Kürdün direncinin büyüklüğüne sığınıp, “daha bize çok var” diyerek, huysuz izleyici rolünü, siyaseten birileri tercih ediyor olabilir lakin o direnç yalnız kaldığında, onu aşarak izleyene yöneleceğini ve herkesi silip süpüreceğini bilmeyen var mı? Ne devlete verilen “uyum” mesajları ne HDP’ye mesafe belirlemek asla durdurmayacak gidişatı
Kötülüğün parmak izleri
Savaşı gözümüzün içine sokup “eller havaya” çağrısı yapanları, asker selamıyla karşılamak çok makbul bu ara. Hizaya girenlerin, girmeyenlere giriştikleri linç ve bunun seyircisi olan kalabalığın büyüttüğü uğultu, şimdilik tüm sesleri bastırıyor.
Pozisyon alma işinin uzmanları kurdukları cümlelere öyle hızlı taklalar attırıp, yerlerini işaretliyorlar ki insan takip etmekte zorlanıyor.
Hafızamızın öncesi ile sonrası arasında oluşan boşlukta sallanıp ve ardından hiçbir şey yok-muş, olmamış gibi yapabilenlerin köşelerden bizlere nanik çekmesi ve her defasında alkışlara boğulması, yaşadığımız ve yaşattığımız yalanlara sadakatimizi gösteriyor olmalı. Böyle olmasa, ne hafızlarımızın öncesi ile sonrası arasında bir boşluk olur ne de o boşluğa girip bizimle, bizlerle alay edebilecek cesaretleri.
“Korku insanın belasıdır” diyen iç sesimizin etrafında dolanıp duruyoruz ve diğer yandan “şartlar zor, şartlar ağır, şartlar insan etini kesiyor, haksızlık ediyoruz” diyen bir başka seste durup düşünüyoruz.
İkisi de gerçek, ikisi de bir arada ve ikisi de hakikatimiz belki. Hem korku belası başımızda hem de şartların dizginsiz saldırganlığı, lâkin bir başka ses “düşünmek değiştirmez hayatı” deyip parçalara ayırıyor kurduğumuz tüm iç dengelerimizi.
“Asker selamı çakın” diyenlerin emirleri daha çok duyuluyor, malum arkasında devasa bir iktidar var. Öte yandan “Her Türk Asker Doğar” diyerek, her Türk’e emir komuta zinciri içinde ölmeyi ve öldürmeyi layık gören bir anlayışın, tüm toplumu “emret komutanım” zincirine sokarak, yaşamı, hayalleri, umutları vasatlığa mahkûm etmesi, hareket alanını da genişletiyor.
Ve parmak izleri, toplumun refleksine gizleniyor.
Herkes bir başkasının çocuğu ölüme gitsin istiyor, bir başkasının çocuğunun tabutu taşınsın, ona gözyaşı dökülsün, onun üzerinden lanet yağdırılsın istiyor ve herkes kendi çocuğunu ölümden gizlemek için ne kadar vatansever olduğunu bağır, bağır, bağırıyor ve bağıranların arasından, bir başkasının çocuğu tabut içinde taşınıyor. Tabutlar, göze görünmez kılıyor herkesin arkasında sakladığı canı.
Yaşamdan ve insanlıktan düşen yanımız, “hain” diye bağırıyor bir başkasına. “Hain” diye bağırdıkça, kendini gizlemek kolaylaşıyor.
“Terörist var” diye bağırıyor bir başkası.
Parmağıyla “işte burada” diyor ve işaretleyen olmanın ödülüyle “sağ salim” evine dönüyor.
Evler karanlık, perdeler sıkı sıkı kapalı, fısıltıyla konuşuluyor en gündelik şeyler bile. Kapıdan çıkınca başlıyor yeniden “vatan, beka, bayrak”. Ayakta kalmanın yolu olarak döşenen o mayınlar için, dışarıda bir avuç insan avaz avaz “gelecek kuşakların alacak bacağını, kolunu, başını” diyor ama nafile… Yaka paça toplanıyor sesler…
İnanmadığı şeyleri, inanıyor-muş gibi yaparak yaşayan çoğunluğun arasında, gerçeği bilerek yaşamak elbette zordur. Hakikati dillendirmek, yüzleştirmek tehlikelidir ve elbette bunu göze alanların varlığı, hepimizin varlığını da değerli kılan şeydir.
“Vatan haini” sözleri eşliğinde, katillere görev yükleyen çıngıraklı sesler sadece bugüne ait değiller. Günümüzün Kerinçsiz’leri değişti sadece. Dilleri aynı, söylemleri aynı, duyguları, motivasyonları aynı. Dün Hrant’ı, Tahir Elçi’yi hedefe koyanlar, aynı yöntemlerle bugün siyasetçileri, yazarları, insan hakları savunucularını hedefe koyuyor ve hep beraber “alçak, vatan haini, PKK’nin sözcüsü” diyerek tamamlıyorlar birbirlerini.
Adının bombaların üstüne yazılmasından gururlananların, programlarda marşlar okuyarak savaşı alkışlayanların, “bizi Suriye’ye götür” diye sesini koro halinde parçalayanların sefil halleri tam da faşizmin lümpen karşılığı.
Kürdün kanının, canının ve malının pay edilmesinde, kime ne düşeceği kavgasında en öne fırlayanlara bakarsanız eğer, dişlerinin arasında göreceğiniz şey, Kürdün etidir. “Kardeşiz”, “et ile tırnak gibiyiz” diyenlerin kurdukları çiğ cümlelerin altındaki, Kürdün yağmalanan malıdır. Kürdün canı ise asker selamına duranların arasında kim ne kaparsa diye vaat edilendir ve hepsi, yaşamlarımıza biçilen değerin ne kadar “hiç” olduğunun göstergesidir.
Kendisi gibi olmayanlara, kendisiyle benzeşmeyenlere uygulayacakları şiddeti, en önce Kürdün üstünde denemeleri kimseyi şaşırtmıyor olabilir. Kürdün direncinin büyüklüğüne sığınıp, “daha bize çok var” diyerek, huysuz izleyici rolünü, siyaseten birileri tercih ediyor olabilir lakin o direnç yalnız kaldığında, onu aşarak izleyene yöneleceğini ve herkesi silip süpüreceğini bilmeyen var mı? Ne devlete verilen “uyum” mesajları ne HDP’ye mesafe belirlemek asla durdurmayacak gidişatı.
İşte hepimizin bildiği ve bilerek beklemeye gönüllü olduğu durum bu.
“Korku insanın belasıdır” diyen iç sesimizin etrafında dolanıp duruyoruz ve diğer yandan “şartlar zor, şartlar ağır, şartlar insan etini kesiyor, haksızlık ediyoruz” diyen bir başka seste durup düşünüyoruz.
Ve şair, “düşünmek değiştirmez hayatı” diyerek sokuluyor yeniden yamacımıza.
Akın Olgun
24 Ekim 2019