Lübnan’ı yakmanın el kitabı ve cehennem yolcuları

Gazze’deki soykırım savaşına paralel olarak Hizbullah’ın açtığı dayanışma cephesinin, İsrail’in Lübnan’ı yeniden işgal etmesine yol açıp açmayacağına dair papatya falı tutuluyor. “Lübnan ikinci Gazze olur mu” derken çete işi bir cinayet ülkenin mezhebi fay hatlarını uyandırdı. Lübnan Güçleri Partisi’nin Cübeyl (Biblos) koordinatörü Paskal Süleyman 7 Nisan’da El Harbe’deki bir taziyeden dönüşte kaçırıldıktan sonra cesedi Suriye’de bulundu. Lübnan Güçleri cinayetten Hizbullah’ı sorumlu tutup hıncını Suriyeli mültecilerden çıkarmaya kalkıştı. Beyrut-Trablus yolu kapatıldı, Suriye plakalı araçlar durdurulup içindekiler darp edildi.

Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah, Lübnan Güçleri ve Ketaib Partisi yetkililerini 1975-1990’daki iç savaş günlerini hatırlatan iğrenç mezhepsel sözler sarf etmekle suçladı. “Cübeyl ve Kisrevan sakinlerini terörize etmeye çalıştılar ve tehdit mesajları gönderdiler. Bu çok tehlikeli bir adım” dedi.

Tehlikeli gidişe Genelkurmay Başkanı Joseph Avn hızlı müdahale etti. Askeri İstihbarat Müdürlüğü olayı çözdü ve sorumlular yakalandı. Sadece dini değil siyasi gündemi de tayin eden Maruni Patriği Bişara Butros el Rai de bilgilendirildi. Lübnan ordusuna göre bölgede sicili kabarık bir araç hırsızlığı çetesinin dört üyesi Süleyman’ın otomobilini El Harbe’de durdurdu. Süleyman direnince başına silah kabzasıyla vuruldu. Yaralanan Süleyman aracın bagajına kapatıldı. Saldırganlardan biri Kalamun sahilinde bir otele bırakıldı. Bu arada Süleyman’ın öldüğü anlaşıldı. Çete lideri diğer üç kişiden aracı Suriye’ye geçirmelerini ve cesetten kurtulmalarını istedi. Çete üyeleri Hermel üzerinden Suriye’ye geçip talimatı yerine getirdi. Askeri istihbaratın verdiği bilgiler doğrultusunda Suriye Muhaberatı üç kişiyi yakalayıp teslim etti. Lübnan tarafında da çeteyle bağlantılı 4 kişi yakalandı. Hepsi Suriyeli. Tutuklananlar ifadelerinde o gün iki araç kaçırma denemesinin başarısız olduğunu, üçüncü girişimin Süleyman’a denk geldiğini anlattı. Kamu otoritesinin olayı hızla çözüp tarafları bilgilendirmesi, Hizbullah’a karşı husumetine rağmen patriğin itidal çağrısı, Hıristiyan Genelkurmay Başkanı Avn’ın sorumlu ve profesyonel yaklaşımı kıvılcımın yangına dönüşmesini önledi.

Ordu ve İçişleri Bakanlığı olayda siyasi boyut olmadığını vurguluyor. Fakat Lübnan Güçleri “Aksi ispatlanıncaya kadar olay siyasi cinayettir” diyor. Amaç Hizbullah üzerinde baskı kurmak.

İç savaş ve mezhep-din kavgası yüzünden basit bir cinayet ‘cinayet’ olamıyor, katıksız bir yolsuzluk ‘yolsuzluk’ sayılamıyor vs. Her melanet mezhebi-dini-siyasi hesaplaşmalara bağlanıyor; bu da gücü ve gürültüsü bol olana dokunulmazlık kazandırıyor.

***

Lübnan Güçleri ve Ketaib, Suriye/Hizbullah ekseninin istikrarlı düşmanı. Bu taraf ‘siyasi cinayet’ dediğinde suçlamanın adresi belli. Potansiyel olarak iç savaşı tutuşturacak bir ısrar bu. 13 Nisan 1975’te Ayn el Rummane’de kimliği belirsiz kişiler kiliseye ateş açarak 4 kişiyi öldürmüştü. Birkaç saat sonra Cemayel liderliğindeki Falanjistler Filistinlilerin bulunduğu otobüsü tarayıp 30 kişiyi katletmişti. İç savaşta milat işte bu faili meçhul saldırı ve ‘Otobüs Katliamı’.

Lübnan Güçleri ve Ketaib’in başını çektiği blokların Hizbullah’a düşmanlıklarının güncel nedeni 8 Ekim’den bu yana İsrail’e cephe açarak Lübnan’ı ateşe atması. İsrail’in saldırılarından da Hizbullah’ı sorumlu tutuyorlar. Normal zamanlarda muhalefeti, Hizbullah’ın elindeki silahlara karşı koruyorlar. Hizbullah’ı devletin kurumlarını esir almak, devlet içinde devlet gibi davranmak, Lübnan’ın egemen bir devlete dönüşmesini engellemekle suçluyorlar.

Husumetin derinliklerinde, iç savaş günlerinde İsrail’le birlikte gelecek hayali kuranların yaşadığı hezimet yatıyor. 1970’lerden itibaren İsrail’in Lübnan’ın güneyindeki taşeronluğunu Özgür Lübnan Güçleri/Güney Lübnan Ordusu yapıyordu. Güneyde işgal karşıtlarının tutulduğu El Hiyam hapishanesinin gardiyanları bunlardı. O vakitler Ürdün’den çıkarılan Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) Lübnan’ın güneyinde üslenmişti. İsrail FKÖ’nün peşini bırakmazken Saad Haddad’ın liderliğindeki Güney Lübnan Ordusu da Filistinlilerin devlet içinde devlet haline geldiğini öne sürüp temizliğe girişmişti. İsrail bu milisleri eğitti, silaha boğdu ve maaşa bağladı. İsrail’in 1978’deki Litani Operasyonu’nun ardından milisler Lübnan’ın güneyini Yahudi devleti için güvenli bölgeye dönüştürmekle kalmayıp de facto “Özgür Lübnan” devletini ilan etti. Milis ordusu Tel Aviv’den her yıl 35 milyon dolar alırken aile fertleri de İsrail’de seyahat ve çalışma ayrıcalığına sahipti. Ortalama kazancın 10 katına denk gelecek şekilde milis başına 500-800 dolar maaş verdiğinden bölgedeki Şii ve Dürzileri de saflarına katmıştı. Beşir Cemayel’in Lübnan Güçleri ise İsrail’in 1982’deki yeniden işgali sırasında Beyrut’ta Lübnan’ın “Vichy Hükümeti” olmaya talipti. Filistinlilerin kaldığı Sabra ve Şatilla kamplarındaki katliamları İsrail’in koordinatörlüğünde bunlar gerçekleştirdi. Katliam cumhurbaşkanı seçilen Cemayel’e düzenlenen bombalı suikastın ardından gelmişti. Saldırgan da Lübnanlı bir Hıristiyan idi. 1982’deki işgal FKÖ liderlerinin Tunus’a sürülmesini sağladı. 1984’te ölen Haddad’ın yerini Antoine Lahad alırken sahneye yeni çıkmış olan Hizbullah ve Şiilerin yıllanmış partisi Emel Hareketi güneyde direniş başlattı. İsrail ordusu 2000’de Lübnan’dan çekilmek zorunda kalırken işbirlikçi güçler işgalcilerin ardı sıra kaçmıştı. Özeti, o günlerden kalma bir kuyruk acısı var. Eski bir hesaplaşma yeni gerekçelerle güncellenip duruyor.

İç savaşta işlenen suçlar Taif Anlaşması ve af yasası sayesinde savaş ağalarının yanına kâr kalırken Semir Caca, 1994’te bir kilisenin bombalanması sonrasında tutuklandı ve önceki cinayetlerden 4 kez müebbet hapse mahkum edildi. 2015’te Suriye’nin Lübnan’dan çekilmesine neden olan Hariri suikastı sonrası Batı-Körfez destekli rüzgâr sayesinde hapisten kurtuldu. Caca döndüğünden beri Hizbullah karşıtı eksende başı çekiyor. Ketaib lideri Sami Cemayel de ondan geri kalmıyor.

***

Lübnan Güçleri ve Ketaib’in özellikle Suriye düşmanlığı sarsılmaz. Ne gariptir ki Suriye ordusu 1976’da Arap Birliği’nin görevlendirmesiyle “Arap Caydırıcı Gücü” olarak Lübnan’a girerken başlangıçtaki motivasyon Hıristiyanları korumaktı. Dürzî İlerici Sosyalist Partisi’nin lideri Kemal Canbolat, FKÖ’nün yanı sıra tüm Müslüman ve solcu güçleri birleştirip Hıristiyanları haritadan silmekten söz ediyordu. Bu konuda Suriye lideri Hafız el Esad ile sert tartışmaları oldu. Canbolat “Tepemizde 140 yıldır duran Hıristiyanlardan kurtulmak istiyoruz” derken Esad bu tür bir savaşın İsrail’e yarayacağını söylüyordu. Ne var ki Suriye ordusu sırayla bütün fraksiyonlarla çatıştı. İş öyle bir noktaya geldi ki Beyrut’ta bir cinayet işlense hasım taraflar bunu Suriye ordusundan biliyordu. Bugün Suriye’nin müttefiki olan Hizbullah, Lübnan denklemindeki son girdi.

Fakat ne Hıristiyanlar ne Dürziler ne de Sünni Müslümanlar yekpare. Saflar bugünkü kadar olmasa da eskiden de karışıktı. Mesela 1988’de Antoine Lahad’a suikast girişiminde bulunan tetikçi Komünist Partisi’nin kadın militanı Süha Bişara’ydı. Yaklaşık 5 bin kişinin işkenceden geçirildiği El Hiyam’ın mahpusları arasında Bişara gibi işgale karşı çıkan Hıristiyanlar da vardı. Hıristiyanlar arasında Suriye yanlısı ve karşıtı yapılar hep olageldi. Suriye’nin Lübnan’dan kovduğu eski Cumhurbaşkanı Mişel Avn da 2005’te ülkeye döndükten sonra 2006 savaşını müteakiben Hizbullah’la ittifak kurdu. Mar Mihail Kilisesi’nde varılan mutabakat, 1989’da iç savaşı bitiren Taif Anlaşması’ndan muaf tutulan Hizbullah’ın silahlarına veda etmesini öngörüyordu ama bunu iki koşula bağlıyordu: Lübnan ordusunun İsrail’e karşı ülkeyi koruyacak duruma gelmesi ve İsrail hapishanelerindeki Lübnanlıların bırakılması. Bu mutabakat bilahare Avn’ı cumhurbaşkanı yaptı.

***

Hizbullah’ın 2013’te Suriye savaşına katılması başlangıçta elindeki silahların meşruiyetini tartışmaya açtı. Ama bu hamleyle aynı zamanda cihatçıların Lübnan’ı silip süpürmesini engellediği için Hıristiyanlar da müteşekkir kaldı. Hizbullah son seçimde halk desteğini koruyarak meşruiyet krizi yaşamadığını gösterdi. Fakat ekonomik ve siyasi krizlere ilaveten Gazze savaşı Lübnan’ın eski çatlaklarına barut dolduruyor. Lübnan Güçleri ve Ketaib’in kronik düşmanlığının yanı sıra Özgür Yurtsever Hareketi’nin değişen tutumu ve Maruni Patriği Rai’nin artan oranda muhalefeti Hizbullah’a karşı Hıristiyan mahalledeki havayı iyice bozuyor. Özgür Vatansever Hareketi liderliğini kayınpederi Mişel Avn’dan devralan Cibran Basil kısa bir süre öncesine kadar Hizbullah’ın ortağıydı. Hizbullah’ın, Avn’ı Baabda Sarayı’na taşıyan desteğini Basil’den esirgemesi yüzünden araya kara kedi girdi. Hizbullah-Emel ikilisi ayrıca karşı Hıristiyan blok karşısında zayıf kalan ve tartışmalı bir figüre dönüşen Basil’i sırtında taşımak istemiyor. Görev süresi dolan Avn 2022’de yeni cumhurbaşkanı seçilmeden sarayı terk ettiğinden beri Şii ikilinin adayı Suriye ile arası iyi olan Marada Hareketi lideri Süleyman Franciye. Avn ve Basil, Lübnan’ın Gazze için ateşe atılmasına karşı çıkarken Marada Hizbullah’la dayanışmasını koruyor.

Şimdi Hıristiyan partiler El Rai liderliğinde Bkirki’de ortak vizyon belgesi çıkarmaya çalışıyor. Hizbullah’ın silahsızlandırılmasını belgeye sokma arayışı var. Lübnan Güçleri “Metin ülkenin ana belasını yani Hizbullah’ın silahlarını açıkça ele almalıdır” diyor. Ketaib de destek çıkıyor. Patrik giderek bu iki partiye kayıyor. Geçen hafta Nasrallah, İsrail’in Lübnan’a topyekûn saldırması halinde savaşa hazır olduklarını söyleyince Rai “Savaş bir kişi ya da partinin verebileceği bir karar değildir” diye çıkıştı. “Aradaki adam” konumundaki Meclis Başkanı ve Emel lideri Nebih Berri ise “Savaşa sürüklenmeyeceğiz ve itidal göstermeye devam edeceğiz” diyerek Nasrallah ile Rai arasındaki gerilimi emmeye çalıştı.

Bir dönem oturduğu Dışişleri Bakanlığı koltuğunu Hizbullah’a borçlu olan Basil de “İsrail’i mağlup edebileceklerini düşünenler yanılgı içinde” dedi. İşte bu restleşme ortamında “Bkirki Belgesi” pişiriliyor. Marada, Hizbullah’ın silahlarının gündeme alınması nedeniyle Bkirki’ye gitmezken Özgür Yurtsever Hareketi cumhurbaşkanlığı şansını hepten kaybetmemek için ikircikli oynuyor. Hizbullah karşıtı bir belgenin çıkması cumhurbaşkanlığı meselesini hepten karmaşık hale getirebilir. (Mezhepçi bölüşüm sistemine göre cumhurbaşkanlığı ve merkez bankası başkanlığı Marunilere ayrılmış durumda. İkisi de boş.)

***

Eğer İsrail yıkıcı bir savaş başlatırsa Hizbullah’ın geleceğini tayin eden sonuçlara neden olabilir. 2006’da İsrail’in hezimeti Hizbullah’ı güçlü bir siyasi aktöre dönüştürdü. Aksi bir sonuç hikâyeyi başka yönde yazdırır. Hizbullah 8 Ekim’den bu yana çatışmayı iyi kalibre etse de İsrail’in Gazze’den sonra Lübnan’a yönelme ihtimali herkesi korkutuyor. Savaşın bölgeselleşmesini istemeyen ABD, Lübnan tarafında taşları bağlamaya çalışıyor. Bütün çaba BM Güvenlik Konseyi’nin 1701 nolu kararı üzerinden Hizbullah’ı Litani nehrinin kuzeyine çekmeye yönelik. İç savaş senaryosu ve Lübnan’ın iktisaden fişinin çekilmesi, baskı stratejisinin iki ana başlığını oluşturuyor. Hizbullah çekilmez ve İsrail’in kuzeyini terk eden yerleşimciler geri dönemezse Yahudi devleti tarihinin en büyük yenilgisini yaşamış olacak. İsrail bunu ‘varlık-yokluk’ meselesi sayıyor. Başbakan Necib Mikati, 2006’da İsrail-Amerikan dayatmalarına boyun eğen Fuad Sinyora’nın aksine dengeli gidiyor; “Gazze’de ateşkes olursa Hizbullah da çekilir” mesajı veriyor. Hem Hizbullah’a baskı yapma şansı yok hem de koşullar farklı. Şii ikilinin onayını almayan herhangi bir adayın ne başbakan ne de cumhurbaşkanı olma şansı var. Amerikan-Fransız baskı mekanizması bile Lübnan’daki dayanak noktalarını kaybetmemek için kılı kırk yarıyor. Hizbullah ise Gazze’deki savaşın bitirilmesine ilaveten güneyden çekilmek için Lübnan topraklarındaki işgalin bitirilmesi ve ülkenin kara, hava ve deniz egemenliğinin garanti edilmesi koşullarını müzakere masasına koymak istiyor. Lübnanlı kaynaklara göre Amerikalılar Hizbullah’a “Litani’nin kuzeyinden çekil, istediğin kişi cumhurbaşkanı olsun” sözünü de veriyor. Ama Hizbullah güneydeki durumun cumhurbaşkanlığı ile ilişkilendirilmesini reddediyor.

Ceca ve Cemayel ise hala “İsrail gelir, Hizbullah’ı yok eder” senaryosuna göre akıl yürütüyor. Kafa 1978 ve 1982’dekinden farksız. Bu liderlerin iç savaş çıkarmaya yetecek kışkırtma, kumpas ve komplo potansiyeli de tartışma götürmez. Yeniden “Li Beyrut” diye yakarma zamanı.

Gazete Duvar

Fehim Taştekin

Önceki İçerik1 MAYIS 2024: “SUM IN VADO/ BEN YOLDA VARIM”![*]
Sonraki İçerikOrtadoğu’da gerilim