Daha Güçlü Ve Haklı Bir Zemindeyiz – Şemdin Şimşir

 

“Söz bitti.
Öfke patlamalı.
Yürek yangınları tutuşturmalı bozkırı.
Hesap zamanı.
Tarih kanlarımızla yazılıyor.
Ya öldürülecek evlatlarımız kahpe kurşunlarla hergün, ya da isyanı körükleyip yenmeliyiz zulmü.
Ölüm çok yakın.
Kudurmuş faşist sürüler savaş ve kann istiyor.

Bu zulüm, bezirgan ve halk düşmanı faşist diktatörlük yıkılmadıkça biz öleceğiz.
Kuşan öfkeni gel saflara, barikata!”

 

İnsanlık tarihi; savaşları, yenilgileri, zaferleri, ilerleme ve gerilemeleriyle, sorunları, çözümsüzlükleri, yıkımları ve yeniden başlangıçlarıyla bir bütün. Eğer insanoğlu; her yıkımın, sorunun, çözümsüzlüğün, tıkanmanın ve yenilginin altında kalan bir tarihe sahip olsaydı, insanlığın bu muazzam gelişimi ve bugünkü tarihi de olmazdı. İnsanoğlu; her yenilgiden, yıkımdan ve zaferden kendini yeniden üreterek, sürekli bir gelişim gösterir.

 

Dünya devrim deneyleri de, yenilgileri-zaferleriyle bu tarihin bir parçasıdır ve insanoğlunun toplumsal düzeyde kendini yeniden üretiminin en üst düzeyde ifadesidir.

 

Hiç bir devrim mücadelesi sorunsuz, düz bir hat çizerek ilerlememiştir. Devrimci örgütlerin bu seyirden bağımsız, soyut bir gelişimi elbette ki düşünülemez. Olağanüstü dönemlerden, yenilgilerden, yıkımlardan etkilenmeyen, kendini olduğu gibi koruyan bir örgüt düşüncesi, yaşamın akışına aykırıdır. Bu tür gerileme, tıkanma dönemlerinde devrimci örgütlerde de dağınıklık, moral yitimi gibi olumsuz etkiler kendini gösterir. Burada asıl sorun; bu tür yeniden başlangıç anlarının genel karakteristik özelliği olan dağınıklığın, keşmekeşin, bulanıklığın arasından, kararlı ve net bir iradeyle sıyrılıp çıkmaktır. Bu çıkışın kararlılığı ve netliği; başlangıç anlarının genel özelliği olan tüm bu dezavantajları birer birer avantaja dönüştürmeyi de beraberinde getirir.

 

Yenilgiyle, yıkımla düşünen, karamsarlık ve umutsuzlukla boğuşan, ya da hiç bir şey olmamış gibi kendi cam fanusunda eskisi gibi yaşamaya devam edenlerin arasından sıyrılıp; yenilgisini yeni bir başlangıca dönüştürmek için değerlendirip ve geride bırakarak ileriye doğru yol alanlar hep kazanmış, diğerleri hep kaybetmiştir.

 

Geçmişi neden konuşuruz, neden tartışırız? İçimizi dökmek için mi? Nostalji için mi? Karamsarlık, umutsuzluk yaymak ve kendi inançsızlığımızda yalnız olmadığımızı görüp vicdan rahatlatmak için mi? Hayır! Bir devrimci için geçmişi konuşmak, tartışmak, sadece geleceği şekillendirmek için, bugün atılması gereken adımları belirlemek içindir. Geçmiş; olumlulukları ve olumsuzluklarıyla, hataları ve doğrularıyla birikimdir, geleceğe “sıfırdan” başlamamanın avantajıdır. Ancak yeniden yola koyulmak için bu birikim yetmez. İlk hamle; daha fazla enerji gerektirir her zaman.

 

İşte bugün devrimci hareket olarak tarihsel ve siyasal bir sürecin başlangıcında yeniden TDH kopuş gibi büyük bir iddia ile adım atarken örgütlenme göreviyle karşı karşıyayken, enerjimizi her zamankinden daha fazla yoğunlaştırmalı, emek, fedakârlık, cüret ve atılganlıkta sınırlarımızı zorlamalıyız. Bu da yetmez, geleceğimizi şekillendirmenin bu en önemli adımlarını atarken, bunu kolektif bir irade ve işleyişin oturtulduğu, çelik bir disiplinin içselleştirildiği bir yapıya sahip olmak zorundayız. Örgüt iradesi gösteremeyen bir topluluğun ideolojik, politik, örgütsel bir gelişmeyi sağlıklı sürdürmesi de, geleceğe dönük somut adımlar atması da mümkün değildir.

 

Bu günTürkiye, bölge ve dünya da süreç ve süren çatışmaların ve savaşın sertleşerek bölgeselleştiği Türkiye’nin her bakımdan içinde olduğu bir gerçeklik. Bölgemizde yaşanan süreç somut ve güncel olarak kontrollü bir gücün hegemonyasında gelişen bir süreç değil daha çok kaotik bir süreç, derinleşen bir kaos ortamıdır. Ortadoğu’da tüm dünya egemenlerinin, büyük emperyalist güçlerin birbirleriyle giderek kafa kafaya geldiği, ama görünüşte vesayet altında veya kontrol dışı güçlerin birbiriyle çarpıştığı bir savaş yaşanıyor. Böylesi ortamlarda ABD dahil hiçbir emperyalist gücün mutlak kontrolü kurulamaz, tersine her geçen gün büyük boşlukların, halklar ve devrimcilerin kullanabileceği büyük olanakların ortaya çıktığı bir durum oluşmuştur. Böylesi durumlar, örgütlü devrimci güçlere, başka zamanlarla kıyaslanmayacak bir etki ve manevra alanı yaratıyor. PKK’nin pratiği bu durumun somut göstergesidir. Bugün bu alanda olmak Türkiye ve bölge devrimi açısından varlık yokluk derecesindedir.

 

Deniz’ler, Mahir’ler ve İbo’lar bir devrimci yükseliş döneminin bitişine denk gelip bayraklaşmıştır. Orhan Yılmazkaya, Ulaş Bayraktaroğlu yeni bir dönemin başlangıcının bayrağı oldu.

 

Son zamanlarda özgürlük gerillalarının eylemleri Türk ordusuna büyük darbeler vurdu. Kuzey Kürdistan’daki bu direnişi ve Türk devletinin yaşadığı ağır kayıpları ve Türkiye tablosunu iyi okumak lazım.

 

Kürdistan ve Ortadoğu kaynıyor. Erdoğan şahsında işgalci, faşist Türk devleti, halklara, özgürlük gerillalarına ve savaşçılarına yönelik büyük saldırılar gerçekleştiriyor. Elbette, bu saldırılar sadece Kuzey Kürdistan ile sınırlı kalmıyor. Rojava’da, özellikle Efrîn Kantonu’na yönelik saldırılar da yoğunlaşmış durumda. Türk devleti sınırları tanımıyor. Her gün Efrîn Kantonu’nu, Şehba’yı toplar, tanklar ve hava saldırıları ile vuruyor, savaş çığırtkanlığıyla işgal tehditlerini savuruyor. Sivillere yönelik katliamlarını devam ettiriyor. Şovenizmi şahlandırarak nefes alma, kendisini sağlama alma çabasında.

 

Diğer yanda CHP’nin yürüyüşünü “kontrollü” bir biçimde sürdürmesine müsaade eden iktidar, bu tutumunu Avrupa’ya karşı “demokrasinin” göstergesi olarak pazarlarken, içeride birikmiş olan öfkeyi de “kontrollü” olarak dindirebileceğini düşündü. Kılıçdaroğlu da Maltepe’den sonra “yürüyüşünü” sürdürmeyerek, onu rahatlattı. CHP, HDP’nin nöbetini görmezden gelerek iktidarı yanıltmamış olması da iktidara yetmedi. CHP’nin tüm bu tutumları iktidarı tatmin etmezken şimdi kendisi hedefi haline geldi. Ama adalet talebinin karşılanmadığı sürece RET’nin tasfiyesinde nasibini alacağından şüphe yok. Dolayısıyla ihtiyaç duyduğunda Kılıçdaroğlu’nu tekrar “yürütecek”. HDP ise görev savuşturma tarzıyla değil, nöbet eylemleri tarzı eylemliklerle yetinen olmaktan çıkmalı. Tam tersi eylem tarzlarını artırarak, zenginleştirerek topluma mal edecek bir kararlılığı sürdürerek toplumun taleplerine yanıt olduğu ölçüde yükselişe geçecektir.

 

Ama bu tek başına yetmiyor, faşist diktatörlük resmi kolluk güçleri dışında SADAT ve bileşenleri kendi özel ordusunu kuruyor, Osmanlı Ocakları, Sultan Murat tugayları, ÖSO, IŞİD, NUSRA gibi AKP Silahlı Kuvvetleri olarak geliştirip hazırlıyor.

 

Diğer yanda da toplumu kandırarak içi boş edebiyat yapıyor. Unutmayalım; Sur’daki, Şırnak’taki, Cizre’deki insanlar evinden barkından oldu. Buda yetmedi bugünde doğayla birlikte kantları, tarihi yok ediliyor, bunun tartışacak bir yanı yok. Burada en temel insan hakkı, yaşama hakkı yok ediliyor, bir soykırım ve katliam var. Bu gerçeği herkesin görmesi lazım. Bunlar görülmüyor mu? Görülüyor, ama hesaba gelmediği için susuluyor.

 

Devrimci kurum ve kuruluşlarının en çok örgütlenmesi ve aktif olması gerektiği bir dönemden geçiyoruz. Tüm saldırı, katliamlarının yani sıra faşist rejim korkunç bir psikolojik, karalama … savaşı yürütüyor. Gerçekler karartılıyor. Bir yandan ağır bir zulüm, katliam, soykırım yürüten RTE yönetimi, gerçekleri gizlemeye çalışıyor, çünkü en zayıf ve çıkmaz dönemini yaşıyor. Üstünü örtmeye çalışıyor, bu gerçeklik iyi anlatılmalı. Coğrafyamızda en ağır insanlık dışı katliamlar yaşandı, yaşanıyor. Bu hukukmuş, adaletmiş, siyasetmişler karşı konacak bir durum değil, buna karşı başka bir dili öne çıkarmak gerekiyor. Bu dil nettir ve açıktır savaşı savaşla alt edilebiliriz ancak.

 

Çünkü hesap soracak, sonuç alacak esas mücadele top yekûn direniş mücadelesidir. Hesap sorucu mücadeledir. Herkes bunu artık iyi görmeli, kavramalı, yanı başımızdaki Kürt halkının yıllardır direnişi ve Rojava bunun somut göstergesidir. Süreç faşizme karşı direnişi güçlendirme ve faşizmi yıkma sürecidir. Faşizm insanlık dışı her şeyi yaptı, yapıyor. “Susma, Sustukça Sıra Sana Gelecek” sözünün doğruluğu dünya devrimlerinden çıkan bir derstir. Faşizme karşı direniş bu biçimde yaşanmış, böyle bir tecrübe insanlığa mal edilmiştir.

 

Bugün kitleleri faşizmin etki alanından çıkarma, mücadeleye çekme zemini her zamankinden daha fazla propaganda zeminine sahiptir.

 

Çeteleşen devlet gerçeği, bütün pislikleriyle ortadadır. Çete devlet, tüm bu pisliklerine rağmen, saldırılarını arttırma cüreti gösterebilmektedir. Devrimciler çaresiz değil, bütün silahları elinden alınmış değil. Daha güçlü ve haklı bir zemindeyiz.

 

Bugün için geçtiğimiz süreç herkese üstüne düşen görevi yerine getirmeyi dayatıyor. Var olan çaba, eylemlikler yetmiyor, bu çaba ve eylemleri daha fazla yükseltmek gerekiyor. Bunun için de eylemlik tarzlarını artırmalı ve her yeri direniş alanına çevirmeliyiz. Bugün var olanla yetinmek değil, mücadeleyi kat be kat daha geliştirip yükseltmek gerekiyor. Bunu beceremediğimiz zaman faşizmin toplumu teslim alacağı çok açık ortadadır.

 

Yaşanan tüm baskı, katliamlara rağmen kaybettiğimiz bir şey yok, tam tersine kazanacak çok şeyimiz var. Bu rezil düzenin bu haliyle kendisini devam ettirmesi mümkün değil. İzlenen mücadele tarzları ve eylemliklerin doğru ele alınmaması ve bu vahşet ve şiddet karşısında ki suskunluk, ya da düşüş bizleri yanıltmamalı. Kitlelerin öfkesi içten içe kabarıyor ve patlamaya hazır bir bomba gibi, yeter ki karamsarlığa, moral ve motivasyonsuzluğa kapılmadan bu patlamaya öncülük etmeyi ve nereye kanalize edeceğimiz noktasında net ve ufkumuz acık olsun.

 

Şemdin Şimşir

Eylül 2017


Önceki İçerikHBDH Hapishane servis otobüsüne yapılan bombalı eylemi üstlendi
Sonraki İçerikYAŞAMI UĞRUNA ÖLMEK KADAR SEVMEK ZAMANI HEVAL KEMAL PİR GİBİ