ÖLÜM ORUCU ŞEHİTLERİ MÜCADELEMİZDE YAŞIYOR!

12 Eylül askeri faşist cuntasının toplumsal muhalefeti bir silindir gibi ezip geçtiği koşullarda, on binlerce siyasi tutsağın doldurulduğu askeri cezaevleri, değişik koşullarda ve biçimlerde sınıf çatışmalarına sahne oldu. Ama bunlar içinde bazıları var ki, 12 Eylül’ün zindanlarını sarstı, zindan duvarlarını aşıp, dışarıdaki mücadeleye güç taşıdı, direnç taşıdı. Diyarbakır ve Metris-Sağmalcılar zindanlarından yükselen bu direnişler, kendilerinden sonraki kuşaklar üzerinde derin bir iz bırakırken, devrimci mücadele üzerinde de önemli bir etki yarattılar…

Diyarbakır zindanlarında, zulmün başkalesinde başladı en büyük direnişlerin ilki… Islak hücrelerde aç susuz bırakmak, foseptik çukurlarına atmak, aylarca gün ışığı göstermemek, zorla dışkı yedirmek gibi en büyük insanlık suçlarının işlendiği Diyarbakır zindanlarında, Mazlum Doğan’ın yaktığı direniş ateşi, çok geçmeden “dörtler”in bedeninde bayrak oluyordu. Ve ardından, Kemal Pir’lerle, M. Hayri Durmuş’larla, diğer ölüm orucu şehitlerinin mücadeleleriyle, Diyarbakır zindanı, artık direnişin kalesi haline geliyordu.

Yıl 1984 olduğunda, faşizmin tüm insani değerlere karşı başlattığı bitmez tükenmez saldırılar, İstanbul’da Tek Tip Elbise dayatmasında simgeleşiyordu.

Faşizm istiyordu ki; tutsaklar, siyasi kimliklerini kefenlesinler.

Faşizm istiyordu ki siyasi tutsaklar; asker tıraşlı saçlarıyla, tek tip elbiseleri ile hazır olda beklesin, yat deyince yatsın, kalk deyince kalksınlar.

Faşizm istiyordu ki, bu ülkenin onuru devrimciler, inançlarından arınıp tövbe etsinler, kendilerinin iradesine boyun eğsinler!

Devrimci dalganın yükseldiği yıllarda bu dalgaya kapılıp kendilerini devrimci mücadelenin içinde bulanlar, 12 Eylül’le başlayan gericilik fırtınasının en şiddetli estiği alanlar olan zindanlarda uzun süre ayakta kalamadılar.

12 Eylül yenilgisinin solda yarattığı inançsızlaşma, yılgınlık, teslimiyet ruh hali, zindanlarda da etkisini buldu. Bu ruh halinden, Mamak tavrı doğdu. Mamaklaşma tehlikesi yaşandı birçok zindanda.

Ama İstanbul cezaevleri, özellikle de Metris, direnişin odağı oldu. Ve İstanbul cezaevlerinde devrimciler, şehitler verilen Diyarbakır ölüm orucunu, dalga dalga tüm ülke zindanlarına yaymak, direnişi büyütmek, faşizmin teslim alma politikasına karşı tüm zindanlarda barikat kurmak görevine kararlılıkla sarıldılar.

Bir Nisan sabahı başlayan ölüm orucu direnişi, hücre hücre, beden beden ölüme giden 75 gün boyunca, şehitler pahasına sürdü.

Ölüm Orucu eylemi, ülkemiz devrimci mücadelesi direniş geleneğine önemli birikimler kattı, tüm devrimciler, devrimci yapılar üzerinde derin etki yarattı.

Biz, bu tarihin bir parçasıyız. Tarihi unutmamalı, unutturmamalıyız. Genç kuşaklar, tarihi iyi öğrenmeli. Çünkü kökleri olmayanın geleceği de olmaz.

Bugün bu tarih yeniden irdelendiğinde görülecektir ki, Haziran Ölüm Orucu direnişi; devrimci hareketin sıçrama yapmasında, örgütsel ilişkilerini bütünlemesinde, yoldaşlığın gelişmesinde önemli bir kilometre taşıdır. Yoldaş sıcaklığının, dayanışmanın; düşman saldırıları karşısında nasıl bir barikat, nasıl düşürülemez-ele geçirilemez bir kale olduğu, yaşanan direnişle bir kez daha kanıtlanıyordu. Birbiri için ölmek, birbirlerine yaşamı sunmak, birbirine “sen yaşamalısın” demek kadar insan sıcaklığı, yoldaşlığı tarif edilebilir mi?

İşte devrimci irade o gün içinde bulunduğu o zor koşullarda, yoldaşlığın tuğlaları örülmüştür. Adım adım ailelere, taraftarlara, devrimci-demokratik güçlere ve genelde devrimci mücadeleye bir mesaj taşınmış, 12 Eylül’ün yıktığı, tahrip ettiği dayanışma, birlikte direnme, karşı koyma, bedelleri birlikte ödeme gibi değerler, yeniden heyecanla sahiplenilen değerler olmuştur.

Devrim mücadelesinde, insanlığın bilincini, iradesini, onurunu ve geleceğe dair umudunu bazen bir avuç insan temsil eder, omuzlarlar… İşte o tarihsel süreçte bunun en iyi temsil edenleri oldu 84 ölüm orucu şehitleri.

11 Nisan 1984’de başlayan ölüm orucu direnişi 75 gün sürdü. Ölüm Orucunda direnişin ölümsüzleri, 14 Haziran ile 24 Haziran arasında birer birer düştüler toprağa.

İlk ölümsüzleşen Abdullah MERAL oldu. Eylemin 63. günü olan 14 Haziran 1984 günü verdi son nefesini.

Onu 17 Haziran sabahı Haydar BAŞBAĞ izledi. Haydar’ın gidişinin üzerinden daha 2 saat bile geçmemişti ki, aynı gün 07:40 sularında Mehmet Fatih ÖKTÜLMÜŞ çıktı ölümsüzlük ülkesine yolculuğuna. Ve son olarak, 24 Haziran günü Hasan TELCİ…

Bu değerler, genç kuşaklara aktarılmalı, öğretilmeli, insanlarımız tarih bilinciyle şekillendirilmelidir. Çünkü yoldaşlık kültürünün erozyona uğradığı, bozulduğu, çok şeyin kaybedildiği bir dönemde mücadele tarihinin kilometre taşlarından biri olan Ölüm Orucu direnişinden öğreneceğimiz çok şey vardır. O direnişin miras bıraktığı değerlerdir. O değerlerin sahiplenilmesidir. Bu değerlerimizin yükseltilmesi ancak bu tarihin öğrenilmesinden, bu tarihin bize miras bıraktığı değerlerin sahiplenilmesinden geçiyor.

11 Haziran 2021

Önceki İçerikKadınlar 1 Temmuz Taksim eylemine çağrı
Sonraki İçerikİsviçre’de kadınlar grevde: Saygı ve eşitlik istiyoruz!