Oligarşi uzun süredir devam ettirdiği saldırı politikasını giderek daha üst düzeylere sıçratıp dozajını artırıyor.
Artık Kürt halkına yönelik katliamlar her gün 3-5 muhalifin ve Kürdün öldürülmesi, onlarcasının tutsak alınması boyutuna vardı. Demokratik mücadelenin kısmen geliştiği yerlerde sorgusuz sualsiz, keyfi gözaltılar günlük yaşamın bir parçası oldu. Evler basılıp insanlar işkenceli sorgulardan geçirilerip göstermelik suçlamalarla tutuklanıyor.
Demokratik Kitle örgütleri aktivistleri keyfi gerekçelerle gözaltına alınıyor. Gözaltı ve tutuklamalarla faaliyet yürütemez hale getirilmek isteniyor. Tüm bunlarda çözüm olmuyor onlar için. Dün Kürdistan’da belediyelere onlara bağlı kültür kurumlarına, kadın kurumlarına kayyum atayanlar bugünde Demokratik kitle örgütlerine, vakıflara kayyum atama çabasındalar. En yasal ve meşru demokratik-kültürel faaliyetlere yok etmek istiyorlar.
Her gün yüzlerce ev basılıyor. Sokaklar, kavşaklar, meydanlar adeta polis işgali altında tutuluyor Covid salgını tedbirleri bahanesiyle halka baskı uygulanıyor.
Azgınca sürdürülen bütün bu baskıları halka meşru gösterebilmek için, faşizmin sesi basın yayın organları üzerine düşeni yapıyor. Kürt halkına karşı zaten açıkça ilan edilmiş bir savaş ve linç kampanyası var. Kürdistan’ın yönetimi tamamen faşizmin kontur militarist kanadına devredilmiş durumda.
Faşizmin artan saldırıların nedeni giderek derinleşen milli krizdir. Düzen ekonomik ve politik alanda tam bir açmazın içine düşmüştür. Derinleşen bu krizin önünü alabilmek artık kısa süreli tedbirlerle mümkün değil ve bu durum devam ettiği krizin her geçen gün daha çok derinleştiği oranda faşizmin saldırıları da artarak sürecektir.
Bugün AKP-MHP derin devlet iktidarının uyguladığı ekonomik-politikanın iflas ettiği tartışma götürmez bir gerçekliktir. Mevcut faşist iktidarın yıpranmışlığı ve güçsüzlüğü de işin tuzu-biberi olmaktadır. Faşist iktidarı yönetemez durumdadır. Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu söylemi rasgele söylenen bir söz değildir; “Ülkede seçim yok seçim olsa da iktidarın size verilmeyeceğini biliyorsunuz.”
Bunun için bulundukları ağır kriz ve çıkmaz Türkiye oligarşisi için sistemi sağlama alma kendisini yeniden inşa ve güvenceye alma çabasıdır. Bunu yapmadan temsili seçim vb. iktidarını tehlikeye sokmaya hiçte niyetleri yok.
AKP içi muhalefetin kazan kaldırma çabaları, parti birliği ve Erdoğan’ın partiye hâkimiyetini sarsıyor. Bununla birlikte Derin Devlet ve MHP ile girdiği ortaklık tek başına bürokrasiye hükmedememektedir. Nitekim bu ittifak çerçevesinde Kürdistan’ın yönetimini
Derin Devlet ve MHP ele almıştır.
Covid salgınıyla daha da artan hayat pahalılığı ve yoksulluk halkın tahammül gücünü tüketmiş hayat pahalılığı ve baskılara karşı mücadele etme eğilimleri gelişmektedir. Ama tüm bunlara karşın iktidarın mevcut krizi halka daha çok yoksulluk getirecek politikalarla aşmaktan başka yolluda yoktur.
Yani daha çok kitlelerin ekonomik ve sosyal haklarına saldıracaklar ve kuşkusuz bu saldırıyı siyasal saldırılarla yani baskı ve terör politikasıyla birlikte yürütecekler. Saldırı politikasının ana hedefi ise kuşkusuz ki başta halkın örgütlü gücüdür.
Oligarşik bloğun aralarındaki derinleşen çelişkilere karşın, oligarşinin diğer partileri de iktidarın emekçi halkımıza, devrimci muhalefete ve Kürt özgürlükçü mücadeleye yönelttiği baskı politikasını desteklemektedir.
Çok iyi biliyorlar ki sistemlerini sağlama almanın tek yolu ayakta durmayı başarmak icin halk muhalefetini sindirmekten geçmektedir. Önümüzdeki süreçte sınıf çatışmasının ana ekseni, faşist devletin 12 Eylül’de simgeleşen baskı, zorbalık ve soygun politikasını artırarak devam ettirmesidir.
Faşizmin baskı ve zor politikasının özellikle devrimci güçlere yöneleceğinin de bilincinde hareket etmeliyiz. Faşizmin bir yandan terörü kitleselleştirirken diğer yandan devrimci temelde ortaya çıkan mevcut tepkileri ise reformist, liberal, uzlaşmacı potaya yöneltmenin çarelerini arayacaktır. (Bu noktada, reform, yeniden Kürt sorunu, barış süreci, yeni diyalog vb beklentileri dilendirilerek beklenti oluşturmaları boşuna değildir.)
Bu durumu da dikkate alarak, faşizmin saldırıları karşısında, duraksamak veya gerilemek değil tam aksine daha yüksek bir kararlılıkla karşı koymak gerekir. Devrimci güçler kitlelerden bir an bile kopmadan sürecin gereklerini yerine getirmeli faşizmin her türlü saldırılarını göğüslemeye hazır olmalı, güçlü, disiplinli, esnek taktikler uygulayarak faşizmin saldırı politikalarının karşısına kitleleri dikebilmelidir.
Mücadele geliştikçe ve kriz derinleştikçe mücadele omuzlarımıza daha aşrı yükler bineceği gerçeği ile hareket edip geleceğe ilişkin her deneyden dersler çıkarmayı ihmal etmemeliyiz.
Faşizm saldırılarını meşru göstermek için başvurduğu yalan ve demagojileri açığa çıkartıcı, gerçekleri halka anlatan geniş bir teşhir faaliyeti yürütmeliyiz. Faşizmin terörü kitleselleştirmesine karşı legal ve illegal mücadelenin diyalektik birliği içinde, dinamik aktif ve radikal kitlesel direnişler temelinde bir mücadeleyle karşı koymalıyız. Bu konuda kadınların, işçilerin eylemlerini iyi değerlendirilerek yaygınlaştırılmalı ve daha geniş alanlara taşınmalıdır. Devrimci duruş bunların üzerinde yükselecek nitelikli kadrolaşma bu tür çatışmalar ve direnişler içinde yetişecektir.
Unutulmamalıdır ki süreci aşmanın ve halk güçleri lehine geliştirmenin tek yolu, ilkel yöntemleri terk etmek, hantallaşamaya asla taviz vermemek, daha enerjik, daha disiplinli, daha örgütlü, yani kısaca daha profesyonelce ve inatçı bir mücadeleyi hayata geçirmekle olanaklıdır. Kitlelere dayanan kendi öz gücüne ve kitlelere güvenen ve hergün kitleleri daha çok etkilemeyi ve devrimci mücadele saflarında toplamayı hedefleyen bir mücadeleyle olanaklıdır.
26 Aralık 2020