Devrimci şiddet Kültürü Nedir? Nasıl özümsenir?

Türkiye oligarşisi halklara karşı açtığı savaşı her geçen gün tırmandırmaktadır. Açık faşizmi ile sıkıştıkça toplumu teslim almak diz çökertmek için her türlü yöntemi kullanıyor. Milliyetçilik şovenizm, din, vatan edebiyatıyla tecavüz, taciz, katliam, soykırım ve linçleriyle saldırısını her geçen gün tırmandırıyor. Bu saldırının odağına Kürt halkını oturtmuş, Kürt halkı üzerinde her türlü alçaklığı uygulamaktan geri kalmıyor. Her alanda baskı terör, saldırı…

Çünkü onların iktidarı ve statüleri biraz sarsıldığında nasıl vahşileştiğini, her şeyi nasıl azgın bir teröre havale ederek başka “çare” bulmakta acizleştiğini biliyoruz.

Bu yüzden, karşımıza savaşın tüm acımazlığını dayatıyor ve kendisiyle savaşanlara karşı da elinden geleni esirgemiyor…

Halk ve devrimciler için her şeyden önce savaşı bu koşullarla birlikte kabullenmekten başka yol yoktur, iktidara kafa tutacak, statülerini sarsacak duruma gelen bir devrimci hareketin oluşması bütün dünyadaki deneylerin gösterdiği gibi, başlangıcın hiç de kolay olmadığı ortadadır. Ancak ülkemiz bugün içinde bulunduğu sürecin mücadeleyle savaş içinde birlikte yaşayacağını oligarşi de bilmektedir. Oligarşi bütün güçlerini, tüm cephelerde giderek daha organize bir şiddet yoluyla bu savaşa seferber ederken, bunu hesaba katmak durumunda kalıyor.

Aynı şey kuşkusuz mücadele için de geçerlidir. Devletin uyguladığı bu politika karşısında, eldeki bütün güç ve olanakların da süren savaşın gereklerine uygun biçimde harekete geçirilip, seferber edilmesi önem taşıyor. Halka açılan savaşta elimizin kolumuzun bağlı kalmasını istemiyorsak, biz de savaşı her cephede sürdürecek koşulları hızla yaratıp, geliştirmeliyiz.

Bu noktada devrimci şiddet kültürü diye adlandırabileceğimiz bir kültürün, kısaca hangi alanda olursa olsun savaşçı ruhun gerekliliği kendini ortaya koyuyor. Böyle bir zeminde ise insanları bu kültürle, bu savaşa uygun psikolojiyle donanmamış bir hareketin başarılı olması düşünülemez.

Devrimci şiddet kültürü, bu kültürün özümsenmesi her şeyden önce, hangi alanda olursa olsun özellikle mücadele içindeki insanların kendilerini savaşın birer unsuru olarak görmeleri ve bunu hissetmesi anlamına geliyor. Önemli olan hangi alanda olduğumuz değil, savaşın bütünlüğünü ve süreçteki temel karakterini kavrayıp kavrayamadığımızda. Buna uygun bir ruha, coşkuya ve kafa yapısına ne ölçüde sahip olduğumuzdur.

Mücadele kuşkusuz bütün cephelerde sürer, ama faşizm koşullarında mücadelenin asıl belirleyicisi olan ve insanlara moral dağıtan gücünün ateş hattı olduğu unutulmamalıdır. Dolayısıyla “bugün burada yarın ateş hattında olabilme ruh haliyle donanmak” bu süreçte ayrı bir önem kazanıyor.

Sadece bulunduğu alana göre biçimlenmiş bir yaşamın, hiçbir dönem sınıf mücadelesinin gerektirdiği niteliklerle çakışmadığı açıktır. Özellikle içinde yaşadığımız koşulları göz önüne getirdiğimizde, devrimci bir kişilik, her an ileri hatlara, ateş hattına geçmeye hazır niteliklere, özveri, inanç ve kararlığa sahip olmakla belirleniyor. Bunu kafamızda canlandırmadan, ihtilalci ruhu her zaman beslemeden, devrimciliği sürekli kılmak mümkün değildir.

Bugün faşizmin halklarımıza karşı başlatmış olduğu savaş karşısında onun bu şiddeti karşısında devrimci şiddet temel alan mücadelede odaklanıyor, savaşına göre şekilleniyor. Öyleyse mücadelenin her alanında bir militanın sahip olabileceği heyecan uyanıklık, dikkat, disiplin, atılganlık, yaratıcılık ve devrimci alışkanlıklar gerekmektedir.

Riski olmayan, dikkat ve disiplinin önemsenmediği, atılganlık ve düşmana karşı sınıf kininin belirleyici olmayacağı hiçbir alan yoktur. Sorunun özü, militanın her yerde militan olduğudur. Ve militan gibi hareket ettiğidir. Ve bu temel nitelikleri açısından kavramak önem taşıyor.

Bizim gibi yeni- sömürge faşizmle yönetilen ülkelerde insanlar bir kere zulme karşı çaresiz olmadıklarını kavramaları demek, bir kere eller silahları tutmasın, o ülkede devrimci dinamiklerin gelişimini engellemek, halkın silahlı muhalefetinin önüne geçmek hiç de kolay değildir. Yeter ki dogmatizme düşmeden, eski dünyalara hapsolmadan savaşı bir halkın kendisini ezen ve sömüren egemenlere karşı savaşının gelişmesinin günümüzdeki adıdır.

Devrimci militan bu savaşta halkın adaletini, şiddetini, öfkesini, istek ve gelecek düşünü temsil eden silahlı bir güçtür. Devrimci militan savaşı bir yanıyla düşmana şiddetle karşılık verirken, diğer yandan insanların bilinçlerine yapılan bir çağrıdır da. Bu çağrı insanın insanlaşması ve mükemmelleşmesinin adına yapılır.

Düşmanın karşısında eğilip bükülen insanlara değil, barikat savaşlarını yaşatacak, halkın hak arama eylemlerine saldıranlara onların anladığı dilden cevap verebilecek, psikolojik savaşın etkilerinden kendini kolayca sıyırabilecek insanlara ihtiyacımız var. Faşizmin büyük bir pervasızlıkla sürdürdüğü savaşa uygun, onun gerektirdiği özelliklerle donanmış insanlara ve buna uygun biçim ve ruh haline sahip örgütlülüklere gereksinimimiz var.

Bu kültüre hazır olmayı, onun ihtiyaçlarına göre şekillenmeyi ifade ediyor; geçmişe saplanıp kalmış statükocu olan değil, sınıflar mücadelesinin hemen her alanında düşmanın tüm üstünlüğüne rağmen savaşma gücünü ve davaya inancı kaybetmemeyi anlatıyor. Ancak bu moral ve güce sahip olan insanlar açık savaşın ihtiyaçlarına cevap verebilir, bütün bir halkı savaştırabilir, ilişki ve örgütlülüklerine bu ruh halini hâkim kılabilir. Yoksa devlet terörü karşısında küçülmek, aşağılanmak hiç de zor değildir. Çünkü militan kültürünü özümsemede, savaşçı ve militan bir kişilikte ısrarlı olmayanların devlet terörü karşısında tutunacak güçleri de yoktur.

Mücadelenin bütün alanlarında düşmanı ve bizi sarsacak çıkışlar yaratmak istiyorsak, yaşamımızda, çalışma ve mücadele tarzımızda militan kültürüne yakışır bir davranış içinde olmalıyız. Bugün bu bizim için hava kadar, su kadar gerekli hale gelmiştir.

Koşullar ne olursa olsun, mücadele etmeye niyeti olmayanların her zaman ve her yerde savaşmamak için bulacakları yığınla bahane vardır. Açık faşizmin halklara kan kusturduğu dönemlerde “Aman ortalık biraz yatışsın” diyenler, demokrasicilik oyununun sahneye konduğu dönemlerde ise “Aman sessiz olun, demokratikleşmeyi engelliyorsunuz” , derken bir bukalemun ustalığıyla her döneme uygun “politik” gerekçeler bulabilme maharetlerini gösteriyorlar. Ancak bu halkların özgürlüğüne, insanlığın geleceğine ulaşamamanın tek yolu ve Türkiye solunun aklından çıkarmaması gereken bir gerçektir. Toplumun gerisinde kalıp, onun istek ve hedeflerine cevap veremeyen her yapı gibi sol da dökülüyor. Dökülmekle kalmıyor. İçine çekildiği kabuğunda çürümeyi yaşıyor. Korkuyla karşılık bir ruh haliyle yüzünü iktidara donup atılacak birkaç parça demokratikleşme ve reform kırıntısını bekliyor. Halbuki iktidarın demokratikleşme ve terör silahını birlikte kullanma esnekliğinden yoksun olduğu ve bu yüzden her geçen gün terör silahına daha fazla sarıldığı görülmek istenmiyor.

Açılan savaşa hakkıyla cevap verebilmek, her alanda daha üretken, daha savaşçı ve militan olmayı gerektiriyor. En umutsuz koşullarda bile savaşma azmini yitirmemek, davasının haklılığına ve zafere duyulan sarsılmaz inanç devrimci bir erdemdir.

Bunun için halka savaş açan faşizmin kendisi de her yerde bu savaşı tatmalıdır. Sadece halkın yaşamını, özgürlüklerini savunduğu yerler değil, düşmanın yerleştiği ve yaşadığı tüm alanlar da topyekûn savaşa dönüşmelidir.

Onun için oligarşiye vurduğumuz her darbe, mücadeleye kattığımız her olanak, akıttığımız her damla alın teri halklarımızın geleceğini biraz daha elle tutulur, gözle görülür bir somutluğa taşıyacaktır.

10 Eylül 2020

Önceki İçerik“Protesto gösterilerinin bir özeti” – Kızıl Belarus Marksist Çevresi
Sonraki İçerik“Ölünüzü alın buradan çıkın”