik-olmayi-unuttuk-688688/
[10] Musa Piroğlu, https://sendika.org/2023/07/musa-piroglu-sosyalist-hareket-devleti-karsisina-almadan-ve-halk-kitleleriyle-dogrudan-temas-kurmadan-krizini-asamaz-688371/
[11] Uzun olsa da geçerken Ali Efe’nin tutumu ve itirazlarına ilişkin satırları aktaralım: “Devrimci Parti’nin yayın organı Umut gazetesinde yazar Ali Efe 15 ve 18 Haziran 2023’de ‘Güncelde Devrimimizin Sorunları’ ve ‘HDP’de Devrimci Demokrasinin Krizi’ adlı iki köşe yazısı kaleme aldı. Bu yazılarda HDP’nin kuruluş felsefesine ve Kürt halkının değerlerine yönelik zorlayıcı değerlendirmeler yer aldı.
Peş peşe çıkan bu yazıları Umut gazetesinin köşe yazarının kişisel düşüncesi olarak mı yoksa Devrimci Parti’nin bu yazar eliyle açığa vurmak istediği düşünce olarak mı görmek gerekir? Devrimci Parti’den aksi bir değerlendirme gelmedikçe bunu böyle ele almak yanlış olmayacaktır. Zira Devrimci Parti’nin seçim sürecinde göstermiş olduğu tutuma bakıldığında yazılan bu iki yazının partinin düşüncesini yansıttığı görülecektir…
Ali Efe, HDP’nin kuruluş felsefesinin değişmesi gerektiğini söylüyor. Kaostan çıkış için ilk başlanması gereken yer olarak HDP fikriyatının değişmesini salık veriyor.
Yazarın her iki yazısında HDP fikriyatına dönük sert eleştirilerine baktığımızda dolaylı hedefinin bu fikriyatı açığa çıkaran Sayın Öcalan olduğu sonucuna varmak zorlama bir yorum mu olur sizce? Son seçim sonuçlarını baz alan düşünce yazarı HDP’nin fikriyatının, kuruluş felsefesinin ve paradigmanın yanlışlığı sonucuna götürüyor.
Yazara göre HDP, devlet ve sayın Öcalan görüşmelerinin bir sonucu olarak şöyle kuruldu: ‘Öcalan’dan stratejik devlet aklının da onayıyla demokratik ulus temelinde kongre-parti önerisi geldi. O dönemde bir çatı partisini çatmaktan imtina eden Kürt liberalleriyle Türk liberal solcuları hemen HDK’yi oluşturdular ve bir yıl sonra da şimdiki Emek ve Özgürlük İttifakına mümasil Emek, Demokrasi ve Özgürlük bloğu üzerinden HDP’yi kurdular’…
Yazar HDP’yi paradigma ve felsefe muhafazakârlığı yapmakla suçluyor. Bir kaostan bahsediyor ve bu kaosun sorumluluğunu paradigmada buluyor…
Ali Efe aslında seçim sonuçlarından yola çıkarak önce HDP fikriyatına sonra da paradigmaya saldırıyor. Bu da yetmeyince ‘Çözüm Süreci’nde Kürtlerin nasıl kandırıldığını şu cümlelerle anlatıyor. ‘Bundan yaklaşık on yıl önce ölü gözünden yaş bekler gibi AKP’den çözüm beklemek nasıl paradigmaya ve felsefeye uygunsa şimdi bu çözüm umudunu CHP’ye yüklemeyi, emperyalizmin on yıllık misyonerlerini meclise taşımayı hangisinden sapış olarak görebilirsiniz?’ Burada emperyalizmin on yıllık misyonerleri lafı kafanızı karıştırmasın. Yazar, Cengiz Çandar ve Hasan Cemal’in Yeşil ve Sol Parti listelerinden aday olarak gösterilmesinin yanlışlığından bahsediyor.
Ayrıca HDP’ye madem yeniden yapılanma gibi bir kararlılığın var öyleyse işe emek ve özgürlük mücadelesini demokratik ulus paradigmasından çıkartmakla başla, diyor ve ‘Öcalan’ın, emperyalizmin üçüncü bunalım dönemini ve buna bağlı üçüncü emperyalist savaş konjonktürünü görmeyen demokratik ulus teorisi post modernizmin küreselci ‘ulus devletler çağı bitti’ hipotezine dayanmaktadır’ diyerek, gizli hedefini açık hâle getirip meselenin sayın Öcalan olduğunu ağzından bir çırpıda kaçırıveriyor.
Şu cümleler Ali Efe’nin aldığı pozisyonu açıkça göstermektedir. ‘AKP sömürgeciliği ise Ortadoğu pazarlarıyla arasında tampon oluşturacak bir siyasal özerkliğe asla izin veremeyecek bir tüccar ara sınıf politikasıdır. Onun çözüme sahtekârca yanaşması emperyalizmin BOP projesi gereğince oluşturmak istediği bölge tasarımı itibariyledir. Rojava’da bu gerçeği göremeyen devrim Amerikan mandacılığına savrulurken, Bakur’da Kürt liberaller kerameti kendilerinde sandıklarından dolayı, yanlarında Cemal’ler, Çandar’lar ile AKP’den CHP’ye koşuşturup duruyorlar’…” (Fırat Can, “Eleştiri mi Saldırı mı?”, Yeni Yaşam, 24 Temmuz 2023, s.9.)
[12] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970.
[13] Oysa, “Hiçbir tehlike içermeyen ne bir savaşım biçimi ve ne de bir siyasal durum vardır ve olabilir!” (V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, çev. Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1977, s.13.)
[14] Ergin Yıldızoğlu, “Güç Çürütür”, Cumhuriyet, 12 Haziran 2023, s.11.
[15] Engin Ünsal, “CHP’de Emeğin Adı Yok”, Cumhuriyet, 29 Temmuz 2023, s.2.
[16] Ergin Yıldızoğlu, “… ‘CHP’de Değişim’ Ama Nasıl?”, Cumhuriyet, 19 Haziran 2023, s.9.
[17] “CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu: Öcalan’la Masaya Oturmam”, Milliyet, 28 Mart 2015, s.23.
[18] Burcu Bulut, “Tarhan Erdem: CHP Kürt Sorununda Samimi Değil”, Yeni Şafak, 19 Eylül 2012, s.9.
[19] Mustafa Sönmez, “Kürt Sahnesinde Gecikmiş CHP”, Cumhuriyet, 6 Haziran 2012, s.10.
[20] Merdan Yanardağ, “Değişimin Yönü ve CHP”, Birgün, 24 Temmuz 2023, s.7.
[21] İklim Öngel, “Özgür Özel: Öfke Büyük, Devrim Şart”, Cumhuriyet, 31 Temmuz 2023, s.6.
[22] Esat Aydın, “Deniz Zeyrek: Sağcı, Taklitçi Bir Muhalefetle Olmaz!”, Birgün Pazar, 16 Temmuz 2023, s.9.
[23] Hurşit Güneş, “Muhalefet Seçimleri Neden Kaybetti?”, Cumhuriyet, 30 Haziran 2023, s.2.
[24] Perihan Koca, “Siyasal Durum ve Gerçek Özeleştiri”, Yeni Yaşam, 7 Temmuz 2023, s.2.
[25] Özdemir İnce, “İki Seçim Üzerine Aykırı Bir Yorum”, Cumhuriyet, 25 Haziran 2023, s.3.
[26] L. Doğan Tılıç, “Seçimlere Soldan Bakmak”, Birgün, 24 Haziran 2023, s.3.
[27] Ali Uğurlu, “Seçim Sonuçlarını Ne Belirledi?”, Birgün Pazar, 18 Haziran 2023, s.12.
[28] V. İ. Lenin, Devlet ve İhtilal, çev: Kenan Somer, Bilim ve Sosyalizm Yay., 1989.
[29] Olcay Çelik, https://sendika.org/2023/07/olcay-celik-yenilgiyi-ilan-eden-sey-secim-sonuclari-degil-secimlerin-tek-basina-tayin-edici-bir-durak-olarak-bellenmesidir-688324/
[30] Pelin Kahiloğulları, https://sendika.org/2023/07/pelin-kahilogullari-secimlere-girmek-ozelestiri-gerektirmeyen-ulkedeki-siyasal-ve-toplumsal-gercekligin-dayattigi-devrimci-bir-faaliyetti-688992/
[31] Fikret Başkaya, “Sefil Seçim Oyunu”, Kaldıraç Dergisi, No:264, Temmuz 2023, s.90-91.
[32] Sungur Savran, https://sendika.org/2023/07/sungur-savran-yuzunu-isci-sinifina-cevirmeyen-sosyalizm-modern-kucuk-burjuvazinin-oyuncagi-olarak-kalir-akpye-karsi-da-hicbir-ise-yaramaz-688723/
[33] “Şimdiye kadar yıkılıp giden bütün partiler, kendilerini beğenmişliğe düştükleri, güçlerinin nerede yattığını göremedikleri ve zaaflarından söz etmekten korktukları için bu kaderi yaşamışlardır. Ama biz yıkılmayacağız. Çünkü biz zaaflarımızdan söz etmekten korkmuyoruz ve onları yenmeyi öğreneceğiz.” (V. İ. Lenin, Toplu Yapıtlar, C:33, s.311.)
[34] Ferhat Çelik, “Gültan Kışanak: Keşke Dememek İçin Bugünün İşini Yarına Bırakma”, Yeni Yaşam, 12 Temmuz 2023, s.4.
[35] “Gündüz: Direnişi Büyütmeli, Üçüncü Yol’u Esas Almalıyız”, 17 Ağustos 2023… https://www.avrupademokrat3.com/gunduz-direnisi-buyutmeli-ucuncu-yolu-esas-almaliyiz/
[36] “Tayip Temel: Tarihi Bir Fırsatı Iskaladık”, Yeni Yaşam, 13 Haziran 2023, s.7.
[37] Seydi Fırat, “Seçim Sonuçları Üzerine”, Yeni Yaşam, 13 Haziran 2023, s.7.
[38] Pelin Kahiloğulları, https://sendika.org/2023/07/pelin-kahilogullari-secimlere-girmek-ozelestiri-gerektirmeyen-ulkedeki-siyasal-ve-toplumsal-gercekligin-dayattigi-devrimci-bir-faaliyetti-688992/
[39] Çevrim Çeviren, “Bülent Forta: Sol Yeni Bir Yol Açmalı”, Birgün, 3 Temmuz 2023, s.6.
[40] V. İ. Lenin, Burjuva Demokrasisi ve Proletarya Diktatörlüğü, çev. Muzaffer Erdost, Sol Yay., 1977, s.28.
[41] Sezai Temelli, “Siyasetin Krizinden İttifakların Krizine”, Yeni Yaşam, 5 Temmuz 2023, s.10.
[42] Meşa Azadî, “HDP’deki Tartışmalar Üzerine: Sorunların Kaynağı Taktik Politikalarda mı?”, 26 Haziran 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdpdeki-tartismalar-uzerine-sorunlarin-kaynagi-taktik-politikalarda-mi-mesa-azadi/
[43] “HDP Merkezi Örgütlenme Komisyonu Eş sözcüsü Mahfuz Güleryüz: Benzeri Bir İttifak Yıkım Olur”, 5 Ağustos 2023… https://www.avrupademokrat2.com/hdpli-guleryuz-benzeri-bir-ittifak-yikim-olur/
[44] 14 Ağustos 1986, https://twitter.com/GunlukArsiv/status/1029430129548775425/photo/1
[45] Foti Benlisoy, https://sendika.org/2023/07/foti-benlisoy-mesele-sosyalist-hareketin-duzen-ici-muhalefetin-siyasal-hedef-ve-projeksiyonlariyla-arasina-belirgin-bir-sinir-cekmemesi-688695/
[46] 15 Mayıs 2023, https://t24.com.tr/haber/erkan-bas-tip-ve-1-milyon-secmeni-an-itibariyle-sayin-kilicdaroglu-nun-kazanmasi-icin-kararli-bicimde-calismaya-basliyor,1110086
[47] Hakan Öztürk, https://sendika.org/2023/07/hakan-ozturk-solun-politik-programi-ve-hedefleri-yok-biz-boyle-bir-hedefi-gerceklestirecegimize-inanmiyorsak-kitleler-neden-inansin-688975/. Yeşil Sol Parti’den milletvekili adayı olan Hakan Öztürk, seçimlerden önce ise, şöyle diyordu: “Kesinlikle oy kullanmaya gitmeliyiz. Özgürlük için, demokrasi için bunu yapmalıyız. Çok avantajlı bir durumdayız. Önceki seçimlerde bütün olaylara rağmen, muhalefetin parçalı oluşuna rağmen kazandık. Şimdi önceki zamanlara göre çok daha büyük güç olarak bir araya geldik o yüzden çok moralli olmamız gerek. O nedenle canla başla sandığa gidelim, oyumuzu verelim. Hatırlayın İstanbul belediye seçimlerinde kazanmış olan biziz bunu bilelim.” (https://artigercek.com/politika/yesil-sol-parti-adayi-hakan-ozturk-baska-bir-iklim-baslatacagiz-249671h)
[48] Aktaran: Zafer Köse, “Livaneli Penceresinden Sivas Katliamı”, Birgün Pazar, 2 Temmuz 2023, s.13.
[49] “Çandar ve Cemal de Artık ‘HDP Bileşeni’…”, Devrimci Duruş, No:112, Mayıs-Haziran 2023, s.12.
[50] M. Ender Öndeş, “Hazır Özeleştiriye Başlamışken…”, 12 Ağustos 2023… https://yeniyasamgazetesi5.com/hazir-ozelestiriye-baslamisken/
[51] “Kürtler, Metropollerde CHP veya AKP’nin koltuk değneği olmak zorunda değil. Kürt siyaseti, özelde HDP/YSP Türkiye metropollerinde de kendi adaylarıyla seçime katılmalı. İstanbul ve diğer metropollerde CHP, AKP veya başka bir partiyi desteklemek zorunda değil… Ayrıca Kürt siyaseti, CHP’nin başını çektiği ittifakın ‘Parlamenter sisteme dönüş’ ve AKP’nin başını çektiği İttifakın ‘Başkanlık sistemi’ savunusu arasında bir tercih yapmak zorunda değil. Sistemlerin içeriğinde ne var ona bakılmalı. Parlamenter sistem var gerici-faşisttir, parlamenter sistem var burjuva demokrattır. Başkanlık sistemi var despot gerici, başkanlık sistemi var burjuva demokrattır. Yani keramet isimde değil içeriktedir. Halkımız, sistem ittifaklarının başta Kürdistan’a statü olmak üzere Kürt ulusal özgürlük taleplerine yaklaşımını esas alarak tutumu geliştirmeli.” (Sinan Çiftyürek, “Yeni Bir Halay-Coşku-Başarı, Yerel Seçimler!”, 17 Ağustos 2023… https://www.serhatnews.com/sinan-ciftyurek-yazdi-yeni-bir-halay-cosku-basari-yerel-secimler)
[52] V. İ. Lenin, Sosyalizm ve Savaş, Rus Sosyal-Demokrat İşçi Partisinin Savaşa Karşı Tutumu, çev: N. Solukçu, Sol Yay., 1970, s.32-37-10.
[53] Karl Marx, Kapital, C.1, Sol Yay., 1978, s.94.
[54] Bilsay Kuruç, “Charles de Gaulle’den Kalkıp Macron’a İniş-2”, Cumhuriyet, 12 Aralık 2022, s.9.
[55] Merdan Yanardağ, “Seçim ve Sonuçların Meşruiyeti!”, Birgün, 18 Haziran 2023, s.5.
[56] Başaran Aksu, https://sendika.org/2023/07/basaran-aksu-bir-guc-siyasetine-ihtiyacimiz-var-bu-ihtiyac-da-sola-hâkim-olan-soylem-gosteri-siyasetinden-kopusu-zorunlu-kilar-688790/
[57] “Türkiye’de En Zengin Yüzde 5’in Serveti Kalan Yüzde 95’in Toplamından Fazla”, 17 Ağustos 2023… https://odakdergisi2.com/sahip-olduklari-servet-bizden-caldiklaridir-turkiyede-en-zengin-yuzde-5in-serveti-kalan-yuzde-95in-toplamindan-fazla/