Eğitim devrimci kişiliğin şekillenmesinde zorunlu bir unsurdur, vazgeçilmez!

“Bana bir kelime öğretenin 40 yıl kölesi olurum…” Bu söz bilginin öğrenmenin ne kadar vazgeçilmez olduğunu çok açık bir biçimde sergilemektedir.

Ülkemizde kapitalizm hızla gelirken sosyal kültürel politik kurumlar ve zihinsel düşüncesi düşünsel seviye bu gelişmeye ayak uyduramamakta belli bir uyumsuzluğu geriliği taşımaktadır.

Burjuva kültürün yozlaştırıcı, yabancılaştırıcı etkileri ulusal kültürün geri öğeleriyle bütünleştirerek toplumumuzda bir ahtapot gibi sarmaktadır.

Egemen sınıfların düzenini korumaya, devam ettirmeye yönelik, devam ettirmeye yönelik tüm gerici-faşist unsurlar bir araya gelmekte, düşünsel platformlarda da iş birliğine getirmekte, etkinlik alanlarını böylelikle genişletilmek istenmektedir.

Her sistem kendi mantığını, düşünce tarzını, yaşam biçimini, değer yargılarını ve ahlak ilkelerini halka kabul ettirmeye çalışır. Örneğin kapitalist sistem burjuva yaşam biçimini, düşünce tarzı ve ahlakı ilkelerini halka dayatır.

Burjuva düzenin artı değere, sömürüye, sermaye birikimine meta ya, özel mülkiyetin geliştirilmesine, insan emeğinin sömürülen kısmını sürekli büyütülmesine ve bunun insanın karşısına bir güç, bir egemenlik aracı olarak çıkarılmasına dayanır.

Kapital etmek sömürüsü sonucu oluşur, insan emeğinin yabancılaşmış biçimidir ve insan üstünde egemenlik aracı haline gelir. Yine insanı sürekli yeniden ama yeniden ücretli köle durumuna getirerek insan özgür bir insan olmaktan çıkarır.

İnsan kendini emeğine yabancılaştığı böylesi bir düzende burjuva ideolojisinin etkilerini çeşitli düzeylerde taşır. Bunlar bireycilik iki yüzlülük çıkarcılık köşe dönmecilik ve benzeri unsurların insan kişiliğini çarpıklaştırmış biçimleri şekilde ortaya çıkar. Kapitalist düzenin mantığı şudur ya sömüreceksin ya sömürüleceksin ya ezen olacaksın ya da ezilen ya özel mülke düşkün olacaksın ya da özel mülkiyet düşmanı kapitalizm de ya burjuvazi hizmet edeceksin ya da Proletaryaya yani mülksüzlere. İkisinin ortası yoktur.

Burjuva düşüncenin karşısında proletarya düşüncesi vardır. Tarih henüz üçüncü bir düşünce yaratabilmiş değildir. O halde biz de ezilenler cephesi olarak proletaryanın dünya görüşlüne, sosyalist ideolojiye ve örgütlenme, yaşam biçimi ve ahlakına sıkı sıkıya sarılmak zorundayız.

Dünyadaki tüm mülksüzlerin, yoksullar ve emekçi halkların ideolojisi olan proletarya ideolojisi Marksist -Leninist düşünce insanlığı sahip olduğu tüm ideolojik-kültürel birikimler üzerinde şekillenip ortaya çikmiştir.

Emekçi halkların haksızlığa, zorbalığa karşı mücadelesinin tarihi bugün halkların kurtuluşu yolunu gösteren sosyalist- komünist düşüncenin köklerini içinde barındıran tarihtir. O halde yoksul emekçi halkların tarihi iyi bilenmelidir.  Yeni geçmiş binlerce yılın mirası iyi araştırmalı, bugünkü mücadeleyi besleyici, geliştirici ve ufuklarını genişletici dersler, deneyimle çıkarılmalıdır. Bu bir devrimci için kaçınılmaz bir görevdir.

Kuşkusuz sadece ulusal kültürü de aynı zamanda dünya halkların kültürel birikimi de hesap eden bir arayışla soruna yaklaşmalı bunu yaparken ne ulusalcı sınırları hapsi olmalı ne de genellemeler soyutlamalar düzeyinde kalınarak ülke gerçekliğinden uzaklaşılmamalıdır.

Burjuvaziye hizmet eden tüm düşünsel akımlara karşı duyarlık, bilinç oluşturmanın yolu burada geçmektedir. Milliyetçilik, ırkçılık, küçük-burjuva, dinsel fanatizme, mezhepçilik, sivil toplumculuk vb akımlar özünde burjuvaziye hizmet eden akımlardır.

Burada önemli olan sosyalist düşüncenin sulandırılır zayıflatılmasından, her türlü saldırıya karsi korunup geliştirilmesi, derinleştirilmesidir.

Sosyalist düşünceyi burjuva etiketlere ve akımları açık hale getirenler devrimcilik fonksiyonlarını yitirmiş olanlardır. Kabaca bunlar inkarcı, tasfiyeci dönek, satılmış olarak nitelendirile bilinir. Elbette böylesi bir göreve soyunmuş olanlar bunu açıktan açığa yapma yerine sosyalizm adına, emekçi sınıflara adına yaptıklarını söylerler. Oysa doğru söyleyenler değil, söylenenlerin pratikte yaşamda hayat bulup bulmadığıdır. Doğru teorinin Pratiğe uygulanmış ve denenmiş biçimidir. Gevezelik, lafazanlık, dedikodu ve spekülasyon teori ile pratiğin birbirinden koparıldığı yerde başlar, soyut ve yabancılaşmış kişiliğin oluşmasına hizmet eder. Burada önemle üzerinde durulması gereken nokta, kapitalizmin tüm yozlaştırıcı, yabancılaştırıcı etkilerine karşı mücadele edebilmeyi ya da böylesi bir mücadeleyi örgütleyebilen kişiliğin oluşturulması sorunudur.

Kuşkusuz böylesi bir kişilik yeni bir kişiliktir. Eskiyle eski olanla, burjuva ideoloji, kültür, yaşam ve kişilikle hesaplaşabilen ve eskiyi üzerinde atmaya ret etmeye hazır olan bir kişiliktir.

Devrimci kişilik düzene karşı çok yönlü mücadele icinde oluşur…

Devrimci bir kişilik her şeyden önce öğrenmeye açık olmak zorundadır. Duygularını, zihinsel gücünü ve yeteneklerini çok yönlü gelişmeyi, öğrenmeye olan merakını, ilgisini uyandırmasıyla söz konusu olabilir.

Duygularını, hislerini ve zihinsel gücünün zenginliği inancın bilgi ve beceri haznesine geliştirmesinde önemli bir rol oynar. Burada elbette bilgi inançla, yani pratikte uygulamayla bütünleşmedikçe gerçek değerine ulaşamaz.

İnanç bilginin pratikte sınanmasıysa, bir düşünceyi inancım var diyenler sahip oldukları düşünceleri pratikte uygulamak, sınamak zorundalardır. Aksi taktirde bu tür kişiliklerin tutarlığında söz edilemez.

Güven pratiğin, hem de doğru pratiğin ortaya çıkardığı bir durumdur ve pratiğe yönelmekle, inancın güçlendirilmesiyle oluşturulur. Bu coşkunun, üreticiliğinde esaslı bir başlangıcıdır. Keza coşkunun, üreticiliğini, yani yaratıcılığın olduğu yerde de gerçek mutluluktan, sevgiden saygıdan söz etmek mümkündür.

İşte yeni insan karakterini biçimlenmesi, şekil alması pratiğe doğru tarzda yönelerek, üretici yaratıcı bir emeğin ortaya çıkartılmasıyla mümkündür.

Başarının sonucu olmadığı yerde inancın zayıflaması, gayretsizliğin baş göstermesi anlaşılır bir durumdur. Güçlüklerin üstesinden gelinebileceğini ortaya konmaması başariyi, doğru tarzda çalışmayı dinamitler, umutsuzluğu, karamsarlığı yerleştirir.

Sürekli geçmişi eleştiren kompleksine kaplanların bugünden, bugün olumsuzluklarından yola çıkıp geçmiş yargılamaya kalkmaları umutsuzluğun çaresizliğin, ürünüdür. Böyleleri ne bugün ne de geleceği anlamamışlardır. Başarıya ve geleceğe güven yoktur. Her şeyin günahını geçmişte arama çabası esasen kendisini, bugünü aklama çabasıdır. Boş ve aldatıcı bir çabadır. Hatalar, zaaflar kompleksine kapılmış olanların iyiyi güzellik yaşatması iyimserliği ve coşkuyu yaşatması mümkün değildir. Sorun yapılanlardan pişmanlık duymak, eziklik duymak değildir. Aksine, yanlışları da bir deneyim, ders, birikim süreci olarak kavramaktır.

Küçük başarılar, küçük adımlar önümüzü açmakta önemli işlevlere sahiptirler. Sıkıcılığın, kendini tekrarların tek panzehri başarıdır. Hataların, güçlüklerin üstesinden gelinerek küçük de olsa başarılar sağlanmalıdır. Basitten karmaşığa gitme, küçükten büyüye gitme anlayışı ile hareket edilmeli, birçok şeyi bir arada yapma yerine sistemli, programlı hareket ve çalışma tarzıyla adım adım, uyumlu ve sindirilebilir bir gelişim ve büyüme hedeflenmelidir.

Bunun içinde çalışmaktan, faaliyetten zevk almayı öğrenmeliyiz. Değerli insanlar olma tutkusunu, öğrenme bilinçlenme arzusu, yüksek insani özellik ve yeteneklere sahip olma arzusu, küçük hayallerden ve burjuva istemlerden arınma arzusu istemi güçlü bir şekilde edilmelidir.

İnsanda coşku ve sevinç yaratan şey kendimize duyduğumuz güven ve ortaya koyduğumuz başarılar olmalıdır. Bu noktada yaptığımız şeyler üzerine düşünebilmeli kıyaslama yapmayı ve sonuca varabilmeyi başarabilmeliyiz. Sadece sıkıntı çektiğimiz koşullarda değil, ama aynı zamanda bütün bir mücadelenin sorunlarına eğilmek, bu konuda kendimizi yetiştirmek, eğitmek yükümlüğümüz vardır.

İnsanlarımız yeteneklerini ne kadar çok geliştirirse, onların yaratacakları çalışma ortamı o kadar kolay, verimli ve hoş olacaktır. Düşünceler, yetenekler serpilip gelişmelidir.

İş yapma isteği öğrenme yeteneklerinden gelir. İnsanlarımız zayıflığı, güçsüzlüğü ve kabahatlerinin nedeni asıl orak yüzyıllardan beri süregelin toplumsal adaletsizliktir. Bu adaletsizlik yaratığı etkilerini bir anda, kısa bir süre de yok edebileceğini düşünmek hayalciliktir.  Toplumsal adaletsizliğini insanın kişiliği üzerinde yarattığı etkileri mücadelede birikim, deneyimi kazanmakla, insan yetenekleri geliştirmek ve sosyaliste bilinç edinmekle adım adım giderilebil. Aksi bir bakış açısı öznelcilikten başka bir şey değildir. İnsan soyut ve nesnel varlığının bir bileşkesi yani teori ve pratiğin bir bileşkesi olarak ele almayan bir mantık hiçbir şekilde doğru tarzda bir kişilik bir kişilik çözümlemesi yapamaz.

İnsanı ak kara mantığıyla açıklama çabası içerisinde olan ve bir çırpıda batır bir çırpıda yükseltenlerini insan eğitebilir mi? insan geliştirebilir mi.

İnsan eğitmek sadece kafalara kuru bilgiler doldurmak değil, ama aynı zamanda uygulamada doğru yol ve yöntemler göstermektir. Neyin nasıl yapılacağının kavratılmasıdır. Öğrenmenin öğretmenin itici güçleri başarı ve ilhamdır.

Fiziksel ve zihinsel emeğimizi uyumlu hale getirmeli, sistematik bir çaba ve tutarlılık göstermeliyiz. Süratli ve girişken olmalı, çalışmalardan yeterli ürün alma iyi becerebilmeliyiz.

Devrimciler salt kendilerine karşı değil, tüm ezilen halklara karşı sorumludurlar. Bireysel sorumluluğumuzla halklara karşı sorumluğumuz iç içedir. Bana ne diyemeyiz, yapmasaydı, iyi oldu diyemeyiz, görsün gününü diyemeyiz. Çevremizdeki insanlara, birlikte çalıştığımız insanlara karşı sorumluluğumuz çıkarlarımız ve düşüncelerimiz ortak oluşundandır.

Bir devrimci için çalışmanın ahlaki bir değeri, yüksek bir saygınlığı olmalıdır. Her şeyden önce iş, iş disiplini üretim yaratıcılık insana has, yüce bir özelliktir. Bu yüce insani özelliği gereken değerleri vermeyenlerden insanları sevmesi, insanın ilişkilere sıcak bakması beklenemez. Keza böylesi durumlarda gerçek bir sevgi, saygı bağlılık da yoktur. İdarecilik günü geçirmek çürüme aldatma ve iki yüzlülük vardır.

İnsan kendi emeğinin ürünüyse, bu emekten daha kutsal ne olabilir? İnsan kendi emeğinin yeniden efendisi olma, kendisini ona yabancılaştırmaktan kurtarma, benciliğe ve tüm burjuva kaprislerine, heveslerine, tutkularına son verme çabasında kendi emeğinin bir parçası olarak görüp ona sahip çıkmalı ve gerçek özgürlüğü bu temelde sağlanmalıdır.

İşe, emeğe karşı saygı insanı değerlere karşı saygıdır. Toplumsal emeğe karşı saygıdır. Bunun için çalışmaya karşı tüm ahlaki değerler güçlendirilmeli, saygınlık kazandırılmalıdır.

İşe, çalışmaya çalışma disiplinine karşı bir bilinç oluşturmalıyız. Bunun için özel tartışmalar yapmalı, entelektüel bir birikim sağlanmalıdır.

İnsan kendini daha çok kolektif ve bireysel eğitimle tartışma, düşünce alışverişinde bulunma, yanlışları görme ve düzeltme ortak karar alma ve hareket etme duygu ve yeteneklerini geliştirir. İnsanı birey olarak da ayakları üzerine diker, ona şekil verir.

Kolektif eğitim, kolektif çalışma ve yaşam içerisinde olur. Paylaşmayı, yardımlaşmayı, ortak iş yapmayı, ortak hareket etmeyi, birlikte düşünmeyi becerenler gerçek dostluğu sevgi ve saygıyı hak etmiş olanlardır. Bireysel ihtirasların küçük çıkarların, küskünlüklerin, dargınlıkların etkisinden kurtulamayanlar nasıl olur da ortak bir dünyaya birlikte bir yaşama ve mücadele, disiplinli ve sistematik bir çalışma yaratabilirler?

Kuşkusuz bu mümkün değildir. Uyumlu ve sabırlı olmak yüksek insani özellikleri, değerleri yaymak anlık gelgitlere, hotzotculuğa, kaprislere ve gelişigüzelliğe kapılmamak zorundayız.

Kolektif çalışma ruhu yaratılan değere, ürüne, çalışmaya gerçek anlamda sahiplenmeyle, yüksek değer biçimiyle mümkündür. Sahiplenme saygı, sevgi, koruma ve içten içe bir sevinç, coşku ve bağlılık beslemedir.

Kızgınlıklarla adam kayırmacılıkla, tepkilerle kolektif ruhun, bütünleşme ve birleşmenin, ortak ve güçlü bir iradenin oluşması beklenmemelidir.

Kolektif çalışmanın da güzelliğe, temizliğe, sadeliği ve insani yargiya önem verilmeli, güzel, disiplinli ve imrenilecek bir yaşamın temelleri atılmalıdır.

Bizim yaşam ve mücadelemiz de halkımıza gerçek değer ve kimliklerini ancak insan sevgisini ilişkilerimizin temeline oturttuğumuzda bula bilir. Bunun için yapılan güzel ve değerli şeyler el üstünde tutulmalı teşvik edilmelidir.

Kuşkusuz övülmek ve örnek göstermek için devrimcilik yapılmaz. Ama eğitimde de sürekli yanlışlar, hatalar örnek gösterilerek olmaz. Aksine iyi ve güzel örnekleri başarılar göstererek mümkündür.  

Çalışmaya karşı sorumluluk uyandırmak için, verilen görevleri yerine getirilmesi için eğitim önem verilmeli, eğitimin kişinin yeniden yaratılması, kazanılması olduğu bilinciyle hareket edilmelidir.

Eğitilmemiş, okumayan insan nasıl olurda bir fikir ve ideal uğruna bir yaşamı hedefliye bilir? insanlarımız doğru yol ve yöntemlerle araştırmaya, öğrenmeye teşvik edilmeli, politik bilinçlendirmenin bir yolunun de buradan geçtiği doğru tarzda işlenmelidir.

Sosyalist insan bütün iyi niteliklerin, erdemlerin uyumlu bütünlük içinde birbiriyle kaynaşması demektir. Ancak kaynaşabilen, uyumluluk arz eden, başkalarını anlayan ve nasıl davranması gerektiğini bilenler kendi kişiliklerini değiştirebilirler.

Duygularımızı aklımıza eğitmeliyiz. Eğitim bizim için ruhsal zenginlik ve yenilenme demektir. İdeallerimizin, arzularımızın, ilgi alanlarımızı fikirlerimizi ve deneyimlerimizi birleştirmemiz bir yanıyla eğitim yoluyla olur. Eğitim olmadan bilinçli, iradi bir eylem olmadan birlikte sağlam kolektif oluşturmak, örgütçü ve çekici bir çalışma ortaya çıkarmak mümkün değildir.

Tüm toplumu örgütlemeye harekete geçirmeye aday olanların büyük görevi gerçekleştirecek yüksek insani nitelik ve yaklaşımlara sahip olmaları gerekir.

Koşulların geriliği ve etkisiyle hareket edenler koşulları mahkûm olmak zorundalar. o halde kuşlara yenilmemek için yüksek bir irade ve sağlamlık gerekir. Doğru bir bakış ve perspektif gerekir 35 kişi bir araya getiremeyenler, 35 kişiyle uyumlu çalışmayanlar, küçük bir birimin sorunlarını çözemeyenler nasıl devrimcilik yapacaklar? Nasıl yaratıcı ve örnek olabilecekler?

İnsanları yapmıyor, etmiyor vb diyerek insanları olumsuzluklarının günah keçisi haline getirenler dönüp kendi ilişkilerine, ilişki yürütüş tarzına, davranış ve düşünce biçimine bakmak zorundadırlar. Çünkü görevleri insana eğitmek, insan kazanmak ve insan örgütlemektir. Şayet başkaları bu işi yapsalardı, kendilerine gerek kalmazdı. O halde kendimize dönüp bakmaktan korkmayalım. Ne kendi gerçekliğimizi saklayalım ne de kanıksayalım. Kendimize yönelmedikçe, yetersiz kalan yıllarımızı yenmeye çalışmadıkça olduğumuz yerde kalmamız, gerilememiz kaçınılmazdır.

Örgüt birimlerdeki bölgelerdeki çalışmaların, verimliliğin toplu toplamıdır. Verimliğin olmadığı yerde hazırdan yemek, ilişkileri dejenere etmek, kelimenin gerçek anlamıyla harcamak kaçınılmazdır. Birimler kitle ilişkileri örgütün can damarıdır bu noktada kitleye yönelik faaliyetler hiçbir şekilde aksatılmamalıdır.

Örgüt en üst düzeyde üretici, yaratıcı kolektif emeğin kendisidir. Bu emek tek bir amaç etrafında ortak bir ruhla ortak bir düşünce ile yaratılmıştır. O halde, bu emekten insanlığın bugüne kadar taşıdı en büyük ve en gelişkin bu kolektif emekten daha değerli ve daha geliştirilmesi gereken ne olabilir.

Burjuvazinin bireysel kurtuluşu, bireyci düşünceyi, köşe dökmeyi ve sömürü mantığını şu veya bu yolla her yönde etkili bir biçimde işlediği yerde, çevremizde de görürüz ki bireysel mülkiyet hırsı, dolandırıcılık, sahtekarlık alıp başını gitmekte ve toplumun tüm olumlu değer yargılarını altüst etmektedir.

Bireysel kurtuluş ve çabanın karşısında kolektif (toplumsal) kurtuluş ve çabayı koyanlar için burjuvazinin bu silahlarına karşı koymak çok önemlidir.

Olanaklarını, yeteneklerin örgütten saklayanlar, kendi bireysel işlevi örgütsel çalışmanın önüne koyanlar devrimci olamazlar.

Bu düzene karşı mücadelede önce birey değil, toplum kurtulacaktır. Tüm bir halk kurtulacaktır. Sonra bire kurtulacaktır. Çünkü toplumsal mülkiyet sosyalist bilinçle kaynaştığında bireylerin gerçek özgürleşme koşulların önündeki engeller de orada kalkacaktır.

Sosyalizm ancak kapitalist düzendeki merkezi toplu üretim kolektif emek ve kolektif mülkiyetle bütünleştiğinde mümkün olacaktır. O halde burjuva bireyciliğini ve yabancılaşmayı yenmek en önemli görevlerimiz arasındadır.

Kapitalist düzende insan izole olmuş, parçalanmış ve yalnızdır…

Kapitalist düzende acı ve kader vardır, yalnızlık ve çaresizlik vardır. Sömürü baskı ve aşağılanmak vardır.

Doğal olarak insanların örgütlenmek için insanların acı ve kaderlerine, sorun ve sıkıntılarına duyarlı olmak gerekir. Bir insanın durumu, başında gelip geçenlere anlaşılmalı ve cevaplandırmaya çalışılmalı. Devrimcilerin zengin duygu ve ahlak kaynaklarına sahip olmaları gerektiği unutulmamalıdır. Kapitalizmin birey yalnızlaştırdığı ve etkisiz hale getirdiği yerde arkadaşlığın, yoldaşlığın, dostluğun ve dayanışmanın anlamı çok büyüktür. Kimi zaman içten bir merhaba, kimi zaman bir telefon görüşmesi, bir ziyaret hâl hatır sormak çok önemlidir. İnsana verdiğiniz değer, duyduğumuz saygı kendimize verdiğiniz değer ve saygıyla eş anlamlıdır. İnsanları sevmeyenler kendilerinde sevmezler, ne yazık ki bu acı bir gerçektir. Sorun “zaten ben insanları seviyorum” demekle çözülmüyor. İnsanları seviyorsan bunu kanıtlamalısın. Onlara karşılıksız yardım etmeyi, onlarla paylaşabilmeyi gösterebilmelisin. Bu örgütlü çalışmanın kendisidir. Yoksa gerisi boştur. Ayrıca bir insanın kendine saygısı yoksa onu ahlaki değer yargıları da bozuktur aydın namuslu dürüst niteliği yoktur.

Sıradanlığa, son vermek isteyen davranış kendini toplumsal kurtuluş uğruna eğitmeyi, geliştirmeye adamış da davranıştır. Devrim ve toplumsal kurtuluş için yaratıcı yeteneklerini ya da sakınan bir anlayış devrimci değildir. Yetenekli olup da işin özüne inmeyen, alin terine ve yorucu çalışmaya katlanmayan bir anlayış yüzeysellik ve gösterisin yarattığı iki yüzlülüğe düşmekten kutlamaz. Böylelerinin devrimciliği içtenliği laftır. Özel ilgi ister, koltuk ister, rahatlık ve huzur ister, keyfine göre ortam ister. Hayır saygıydı sevgiyi de hak etmek gerekir. Örgütü ve insanlarımıza kucaklamak gerekiyor. İçtenlik ve doğru tarzda yaklaşım budur.

Öğrenirken öğretmeyi bilmek gerekiyor. İkisi de birbirinden ayrılmaz. Bir şeyler öğrenmek isteyen kaçınılmaz bir biçimde bir şeyler öğretmek zorundadır. Yani bu bir alışveriş gibidir. Bir şey alırsın karşılığını vermek zorunda olduğu gibi.

Konuşma, insanlara hitap etme bir sanattır ve duygulara, istemlere seslenmek zorundadır Devrimciler düşünmeden, pervasız bir biçimde, duygusuz, içi boş konuşmalar yapmazlar. Kullandığımız sözleri iyi seçmeli, dikkatli kullanmalıyız. Saygınlık, nezaket düşüncelerimizin uygun bir şekilde ve zamanda dile gelmesiyle hareketlerimize yansımasıyla mümkündür. İnsanların kalplerini ve kafalarına kazıma yeteneğine sahip olmalıyız. Bunun yolu karşıt düşüncelere eleştirilere açık olmaktan, eleştirebilmekten ve doğruyu yakalayıp uygulamaktan geçer.

Eleştirililerimiz  ince zeki ve yerinde yapılmış eleştiriler olmalıdır. Eleştiri bir sorumluktur. Disiplinin, düzeltme çabasının toplamıdır. Eleştiri özeleştiri bir yanıyla öğretirken diğer yanda da öğrenmek demektir. Yaptığımız hatalar, yanlışlar karşısında katı kuralcı olmamalıyız. Yanlışlarını kabul edildiği yerde, özeleştirinin yapıldığı yerde, bağışlayıcılık en önemli silahtır. İstemlerimizi yapacaklarımızı bir kalıba döktüğümüz ve kendimizi geliştirmemizi daha kolay olacaktır. Gerçek insancıl bir yaklaşım alçaltan, tatlı sözlerden arınmış, doğruları ifade eden yaklaşımdır. Bağırıp çağıran karşısındakini görmeyen bir yaklaşım insan vicdanini köreltir. Bir şeyleri düzeltme yerine güvensizlik yaratır.

Asalaklık, disiplinsizlik, tembellik boş gevezelik devrimcilerin işi olamaz. Bunların hepsi çürümedi, yozlaşmadır, devrimcilikte uzaklaşmadır. Bunlara karşı hoşgörü ve bağışlayıcılık olmaz. Zamanı iyi değerlendirmeli, boş geçileceğine zaman peşinde koşulmalı zamanı yakalayabilmelidir. Bu da ancak az zamanda çok iş yaparak zamanı verimli kılarak, zamanın içini doldurarak mümkündür. Zaman, iş programı ve düşünme kaygısı olmayanlar asalak kesimlerdir.

Boş zamanında da okuma, tartışma düşünsel ve zihinsel gelişimi hızlandırır. Halkımız arasında söylenen bir söz vardır “iş kişinin aynasıdır”. En doğru eğitim işte bütünleşmiş eğitimdir. Pratikten kopuk eğitim kafa doldurmaya hizmet eder. Kişinin iş karşısında tutumu kişiliğini ve zihinsel faaliyetinin göstergesidir. Kendimizi eğitme çabasını, pratikle, yaşamla birleştirmeli, eğitimle yaşamı bir bütün olarak ele almalıyız. İnsanlarımızın eğitimi ve doğru yola kanalize edilmesi yaşam ve mücadele içerisinde olacaktır.

Devrimciler için zihinsel faaliyet sadece düşünme değildir. Belli bir amaca hizmet eder tarzda düşünmek gerekir. Amaca hedefe yönelik çaba harcayanlardan mutluluk duygusu gelişebilir. İş görme, faaliyeti sürdürme insani ilişkilerimizi canlı tutar ve bizleri motive eder. Calişma kişinin kendini ortaya koyması, kanıtlaması demektir. Kişinin disiplinde iş disipline dayanır, yaşam pratiğine dayanır.

Kolektif yapılan iş etrafında disiplin karşılıksız çalışmayı, gönüllü çalışmayi da geliştirir. Toplumcu bir kişilik kendi beceri ve bir tercümesini başkalarına aktarmayı bilen kişiliktir. Tecrübe ve birikimleri kendisine saklayan ya da çürümeye bırakan bir kişilik zararlıdır.

Söz işle, aktif yaratıcı düşünce pratik bütünleşmelidir. Çok konuşmak laf kalabalığı yapmak zararlıdır.

 İnsanda kötülüklerle gerçek güzellikler uyuşmaz. İnsan kuşkusuz bunların çelişkisini yaşar. İyiye, doğruya, güzele, haklıya özlem duyar. Bunların ağır bastığı, gelişip güçlendiği yerde insanın gelişimi doğru yolda demektir. İnsani yanlışa, kötülüğü, adaletsizliğe karşı koyarak doğru tarzda bir kişilik geliştirebilir. Bu noktada vicdan, adalet namus ahlak kavramları kahramanlık, yurtseverlik duyguları geliştirilmelidir.

Eğitim dünyayı tanımamıza yardım eder yol gösterir. Geriliğimizin ruhsal yoksunluğumuzu, duyarsızlığımızın nedenini bilmeye, öğrenmeye duyulan eksiktir. Eksiklerimizin her defasında yaşam içerisinde görürüz. Zorluklarla karşılaştığımız da kendimizi sınavdan geçmiş gibi hissederiz. Güzelin doğrunun ayırdında olmak insanı bilincini besler, oluşumuna hizmet eder. Yeterli derece de toplumsal bilince, pratik olgunluğa sahip olmak kolektif çalışmadan geçmektedir. Kolektif ruh sadece güçlükleri yenmek de değil, ayni zamanda birlikte ortak bir yaşamdan, pratikten doğar.

Erdemli olmalı, çevremize insana güçlü bir sevgi beslemeliyiz. Bunu kendimiz ortak bir amaca, ideale adayarak, başkalarına yardım etmeyi, halkın duygularını anlamayı, öğrenerek başarabiliriz. Devrimci bir örgüt halkın en iyi unsurlarını, en soylu düşüncelerini bir araya getiren, amaçlara ulaşabilmek için her türlü zorluğu yenmeyi önüne koymuş bir yapıdır. Yaşayan bir organizmadır.

Halkın örgütlenmesi bilinçsiz, emeksiz elde edilmez. Bu düzende coşku mutluluk ve sevincin kaynağı halkın, emekçilerin ortak davasının içindedir. İnsan dostluğu, yoldaşlığı, fedakârlığı bu düzene de de ihtiyaç vardır. İnsanın insana emek emeğe muhtaçtır. Birbirine gereksinim duymayanlar ortak bir dava etrafında bir araya gelebilirler mi?

İnsan ilgili, duyarlı bir varlıktır. Çevresinde olup biteni anlamaya çalışır. Bencilik çevreye karşı, olaylara karşı ilgisizlikle başlar bu üç noktaya vardığında dışa karşı yıkıcılığa kadar varır. Yani ilgisizliğin, duyarsızlığın yol açtığı bencilik önlem alınmadığında kötü sonuçlara, geçimsizlik, uyumsuzluk vb tahripkarlıklara neden olur. 

Nezaket, erdem insanın kişiliğinin oturmuşluğu ve güzelliğidir. Kişinin iyi ve doğru olması onu erdemli kılar. Erdemli olmanın kaynağı yaratıcılıkta ve yaşamın güzelliğinde ortaya konulmasındadır.

İnsan arzularına gem vura bilmeli alçakgönüllü olabilmelidir. Verilen görevi sonuna kadar yapmalı ama bunları aşırı bir övünce, kibirliliğe kapılmamalıdır. Başkalarını yaptığı işe saygı duymalı, hiçbir şekilde buna burun kıvırmamalıdır.

Kötülüğe haksızlığa karşı duygusuzluk, öfkesizlik olmaz. Böylesi bir davranış kişiyi silik, edilgen tepkisiz ve korkak yapar. Gelişen toplumsal olaylar karşısında tavır almayan tepki duymayan bir kişilik devrimci olamaz. Devrimcilik kişilik uyumlu, dengeli bir kişiliktir. Yaşamı tanır onun sıkıntıları ile haşır neşir olmuştur. Direnme gücü ve iradesi vardır. Korkuyla çekinceyle tereddütle insan bir yere varamaz. Kişilik bu tür şeylerle zedelenir, yaralanır ve onuru kırılır. Cesur bir ruh ve sağlam bir iradenin yenmeyeceği zorluk yoktur. Ahlaki değerlere ve dürüstlüğe önem vererek kişiliğinin sarılmasını önüne geçilebilir.

İnsandaki adalet duygusu, sevgi sosyalist inançların mücadelede ne derece kökleştiğine bağlıdır. Güçlü bir adalet duygusuna sahip olmayanlar haksızlığa karşı koyamazlar. Ona kin besleyemezler ve halkın taleplerine seslenmezler. Devrimci bir kişiliğin yetenekleri, dayanma gücü zor olanı seçmesinde, başarmasında ve adaletli davranmasındandır.

İnsan toplumsal, zihinsel ve moral yenilemesi için doğasını değiştirilmesi bir zorunluktur. İnsanın toplumla, çevre ile olan bağları, ilişkileri eskisi gibi kaldığı sürece insan değişmez. Bizim eğitim çabamız gerçekten bu alana da yönelmeli, çevremizle toplumla olan bağlarımızı, ilişki tarzımızı gözden geçirilerek neyi ne kadar doğru yaptığımızı, insanlarla uyum ve çelişkilerimiz ilişkileri değerlendiriş tarzımız vb şeyler dikkatli yeniden ele alınmalıdır.

İnsanın doğası toplumdur. Bu noktada insanın asli çabası toplumu değiştirmeye yönelmesi gereken bir yandan da kendini geliştirmesi ve tekrar toplumu yönelmesi bir zorunluluktur. Burada kişiliğin tüm yönleriyle gelişimi, topluma yaklaşımı, onun tanımaya ve araştırmaya girişmesi engin bir çabanın kendisidir. Halkla halka karşı duyarlılığı en gelişkin şekliyle yaşatmaktır. Parçalanmış, bütünlük taşımayan bir kişilikle geri ve ilkel bir kişilikle toplum değiştirilemez, insanı eğitilemez. Parça parça toplumu yönelemez. Kültürel, sosyal, siyasal yaşamda sağlıklı bir bütünlüklü bir bakış açısı ve yaşam tarzı şarttır. Ancak insan doğasının karmaşıklığında yolunu şaşırmayan ve ne yapması gerektiğini bilen bir kişilik bu doğayı keşfedebilir ve giderek bu doğanın efendisi haline gele bilir.

Ustalar “bireyin yaşam etkinliğine ise kendisi de odur” diyorlar. İnsan yaşadığı koşullar ürünüdür. Bu noktada insanı değiştirmek yaşadığı koşulları değiştirmeye de gerek kılar. Kitlelerin örgütlenip haklarına sahip çıkması, dalga dalga gelişen protestolar, gösteriler, direnişler kitleleri yaşama, düzene bakış açısın değiştirebilir. Değişim umudu büyüdükçe devrimci dalga halkın tüm kesimlerini etkisi altına alır. Toplumun tüm tabaka ve sınıflarındaki politikleşme insanda önemli bir üst oluşlara neden olur. Eski tarz ve alışkanlıklar yıkılarak toplumcu düşüncenin, eylemin tüm yönleriyle gelişmesi yaşanır.

Devrim toplumsal, siyasal değişmenin en önemli dinamiğidir. İnsan böylesine büyük bir eylemede, milyonların eyleminde yeniden kendini görür, toplumsal coşkuyu, mutluluğu, kararlı ve güveni yaşar. Devrim milyonlarca emekçi için yerinde doğuştur.

Demek ki bireysel eylemle toplumsal eylem, bireysel çabayla kolektif caba iç içe olmalıdır. İnsani eylemde bulunma çabamız, bilinçli bir yaşam çabamız toplumsal ve eylemliğin bir parçası olmak durumundadır.

Eğitim bizi halka bağlamalıdır, ona yakınlaştırmalıdır ve halkın eylemliği ile ilişkilerimiz güçlendirmelidir. O halde, daha güçlü bir kişilik halka dayanan, ondan destek alan, ona yönelen bir kişiliktir. Bu aynı zamanda tüm gerici ögelerle uzlaşmaz bir kişiliktir.

İnsan kendi kendisinin efendisi olmalıdır. Halkı kendisine yabancılaştıran tüm bencil çıkarlara, geleneklere, emek sömürüsüne, haksızlığa, toplu, kitlesel örgütlü bir tarzda karşı koymasının bilmelidir.

Aciz, ne yapacağını bilmeyen, karamsar ve boyun egen kişilik kendi kendisinin efendisi olamaz. Alnı açık, başı dik olamaz. Gerçek anlamda insan gurur ve diğer yargılarıyla yaşayamaz. Çünkü boyun eğme, susma çürümedir, direnme gücünün olmamasıdır, eğilmedir, onurum ve vicdanın ayakları altına alınmasıdır.

 Sessizlik kabul etmektir, seyirci kalmaktır. Tüm bunları elbette ki rejim, düzenin ekmeğine yağ sürer düzene destek verir.

Eğitim özellikle bizleri emekçilere olarak çıkarlarımızi daha iyi nasıl savunmamız gerektiğini kavratır. Halkın çıkarları nerededir? halkın sorunlarını nasıl çözülür? halkın birliği, örgütlenmesi nasıl sağlanır? tüm bunların bizler açısında net olması gerekir. Halkı ideolojik, kültürel ve siyasal temelde örgütleme, çeşitli zıtlıkları çözme, burjuva önyargılarından, tahribatından arındırma işi adeta bir halkı yeniden diriltme, ayağa kaldırma işidir. Burada çok güçlü olmak, eylemde, siyasette gelişkin ve cüretken olmak bir zorunluluktur.

Emeğimiz gittiğimiz yola, ideallerimize ulaşmak isteğimize, aklımıza ışık tutmalıdır. Edindiğimiz düşünceler devrim yolumuzu aydınlatmalıdır. Kararlılığımıza kararlık katmalıdır. Eğitim her türden reformist, oportünist etkilenmelere, burjuva ideolojisine yönelik kaymalara set çekmek de direncimizi arttırmaktadır. Yani sahte dostluklara karşı ideolojik -eğitsel mücadele kesintisiz olmalıdır.

Kendimizi, ne savulduğumuzu iyi bilmeliyiz. Kendisini bilmeyenlerin, kendi örgütlü ve düşüncelerini tapmayanlarını kendine ve örgüte faydası olabilir mi? biraz daha ileri gidersek, kendine ve sınıfa saygısı olabilir mi?

 Kendimizi, çıkarlarımızın nerede olduğunu bilmeliyiz ve bilinçli bir mücadeleye hazırlanmalıyız.

Devrimcilerin burjuvaziyi, burjuva kültürü de, yani içinde bulundukları düzende iyi tanımalıdırlar. Burjuva ideolojisine, kültürüne karşı mücadele edilmedikçe komünist bir bilinç inşa edilemez. Lenin “Burjuva kültürünün proletarya devrimin çıkarları için kullanmalıyız” diyor ve devam ediyor “Sosyalist kültür insanlığın zihinsel ve gelişmesinde ileriye doğru atılmış evrensel bir adımdır.” o halde tüm bir insanlığın geçmişi, tarihi, mücadelesi bizim zengin hazinemizdir. Bundan faydalanmasını bilmeli ve kendimizi bu zenginlikle donatmalıyız.

Şayet bilinç salt dünyanın yansıması değil, ama aynı zamanda onu değiştiren insan eyleminin kendisiyse, bu çaba kitlesel ve örgütsel olmalıdır.

Kültürü dar kalıplar ve şablonlar içerisinde sığdırmak da doğru değildir. Tüm emekçi sınıfların kültürel zenginliğini ve birikimi dikkate alınmalı ve insanlığın kurtuluşu için hizmet eder hale getirmelidir.

Sol saflarda çokça görülen bir anlayış da geçmişin kültürel mirasını inkâr etmek ve kültürü bir ya da birkaç sınıfa mal etmektir. Bu dar kafalılıktan, kaba devrimcilikten başka bir şey değildir. Böyleyse anlayışlar ne doğru dürüst halkın tarihsel geçmişine ne de kültürel birikimine sahip çıkabilir. Biz ulus, vatan, millet, edebiyatına uzak durmalıyız. Ulusal kültür ulusal değerler sloganlarından uzak durulmalı, ulusalcılığın ulusal kültürün demokratik öğelerine sahip çıkmalıyız. Gerisinin milliyetçilik, şovenizm olduğu unutulmamalıdır. Lenin ulusal kültür sloganı etrafında savaşan bir Marksist olmayacağını söyler.

Politik uyuşukluk, ideolojik çöküntü, içe kapanıklık eğitimle ve pratik faaliyetle, kitle içerisinde çalışmayla, öz kişiliği eleştiriye- özeleştiriye açmakla mümkündür.

İşsiz, köşelerden, sessiz, uyuşuk, sıkılgan ve insanlardan uzak durma tavrında kurtulmak gerekir. Sönük, silik, iddiasız bir kişilik ne kendi sorunlarını çözebilir ne de yanındaki dostlarının. Bu tür kişiliklerin canlanması ancak kitle çalışmaları içerisinde, kitlelerle sıcak bağlar içerisinde sağlanabilir. Sosyal kültürel çalışmalar, kitlesel eylemlikleri bu tür insanları harekete geçirebilir.

Devrimci çalışmaların temelinde gönüllülük vardır. Kimseye zorla cennete sokamazsınız, zorla yola getiremezsin. İnsanın özüne, adaletine vicdanına, yüksek insan duygularını seslenerek ondan istem ve duyarlılığı zahmetli de olsa yaratarak gönüllü bir hareketliliğin içine sokabiliriz. Emirle, aşağılayarak tepeden inme iş yaptırmak devrimcilik değildir. İnsan iç dünyasına, duygularına ve düşüncelerine mümkün olduğunca hâkim olmaya çalışmak gerekir.

Okumayan, bilinç oluşturmayan insan doğal olarak politikadan uzaktır. Dikkat edilirse, düşman da, devlette, burjuvazi de emekçilerin okumalarını, bilinçlenmelerini istemiyor ve önlerine bin bir türlü engeller çıkarıyor. Eğitim olanaklarını kısıtlıyor, eğitimi paralı hale getiriyor.

O halde, okumak, öğrenmek, hem de inadına öğrenmek, cahilliği, geriliği, ilkelliği, amatörlüğü ve kaderi yenmeye çalışmak gerekiyor. Çağımızın insanın en büyük görevlerinden biri de çağdaş anlamda sosyalist aydınlanma olduğu unutulmamalıdır.

Sosyalist bilinç ve kültürün geliştirerek bürokrasiden, hantallıktan, iş yapmamaktan kurtulabiliriz. Kişiliğimiz bizim sosyal hareket biçimimizse, bunun besleyen tüm öğeleri dikkate almak zorundayız. Yani işçilerle, köylülerle, emekçilerle, ortak çalışmayı önüne koyan bir kişilik hedeflenmelidir.

Bilgi, teknik ve kültür olmadan kimse sosyalizmi inşa edemeyeceğini göre, bugünden kolları sıvamayanların yarın yolda, hatta işin başında tökezlemeyecekleri, kararsızlıklar ve hayal kırıklıkları içerisinde dönüp duracakları çok açıktır. Yapmamız gereken, tüm yaşamımızı sosyalizmi öğrendiğimiz, öğrettiğimiz bir okul haline getirmektir.

11 temmuz 2023

Önceki İçerikFİLİSTİN HALKI BOYUN EĞMEYECEK, DİRENİŞ SÜRÜYOR…
Sonraki İçerik12 Temmuz direnişi devrim mücadelesinin köşe taşıdır…