30 Mart Kızıldere bizim için, emekçi halk için, bağımsız bir ülke için, özgür ve sömürüsüz bir dünya için dövüşmenin adıdır. Yani sosyalizmin adıdır.
Bizler ON’lardan öğrendik; Devrimcilik, inanmak, öğrenmek, bilmek ve yapmaktır. Bu uç kavramın bir arada ve aynı anda bulunması, birbirini tamamlaması ve geliştirmesi, aynı zamanda devrimciliğin, devrimci mücadelenin pratikte ete kemiğe bürünmesi, yaşam karşısında bir anlam ifade etmesi demektir.
İşte bunun için 30 Mart Kızıldere Türkiye devrimin manifestosudur. Türkiye sınıflar mücadelesinin tarihini ve geleneklerinin temel taşıdır. 30 Mart Türkiye devriminin manifestosudur ve bu THKP-C’nin ideolojik-politik tezlerinden, pratik çizgisinden ayrı düşünülemez. Bu, etiyle-kemiğiyle Türkiye devrimini düşünenlerin, Türkiye devrimini masa başlarında burjuvazinin nabzına göre şerbet vererek değil, elde silah sokaklarda, dağlarda yaratmaya çalışanların; halkları küçümseyenleri değil, halkın gücüne ve yaratıcılığına inananların, Türkiye devriminin çıkarları için ölümü göze alabilecek kadar ideolojik-politik ve kişisel güvene sahip olanların manifestosudur.
Kızıldere dar grupsal çıkarları değil, sınıflar mücadelesi ve halkların çıkarını her şeyin üzerinde tutmanın adıdır.
Siper yoldaşlığı ve devrimci dayanışmanın ete kemiğe bürünmenin adıdır.
Bugün herkesçe sıkça kullanılan Mahir Çayan’ın; “Bugün faşizm karşısında birleşmeyenler yarın faşizmin zindanlarında buluşur…” söylemini bir slogan olarak kullanan değil içini dolduranlardır.
Bunun için THKP-C Marksist-Leninist ideoloji ve pratiğin evrensel tezleri ve tarihsel deneyleriyle ülkemiz solu arasındaki (50 yıllık bir aradan sonra) ilk ve en geniş kapsamlı buluşmasıdır. Bu buluşmanın somut ifadesi olan THKP-C ile ideolojide, politikada, örgüt anlayışında, mücadele tarz ve temposunda yeni açılımlar sağlanmış, devrimci mücadele ve devrimci kimlik bir anlamda köklü biçimde yeni baştan tanımlanmıştır. THKP-C bu noktada Marksizm-Leninizm’in evrensel tezleri ışığında ülke devrimini hedefleyen, bu ülkenin koşullarından yola çıkan, iktidar bilincine sahip yeni bir devrimcilik anlayışının oluşturulmasıdır, bunun ideolojik-siyasi-örgütsel temellerinin atılmasıdır. (*)
Kaba bir bakışla ele alındığında, Kızıldere 10 devrimcinin bir köy evinde kuşatılması ve ellerindeki rehinelerle birlikte tank-top-mitralyözlerle katledilmesidir. Burada bir manifestodan değil, oligarşinin vahşice gerçekleştirdiği bir katliamından söz edilebilir. Şehitlerin değeri, onların yiğitlikleri, cesaretleri, fedakârlıkları vb. ayrıdır; bu katliamdan siyasi-stratejik bir anlam, bir manifesto çıkarmak çok daha farklıdır.
Evet, kaba ve dar grupsal bir bakışla ele alındığında böyle bir sonucun çıkarılması kaçınılmazdır ve solun önemli bir kesimi de 30 Mart’ı bu şekilde ele almış, Kızıldere denilince, orada katledilen 10 devrimcinin salt yiğitliği-cesareti vb. ön plana çıkarılmıştır. Tabii ki bu türden tavırlar bilinçli-bilinçsiz Kızıldere’nin siyasi anlamını-boyutunu gizleme çabalarına da hizmet eder bir misyon görmüştür.
Bu yaklaşımların tersine, bizler açısından 30 Mart’ı bir katliam ve şehit edebiyatı çerçevesinde ele almanın 71 devrimci atılımının ve özelde THKP-C’nin siyasal-tarihsel misyonunu gözden kaçırmaya çalışan egemen sınıflara dolaylı bir destek sonucunu yaratacağını görmüş ve başından itibaren Kızıldere’yi bu çerçevenin dışında ele almaya çalışmıştır. Şehitlerimizi kahramanlaştırmak işin kolayıydı. Zor olan onları yaratan çizgiyi ortaya çıkarmak ve anlamaktı. Kızıldere’nin manifesto olarak ele alınması bu çerçevede görülmek ve kavranmak zorundadır.
Çünkü manifesto, devrimciliği boş zamanların meşgalesi olmaktan çıkarıp bir yaşam biçimi haline getirmeyi, devrimci mücadeleyi günlük politikaların batağında yuvarlanan ilkesiz, kuralsız bir kör dövüşünden çıkarıp iktidar hedefli bir kavgayı örgütlemeyi, burjuva politikalarının kuyruğunda dolaşmak yerine atak ve cesur hamlelerle gündemi belirlemeyi öngörür.
Manifesto deyince aklına yazılı bildirgeler gelen ansiklopedik bir yaklaşım tarzı açısından Kızıldere eylemini bir manifesto olarak ele almak anlaşılmaz, hatta bilimi-kavramları alt üst eden “popülist” bir yaklaşımdır. Ancak sorunu bu şekilde ele almanın, olayların özünü göremeyip görüntüden hareket edenlerin ideolojik-siyasal çapsızlıklarını ve en hafif deyimiyle yüzeyselliklerini ört bas etme çabasından başka bir şey olmadığını burada vurgulamamız gerekir. Marks’ın da vurguladığı gibi, ‘’Şeylerin görüntüsü ile özü aynı olsaydı her türlü bilim gereksiz olurdu.‘’
Kızıldere neden bir eylem olarak değil de ideolojik-siyasal bir manifesto olarak ele alınmalıdır? Bu sorunun cevabı yukarıda aktardığımız iki paragrafta verilmektedir aslında. Bu iki paragraftan çıkarılması gereken sonuç şudur: Kızıldere ülkemizde solculuğun yeniden tanımlanmasıdır. Marksizm-Leninizm ülkemiz koşullarına uyarlamasıdır. Bu tanım “geleneksel” solculuk anlayış ve pratiğinin reddedilip yerine devrimciliğin yeniden yaşam bulmasıdır.
Bunun nasıl yapıldığı ise Kızıldere’deki kuşatma ve katliamın sınırlarına hapis olunarak anlaşılamaz. Kızıldere’ye önemli bir süreç yaşanarak gelinmiştir. İdeolojik-siyasi çizginin netleşip kendini ifade etmeye başladığı ve bu doğrultuda kendini pratikten geçirdiği bir süreç vardır Kızıldere’nin arka planında. Kızıldere bu sürecin yarattığı değer ve kazanımların bir manifesto olarak ve en yüksek perdeden, haykırılarak Türkiye ve dünya halklarına ilan edilmesidir.
THKP-C çizgisi, her koşulda, direnme, teslim olmama anlayışından taviz verilmemesiyle düşmanın en güçlü olduğu koşullarda dahi, devrimci onur ve iradeyi temsil etmesiyle, siyasi kimliğini her alanda açıkça savunmasıyla, düşmanın tüm saldırılarına karşın özgürlük tutkusunu yaratıcılıkla maddileştirip, mücadeleden bir an bile ayrı düşmeme anlayışıyla varlığını sürdürüp geliştirmiştir.
Devrim, devrimci mücadelesi geçmiş ile gelecek arasında diyalektik bağı koparmadan yürütebilmektir. İşte bugün içinden geçtiğimiz koyu faşizm koşullarında THKP-C ve 30 Mart Kızıldere’nin çizgisine bağlı olmanın, bu çizgiyi geliştirip sürdürme iddiasının başka anlamı da, yolu da yoktur.
Siz onlarımız;
Mahir Çayan, Hüdai Arıkan, Cihan Alptekin, Nihat Yılmaz, Ertan Saruhan, Ahmet Atasoy, Sinan Kazım Özüdoğru, Sabahattin Kurt, Ömer Ayna, Saffet Alp sizler halkımızın onuru, kavgamızın önderleri, kavganız kavgamız, idealleriniz idealimizdir.
Sizlerin bizlere bıraktığı mirasla kavgamızın hattı netleşmiştir. İdealleriniz daha yakın şimdi. Biz yakınız, kavga daha yakın sizlere.
Tarihimizi unutturamadı hiçbir güç, silip atamadılar sizi geleceğimizden.
Kızıldere şehitleri nezdinde tüm devrim şehitlerini saygıyla anıyor, devraldığımız mücadele bayrağını onurla taşıyoruz!..
Bir kez daha haykırıyoruz ki; sizler devrim ve sosyalizm davasının simgesisiniz. Siz On’larımız davanın, insanlık davasının gerçek savunucusu ve önderlerisiniz. Sizler insanlık adına çıkarsız bir kavganın neferiydiniz. Sizler insan güzelisiniz. Size tüm bu güzellikleri kazandıran ise, sahip olduğunuz sosyalist ideoloji, sosyalizm düşüncesidir. Çünkü sosyalizm mücadelesinin temelinde, “insan” vardır. Yok edilmek istenen de işte budur. Uğruna ölünecek, bedel ödenecek değerlerin olmadığı bir dünyada, insanlık yok oluyor demektir. Sizlerin sahip oldugunuz değerlerden, ideolojiden yalıtarak, salt şehitlik kavramı içerisinde anmak, sizleri darlaştırmaktır. Sizleri sahiplenmenin yolu sosyalizmi sahiplenmekten, sosyalizm idealine sahip çıkmaktan geçmektedir.
30 Mart Kızıldere şehitleri mücadelenin öncü neferleri, kurmaylarıydılar. Bugün de mücadeleyi ileri taşımak, tıkanıklıkları aşmak, Kızıldere’nin boşluğunu doldurmak, yeni öncüler, kurmaylar olmayı dayatıyor bize. 30 Mart Kızıldere mücadeledir, mücadeleyi yükselteceğiz!
Kızıldere son değil başlangıçtır!
Devrim için savaşmayana sosyalist denmez!
Yolumuz devrim yolunda bayraklaşanların yoludur!
29 Mart 2021
(*) 1971 devrimci hareketi ülkemizde geri dönüşü olmayan bir süreç başlatmıştır. Böylesi bir sürecin başlatılmasında THKO, TKP/ML gibi hareketlerin de yadsınamaz öneme sahip rolleri vardır. Ancak asıl olarak önder rolü oynayan, sürecin ideolojik-siyasi farklılığını, özgünlüğünü yaratan bizzat THKP-C’nin kendisidir.