HAZİRAN-TEMMUZ ŞEHİTLERİ YOLUMUZU AYDINLATIYOR

 

12 Temmuz şehitleri yolumuzu aydınlatıyor…

Hiç bir mücadele bedel ödenmeden ne gelişebilir, nede ilerler. Mücadele her daima karşılaştığı engelleri ya yıkarak yeni yollar bulur kendine, ya da engellerin yarattığı zorlukla nedeniyle geçici duraklamalara yasar. Mücadele tarihimizde önemli bir bedel ve azımsanmayacak büyüklükte kayıplara yol açan 12 temmuz katliamı, Türkiye devrimci hareketin önemli bir birikiminin kaybına yol açmış ve mücadelede büyük bir duraklamaya yol açmıştır…

 

DEVRİM ŞEHİTLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!

 

 

 

Haziran, Temmuz, Ölüm Orucu şehitleri Ölümsüzdür…

12 Eylül faşist cuntasının tüm toplumu teslim alma, katliam, işkencelerinin yaşandığı en üst boyut zindanlar oldu. Diyarbakır, Metris ve birçok cezaevinde o dönemde devrimci tutsaklar işkencelere karşı bedenlerini ortaya koyarak direnme yolunu seçti. Diyarbakır zindanında İlk olarak 21 Mart 1982’de Mazlum Doğan, cezaevinde kendilerine uygulanan vahşete karşı bir Newroz gecesinde üç kibrit çöpüyle bedenini ateşe vererek direniş mesajı verdi. Mazlum Doğan’ın eyleminin ardından 18 Mayıs 1982 tarihinde ise isimleri tarihe ‘Dörtler’ olarak yazılan Ferhat Kurtay, Eşref Anyık, Mahmut Zengin ve Necmi Öner kaldıkları hücrede kol kola girerek bedenlerini ateşe verdi ve zulme karşı mücadeleyi sürdürdü. Tüm bu eylemlere rağmen cezaevi askeri idaresinin işkencelerini arttırması, mahkemelerde savunma yapılmasının engellenmesi üzerine Mehmet Hayri Durmuş’un duruşma salonunda duyurduğu ölüm orucu kararı Diyarbakır zindanında yeni bir direnişi başlattı. Mehmet Hayri Durmuş’un başlattığı ölüm orucu eylemine çok sayıda tutsak da katılırken, Durmuş ile birlikte, Kemal Pir, Ali Çiçek ve Akif Yılmaz yaşamlarını feda etti.

 

İstanbul Metriste başlayan Ölüm Orucu direnişinde; Haziran1984’te Devrimci Sol davasında Abdullah Meral, Haydar Başbağ, Hasan Telci ve TIKB, M. Fatih Öktülmüş şehit düştüler…

 

Eylem başladığında direnişçiler, hücrelere tek tek konulmuştu. 35-36. koğuşlardaki hücrelerde Temmuz ve Ağustos boyunca bedenleriyle ve faşist idareyle savaştılar. Günler günleri, aylar ayları kovalıyor direnişçiler tık demiyorlardı. İç Emniyet Amiri işkenceci Esat Oktay Yıldıran, bu görkemli direniş karşısında hiçbir şeyin işe yaramadığını görüpKemal Pir‘e “Kemal, sen Türksün senin bunların içinde ne işin var” diyerek aklı sıra onu çelişkiye düşürmeye çalıştı. Kemal Pir’in buna yanıtı ise “Ben Türkiye’nin kurtuluşunu Kürdistan’ın kurtuluşunda görüyorum bu benim tarihsel görevimdir” oldu.

 

     

Diyarbakır Zindanı’nda en ufak bir zaaf, silah olarak kullanılırdı. Ölüm Orucu sürecinde M. Hayri Durmuş tek battaniyeyle kalmış ve eylemi böyle sürdürmüştü. Kemal Pir ona, “Doktor, kendine bir döşek iste…” dediğinde Hayri, “Eğer ben döşek istersem, bu bir zaaf olarak algılanacak ve arkadaşların tüm döşekleri toplanacak onun için fazla sorun değildir” demişti.

 

M. Hayri Durmuş’un, “Ben halkıma borçluyum; mezar taşıma, ‘Bu insan halkına borçludur’ diye yazın’‘ sözlerinde yıllardır baskı ve işkence altında inletilen Kürt halkının özgürlük davasının büyüklüğü ve onun için ne yapılırsa yine de az kalır gerçekliğinde saklıdır.

 

 

 

 

ZAFERE DAİR

Korkunç ellerinle bastırıp yaranı 
                                        dudaklarını kanatarak 
                                        dayanılmakta ağrıya. 
Şimdi çıplak ve merhametsiz 
                                        bir çığlık oldu ümid… 
Ve zafer 
         artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar 
                                                    tırnakla sökülüp koparılacaktır…

Günler ağır. 
Günler ölüm haberleriyle geliyor. 
Düşman haşin 
                      zalim 
                               ve kurnaz. 
Ölüyor çarpışarak insanlarımız 
— halbuki nasıl hakketmişlerdi yaşamayı — 
ölüyor insanlarımız 
                     — ne kadar çok — 
sanki şarkılar ve bayraklarla 
                                   bir bayram günü nümayişe çıktılar 
                                                                     öyle genç 
                                                                            ve fütursuz…

Günler ağır. 
Günler ölüm haberleriyle geliyor. 
En güzel dünyaları 
                               yaktık ellerimizle 
ve gözümüzde kaybettik ağlamayı : 
bizi bir parça hazin ve dimdik bırakıp 
                                        gözyaşlarımız gittiler 
ve bundan dolayı 
                       biz unuttuk bağışlamayı…

Varılacak yere 
                kan içinde varılacaktır. 
Ve zafer 
          artık hiçbir şeyi affetmeyecek kadar 
                                                   tırnakla sökülüp 
                                                                   koparılacaktır…

 

Nazım Hikmet

 

 

 

 

Önceki İçerikYILANDAN DOST OLMAZ BACIM
Sonraki İçerikHAKİM SINIFLARIN İÇ ÇELİŞKİLERİNE ALET OLMAYALIM