Erdoğan 12 Aralık’ta yaptığı açıklamada birkaç gün içinde Kuzey Suriye bölgesini işgal edeceğini bütün dünyanın gözü önünde açıkladı. Açıklamanın yapıldığı günün akşamında Serekaniye’ye yönelik taciz ateşi açıldı, bölge üzerinde saatlerce keşif uçakları dolaştı. 13 Aralık akşamı ise Türk savaş uçakları Şengal ve Maxmur’a dönük hava saldırıları gerçekleştirdi.
Erdoğan’ın açıklamaları ve gerçekleşen saldırılar elbette ki yeni değildir. Fakat bu şekilde Kuzey Suriye’ye dönük zaman belirlemesi ve ardından Şengal ve Maxmur’a dönük saldırıların gerçekleşmiş olması yeni bir durumu da ifade etmektedir. Erdoğan’a bu açıklamayı yaptıran ve saldırılar yapmasını getiren perde arkasındaki gizli anlaşma nedir? Kiminle yapıldı, ne karşılığında yapıldı? Basın önünde alenen yapılmış, “işgal edeceğiz” açıklamasıyla kim ne yapmak istiyor? Ön görülen konsept ne?
Erdoğan Suriye iç krizinin başından bu yana Kürtlere karşı düşmanlığını gizlemedi. Fırsat bulduğu anda saldırılar da gerçekleştirdi. Olmayınca DAİŞ ve El-Nusra gibi dünyada terörist ilan edilen gruplara Kürt düşmanlığı karşılığında her türlü desteği sundu. Aslında Erdoğan bölgede yaşanan yıkımda başat rol oynadı.
Dünyanın dört bir yanında DAİŞ’e katılmak üzere çeteler örgütleyip İstanbul-Antep yolu üzerinden Suriye’ye geçirdi. Suriye birkaç ay içinde kendi topraklarını büyük bölümünü kaybettiyse, bunun arkasındaki güç kuşku yok ki Erdoğan’dı.
Erdoğan bir yandan Kürt düşmanlığı karşılığında kanlı DAİŞ terörist grubunu eğitip donatırken, perde arkasında büyük Osmanlı hayallerini kuruyordu.
Erdoğan Misak-ı Milli hayallerini çeteler eliyle hayata geçirmeye çalıştı
İşin ucunda sadece Suriye yoktu. Musul-Kerkük üzerinden Irak’ın orta alanına uzanan geniş bir coğrafya yeni Osmanlı için sınır hattı olarak belirlenmişti. Başika’ya ordusunu gönderen Erdoğan’ın, “Lozan tartışılmaz bir metin değildir” diyerek misak-ı milli sınırlarına işaret etmesi ve Lozan’ın bu minvalde bir kayıp olduğuna işaret eden açıklaması, bu plan üzerinden gelişiyordu.
Erdoğan’ın bu planı elbette ki sadece kağıt üzerinde değildi. Bunun için desteklenen El-Nusra ve DAİŞ terörist grupları birkaç ay içinde bölgeyi kan gölüne çevirirken, Erdoğan’ın talimatı üzerine bölge demografisinde ciddi hasarlar yaratılıyordu. Irak ve Suriye’de yüz binlerce insan kendi yerlerinden oluyordu.
DAİŞ ve Nusra gruplarının bölgede kıyım gerçekleştirdiği bir dönemde Erdoğan Beşar Esat ve dönemin Irak başbakanı Haydar El-Ebadi’nin baş düşmanı kesilmişti. “İnşallah Selahaddin Eyyubi’nin kabri başında fatiha okuyacak, Emevi Camisi’nde namazımızı da kılacağız” sözü boşa söylenmemişti.
Yine Kerkük ve Musul hatta misak-ı milli diyerek, Süleymaniye ve Hewler’i de içine alan bölge üzerinde hak iddia etmesi de yine bu plan çerçevesinde gelişiyordu.
“Askerlerinizi Başika’dan çekin” diyen Haydar Ebadi’ye, Erdoğan verdiği, “Sen benim dengim değilsin” yanıtı neme nem bir konseptin devrede olduğunu gösteriyordu.
Halkların direnişi Misak-ı Milli hayallerini bozdu
Bu konsepti bozan ise Kürtlerin direnişi oldu. Kürtler Kobane’de DAİŞ’in baş aşağı gidişini hazırlamamış olsaydı, Erdoğan Şam’a gidip Emevi camisinde namaz kılabilirdi. Hatta Musul, Kerkük’ü de alabilirdi.
Ne ki, Erdoğan’ın DAİŞ eliyle uygulamaya koyduğu yeni Osmanlı planı, Kürtlerin tarihi direnişiyle bozguna uğrarken, düşman ilan ettiği Esat ve Irak hükümeti yeniden kendisiyle kanka olmaya başlamışlardı. Oysa Emevi camisinde namaz kılmanın şartı ve koşulu olarak Erdoğan, Esat hükümetinin tasfiyesini önüne koymuştu. Bunun için Esat’ın ismi bir anda Eset olmuştu.
Bu devletler de eğer DAİŞ çetelerine karşı yeniden bir varlık gösterebilmiş ve tasfiye olmaktan kurtulmuş iseler, kesinlikle bunu düşman belledikleri Kürtlere borçludurlar. Ne var ki, DAİŞ tasfiye edilip, sahipleri olarak Erdoğan çılgına dönüp Kürtlere karşı saldırıya geçerken yanında saf tutan da yine bu güçler oluyor.
Peki bu şaşırtıcı bir durum mu? Elbette ki değil. Zira iki tarafın da Kürt politikası aynı zihniyet kaynağından besleniyor. Onca düşmanlıklarına rağmen eğer halen Esat yönetimi kendi topraklarını işgal hakkı tanıyan Adana anlaşmasını bozmuyor ve uygulamada tutuyorsa bu, iki tarafın da Kürt politikasında halen eş güdüm halinde hareket etiklerini açık şekilde gözler önüne sermektedir.
Peki şimdi Erdoğan’ın Kuzey Suriye işgal tehditlerine şaşırmak olur mu? Elbette ki olmaz. Zira Erdoğan atalarından aldığı kini Kürtlere karşı yeniden kusmaya çalışıyor. Buradan bakıldığında, Erdoğan ne yapmaya çalışıyor, sorusu kadar anlamsız bir soru olamaz. Bunun cevabını çocuk yaştaki Kürtler dahi biliyor. Kürtler kimlik ve kişilik sahibi olmasın, bir statü elde etmesin diye tüm gücünü devreye koyuyor. Ama unutmamak gerekir ki mesele sadece bununla da sınırlı değil, Erdoğan fırsatını bulduğu andan bölge kalıcı bir işgale girişir ki, bu durumda Esat, Erdoğan’la Kürt düşmanlığı üzerinden anlaşayım derken, baltayı ayağına da vurabilir.
Erdoğan’ın en büyük destekçisi Rusya
Elbette burası önemli. Erdoğan’ın planı işgal ve soykırım; uzun süredir küresel güçler nezdinde bunun diplomasisini yürüttü. Efrin işgal ve soykırım saldırılarında olduğu gibi yine en büyük destekçisi Rusya.
Erdoğan kesinlikle en büyük desteğini bugün Rusya’dan alıyor. Rusya, küresel süper güç olmaya doğru siyaset izlerken, Ortadoğu’yu kendisi açısından vazgeçilmez görüyor. Bunun için en büyük destekçisi Erdoğan-Türkiye. Zira Erdoğan, Kürt düşmanlığı için uluslararası koalisyondan gerekli desteği görmeyince, Rusya’nın bölgedeki varlığını ve yürüttüğü siyaset onun için bulunmaz bir nimet oldu. Rusya’da aynı şekilde Kürtler üzerinden arası açılan koalisyon karşısında Türk devletini kendisi için bir koltuk değneği olarak sonuna kadar kullanmak istiyor.
Elbette Erdoğan’ın bu saatten sonra yeni Osmanlı hayallerine ulaşması artık mümkün değil. Ancak kendisi açısından bir Kürt oluşumunu da kesinlikle kabul etmeyecektir. Hem Rusya’nın bölge üzerinden küresel güç olma hesapları, hem de Avrupa ve ABD’nin kendi aralarında uzlaşmazlık durumu, Erdoğan’ın elini güçlendiren bir etken.
Ortadoğu’da hakimiyetini Kürt soykırımı üzerinden kurgulayan Rusya bunu başarırsa bölge genelinde İran ve Türkiye’yi tümden yedeğine alarak Suriye coğrafyasını merkez seçerek bölgede kalıcı olacak. Osmanlı hayalleri suya düşse de Erdoğan, Kürtleri tasfiye etmiş olarak kendisince hedeflerine kısmen de olsa ulaşmış olacak.
Elbette bu senaryonun NATO üyesi Türk devleti üzerinden hayata geçirilmesi Rusya’nın da işini kolaylaştırıyor. Keza Türk devleti NATO üyesi olduğundan koalisyon güçlerinin kendisine karşı bir askeri karşılık vermeyeceğini hesaplıyor. Koalisyonun tepkisiyle karşılaşmadığı bir ortamda Kürtlere ve Kuzey Suriye halklarının ortak yönetimine saldırıyı kendisi açısından görece olarak mümkün görüyor.
Geçtiğimiz ay bunun provasını yaptı. Dünyadan ciddi bir tepki gelişmeyince daha bir cesaretlendi.
Ön görülen işgal planı ne?
Türk devleti Gire Spi (Tıl Ebyad) üzerinden Kuzey Suriye’ye saldırıya geçebilir. Gıre Spi’nin hedef olarak seçilmesinde iki etken öne çıkıyor.
Birincisi, Erdoğan buraya saldırarak bölgedeki Arap halkından ve de özellikle aşiretlerden destek toplamayı hesaplıyor. Kendisi içeri giremezse dahi, içte Kürt-Arap çatışmasını yaratmaya çalışıp, bölgedeki siyasi oluşumu bu şekilde dağıtmayı hedefler.
İkincisi, Sadece Gire Spi de değil, Gıre Spi’den Eyn İsa’ya dikey uzanan hattı denetime alarak Fırat ile Cizre bölgesi arasındaki bağlantıyı koparmaya çalışır. Bu şekilde Rakka ve oradan Derazor hattına uzanarak DAİŞ çetelerine gerekli desteği sunar ve yeniden bölgeye saldırtabilir. Bunu yapan Erdoğan bölgede kalıcı olmaya çalışacaktır. Bu durumda bütün petrol yataklarını ve uluslararası ticaret yolunu geçirerek bölgede etkili bir güç konumuna gelecektir. Bu en çok da bölge Arap devletleri için bir tehlikedir. Yine Erdoğan bu hamlesiyle ABD’ye alan daraltıp Rusya ve İran’ın bölgede etkin olmasının önünü de açacaktır. Dolayısıyla bölgede tüm taşlar yerinden oynar ve yepyeni bir tablo ortaya çıkar.
Erdoğan Türkiye’sinin bu planı elbette ki sadece Kürtleri hedeflemiyor. Erdoğan bölgede süper güç durumuna gelerek bütün Arap devletlerine hükmetmeyi amaçlıyor.
Önemli bir diğer husus ise, Erdoğan’ın bu saldırı konsepti için kiminle anlaştığıdır.
Erdoğan ve Türk devletinin perde arkasında anlaştığı temel güç Rusya ve Suriye rejimidir. Elbette bu planın içinde İran da vardır. Diğer dünya ülkelerinin ne kadar bu plana destek verdiğini, tepkilerinin ne olduğunu elbette bilmiyoruz. Ancak eğer bu bölgeye yönelik kapsamlı bir saldırıya sessiz kalınırsa, bu da saldırının ABD ve koalisyon güçlerinin onayı ile gerçekleştiğini gösterecektir. Kaldı ki şimdiye kadar ki emareler böyle bir onay almış olduklarına işarettir.
Peki saldırı gelişirse ne olur?
Erdoğan’ın böyle bir saldırıya girişmeyeceğini söylemek elbette ki saflık olacaktır. Erdoğan fırsatını bulduğu anda kırmızı görmüş boğa gibi her yere saldıracaktır.
Böyle bir durumda Kuzey Suriye güçleri de kendi savunmasını halkla birlikte geliştirecektir. Gücü olanın mutlak kazanacağı gibi düz mantık elbette ki savaş sahasında geçerli değildir. Kuzey Suriye güçleri iyi örgütlenir ve etkili bir direniş geliştirebilirler. Bu durumda Erdoğan’ın işgal saldırısı bozguna uğratılabilir. Saldırı durumunda bölgede yaşanan artık bir halk savaşı olur. Bütün bir halk her türlü imkanını devreye koyarak karşı direnişi geliştirebilir. Direnişin büyük gelişmesi, tıpkı Kobane’de olduğu gibi bütün dünya halklarını ayağa kaldırabilir. Bunun için Kürtlerin güçlü ve sonuç alıcı bir uluslararası diplomasi geliştirmesi gerekir.
Elbette sadece Kürtler değil, bölgedeki Arap devletleri de bu duruma karşı tavır tutum sahibi olmak durumundalar. Zira Erdoğan bölgeye saldırarak özellikle Arap devletlerinin bölgedeki etkisini kırmayı da amaçlıyor. Özcesi Türk devletinin bölgeye olası bir saldırısı sadece Kürtleri değil, tüm bölge devletlerini etkiler ve kaçınılmaz olarak yeni kaotik bir süreç ortaya çıkar.
Ancak, Kuzey Suriye’de bozguna uğratılan Erdoğan bütün bir Suriye’den de çıkmaya mecbur edilir ki, bu, Suriye sorununun çözüm yoluna girmesi anlamına gelir.
Tüm Kürtler ayağa kalkmalı
Bu saldırıları kırmak, Erdoğan faşizmini yenilgiye uğratmak elbette ki tüm bölge güçlerine ve halklarına olduğu gibi Kürtlere de sorumluluk yüklüyor. Rojava’dan, Güney’e, Kuzey Kürdistan ve Avrupa’ya uzanan her metre karede Kürtler serhildana kalkmalıdır.
Birincisi Güney Kürdistan halkı serhıldan ruhuyla ayağa kalkmalı ve Türk devletinin faşizm ve soykırım saldırılarına her tarafı mücadele alanına çevirmelidir. Başta KDP olmak üzere Türk devletiyle anlaşmalı hareket eden tüm siyasi partiler ve hükümete geri adım attırmalı ve bu güçleri ulusal tutum almaya zorlamalıdır.
Yine aydınlar, akademisyenler, sanatçılar bil cümle tüm toplum örgütlenerek işgale karşı durmalı.
Kuzey Kürdistan halkı Rojava-Kuzey Suriye’ye yapılan saldırının kendilerine yapıldığını bilerek özellikle sınır hattındaki kentlere, ilçelere akın etmeli. Faşizm her türlü saldırıyı gerçekleştirebilir, ancak örgütlü halk gücünün büyük bedeller uğruna dahi olsa bu faşizmi yenebileceği gösterilmelidir.
Aynı şekilde Avrupa’daki Kürtler bütün bir Avrupa’da gece gündüz ayakta olmalı. Gerekli tüm diplomasi faaliyetlerini hemen ve gecikmesizin yürütmelidir. Özellikle Avrupa halklarını Türk devlet faşizmine karşı ayaklandırmalıdır. Bütün dünya Erdoğan faşizminden ve işgal-soykırım saldırılarından haberdar edilerek karşı cepheye herkes taşınmalıdır. Böyle olursa Erdoğan faşizminin kaybetmesi içten bile değildir. Böyle olursa Erdoğan’ın silah teknolojisiyle sonuç alması mümkün olmayacağı gibi, kaybetmesi kaçınılmaz olacaktır.
Özellikle Kürtler dış güçlere kesinlikle bel bağlama gafleti içine girmeden öz gücüyle kendi özgürlük mücadelesini yükseltmeli ve sonuç almanın biricik yolunun öz güçle mücadele olduğunu bilmelidir.
14 Aralık 2018
HALİT ERMİŞ