Bir kez daha halklarımızın karanlığa çekilmesine izin vermeyeceğiz

İçine girdiği çok yönlü kriz içinde debelenen Türkiye oligarşisi ve onun iktidarı altındaki zeminin hızla kaydığını görüyor. Bugün iktidarını sürdüre bilmek için umudu muhalefet blokunun bölünmesi. Bir yandan tartışmayı cumhurbaşkanı adayının ismine kilitlerken öte yandan da “şeytanlaştırdığı” HDP’yi kullanma çabasında.

Onun bu hamlesine karşı muhalefet kanadında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun “Kürt sorununu çözmek için meşru bir organa ihtiyacımız var. İmralı meşru bir organ değil. Meşru organ kimdir? HDP’yi meşru organ olarak görebiliriz. Halkın desteği var, parlamentoya gelmiş. Bu sorun çözülecekse meşru bir organla çözebiliriz” açıklaması ile “Kürt sorununun çözüm adresi” tartışmaları yeniden gündeme geldi. Faşist iktidarın başı Tayip Erdoğan “Kürt sorunu denilen meseleyi biz çözdük” diyerek Özünde bu açıklamaların çabası, iktidarında muhalefetinde Kürt seçmenin tercihlerini etkileme çabasıdır. Bu da onların tam bir “çaresizlik” siyasetinden medet umuyor durumuna geldikleridir.

Öncelikle Kürt sorunu değil sömürgeci egemen sınıfların Kürt ulusu üzerinde ki sömürgeci-işgalci faşist politikaları ve halklarımıza karşı uyguladıkları baskı terör, katliamıdır. Kürt ulusu yürüttüğü mücadele ve ödediği ağır bedellerle muhataplığı da çözümde tartışmasızdır. Bu tartışmalar bu haklı mücadeleyi sulandırmak ve sömürgecilere manevra alanları açmaktan başka bir getirisi yoktur.Bu temelde HDP tarafından açıklanan 11 Maddelik deklarasyonda savunulan ilkeler, Avrupa Birliği Konseyi tarafından 22 Haziran 1993 tarihinden kabul edilen Kopenhag Kriterleri’nde yer alan kararlardan farklı değildir. AB’nin Türkiye’nin birliğe katılma şartları bu kriterleri yerine getirmesidir. Dolaysıyla devrimciler açısında mücadeleyi bu ilkeler üzerinde geliştirmesi veya onların hedefi olamaz. Devrimcilerin görevi bu faşist sistemi ehlîleştirmek değil yıkmaktır. Halkların gerçek özgürlüğü ve Kürt halkının kaderini tahin hakki da ancak bu yola sağlana bilir.

Halk arasında oldukça yaygın bir deyim vardır. Denir ki, bir yumurtanın çürük olduğunu anlamak için onu yutmaya gerek yoktur. Yenilip, yutulan burada elbette tek başına bir çürük yumurta değildir. Yaşamın gerçekliğini, içinde yaşanılan sistemin biçimlenişini, yapısını kavrayıştaki eksikliktir. Bu eksiklik bir halkın kaderiyle ilgili ise, işte o zaman yumurtanın çürük olup olmadığını yutarak anlamaya çalışmak çoğu kez hüsranla biter. Hele, bu halkın yaşadığı coğrafya, baskının ve zulmün yuvası olmuşsa, bu halkın adı sürgünlerle, göçlerle, katliamlarla anılıyorsa, konu çok daha önemlidir.

İşte tarihlerinden gereken dersleri çıkarmayanlar bir halkı tekrar tekrar kandırmak üzerine kurdukları her politika onların sonunu biraz daha yaklaştırmaktan başka bir işe yarmadığıdır. Diğer yanda ise dar ulusalcı bakış açısı, ya da liberalizmin dümen suyunda kulaç atanlar oligarşinin saldırılarını düzen partileriyle uzlaşarak önleme, onun parlamentosunda çözüm arama hayallerine kapılınca bu basit gerçeği görmek istememektir. Bunun sonuçları ise bugün daha büyük boyutlarda kendini tekrar eden yanılgılar halklarımıza umut olarak sunulmasıdır.

Politikada gerçeği görememek, doğru halkayı yakalayamamak istense de istenmese de süreçte kendini saf dışı bırakmakla eşanlamlıdır. Daha kötüsü düşmanın politikalarına -bilinçsiz de olsa- zemin hazırlamaya katkıda bulunmaktır. Faşizmin saldırı politikalarının önünü kesmekle, bu politikanın zeminini ortadan kaldırmak farklı farklı şeylerdir. Ve çözümü parlamentoda aramak değil halkların ortak mücadelesinde ve öz gücüyle kendi geleceğini belirlemesindedir.

Daha önce defalarca denenen yollar tekrara edilerek, reform, demokratik açılım, akan kanı durdurma çabalarının sonucu daha çok katliam, şehirlerin bombalanması, insanlarımızın bodrumlarda diri diri yakılması oldu. Görev Kürt halkına ve öncüsüne uzlaşma çağrıları yapmak, uzlaşma seçeneğini kendince hep gündemde tutuma değil. Bu Kürt halkının mücadelesinin kararlı ve inançlı bir savunucusu olamayanların kendine arabuluculuk misyonu biçiyor ve diplomasicilik oyundur.

Birileri hak ve özgürlüklerini devrimci mücadeleyle değil uzlaşma, parlamentoda elde edileceğinin aklını veriyor Kürt ve emekçi halklarımıza. Devrimci mücadelenin çözüm olmadığı, parlamenter sistem içinde çözüm aramak gerektiği söylemleri bugünün siyasal dünyasının ekseni haline getirilmeye çalışılmaktadır. Kuşkusuz ülkemiz koşullarında halklar için demokratik- legal mevzi kazanmanın uzlaşmaz bir mücadele süreci ve ağır bedeller gerektirdiği ve bu konuda çok ağır bedellerin ödendiği ortadadır. Ama bu alanı kullanırken bu ödenen bedeler üzerinde uzlaşmacılık değil toplumsal muhalefetin öncüsü ve onu en önünde devrime katalize etmektir.

Bölücülük ve birlik açık bir sınıfsallığa dayanmaktadır. Savaşın mantığı ve halklarımızın geleceği birlikte mücadeleye ve bu faşist sistemi yıkmaktır. Bugün Türk ve Kürt halklarının önünde Türkiye ve Kürdistan’ı mücadele alanı haline dönüştürmekten, faşist sistemin kriz ve çıkmazına nefes olmak değil.

Kriz ve yönetme dar boğazında debelenen Türkiye oligarşisi daha dün oynadıkları, demokrasicilik oyunları, yarattıkları reform ve umut beklentileri tekrarlanmak istenmektedir. Unutulmamalıdır ki Türkiye ne olursa olsun, egemenlerin tüm politikalarını faşizm olgusunun belirlediği bir ülkedir.

Türkiye oligarşisi Kürt ve emekçi halkının ulusal ve sınıfsal taleplerini ve mücadelesini kendisinin belirlediği sınırları içerisine hapsederek baskı, terör, provokasyon ve psikolojik savaş yöntemleri ile ezmekte ısrarlı olduğunu, gerekirse şehirleri topa tutarak, defalarca göstermiş oldu. Zaten kendisi açısından da iktidarını sürdüre bilmesi için gelinen aşamada başka bir yol kalmamıştır. Artık Kürt ve emekçi halklarına karşı, şiddeti sonuna kadar götürerek “çözmeyi” önüne koymuştur. Bu noktada oligarşi ne kendi aralarındaki çelişkilerden ve krizini aşma çabasında halklara da iktidar değişikliği beklentileri umudu sunuyor, gelen sanki onun kuklası olmayacakmış. Kim gelirse gelsin ne Kürt ulusunun ulusal taleplerini nede emekçi halkların sorununa çözüm demokratik, özgür bir yaşam sunmayacaktır. Tersine yokluk yoksulluk, sömürü, şiddet üzerine şiddet ekleyecektir.

Bir kez daha halklarımızın karanlığa çekilmesine, baskı, sömürü zulmümün katmerleşerek devam edeceği bir yola çözüm değil. Çözüm sınıfsal olduğuna göre duruşta buna göre olmak zorundadır. Buda bu faşist sistemin baskı, sömürüsüne karşı devrim sorunudur. Bugün bu sistemin içinde bulunduğu çıkmaz ve yaşananlar karşısında Kürt halkı ve emekçi sınıfları bir devrimin eşiğine kadar getirmiştir. Özgür ve eşit bir yaşamın tek yolluda budur.

1 Ekim 2021

Önceki İçerikKANATLARINDAN VURULAN GÖKLERDEKİ KARTAL: SABAHATTİN ALİ[*]
Sonraki İçerikKamuoyuna