Bahar gelecek mi?

 

Uzun bir kışın ardından, kuruyan bütün ağaçları yeniden dikmek, yıkılan bütün çatıları yeniden çatmak gerek. Bu perspektifin ve kapasitenin belki de tek sahibi olan demokrasi cephesinin, İstanbul’un kazanılmasını sağlayan demokratik muhalefetin sorumluluğu kadar talepleri de öne çıkmalı ve demokrasi herkes için her yerde istenmeli.

Yıkıcı bir kış geçirdik, öncesinde de yazlar, kışlar. Türkiye bir geçiş sürecinde. Uzun bir ara rejim döneminin içinden geçiyoruz. Rejimin temel karakteri öngörülmezlik. Bu rejimi konsolide etmek için kullanılan seçim kurumunun iktidar açısından iflas etmesinin sonucu olarak artık o dahi öngörülmez kılındı. Seçim sonuçları konusunda kararı kimin vereceğine dair bir uyuşmazlık var. Seçmen mi son sözü söyleyecek, yargı mı, yoksa Erdoğan ve iktidar bloku mu? İstanbul seçimlerine ilişkin on gündür temel mesele bu. Biçimsel demokrasinin temel kurumu olan seçimler artık tam bir öngörülmezlik labirentinde.

BİR DÖNÜŞÜM GELECEK Mİ?

Hâlbuki her şey garantiye alınmıştı iktidar açısından. 24 Haziran seçimleri öncesi, yani rejimin onaylanacağı seçimlerin hemen öncesinde ittifak yasası olarak bilinen seçim kanunlarında değişiklikler yapan kanun çıkarılmış, seçim bir baskın seçim olarak organize edilmiş, seçimlerde iktidarın denetimi için bütün önlemler alınmıştı. Yüksek Seçim Kurulu’nun referandumdaki tavrı iktidara rejimin geleceği bakımından güven veriyor olmalı. Anadolu Ajansı’nın seçim sonuçlarına ilişkin bilgi aktaran tek haber ajansı olarak varlığının da iktidara öngörülebilirlik sağladığına şüphe yok. Peki, ne oldu da tüm bunlara rağmen, bugün ortada seçimler konusunda bir karara varılamıyor? İktidarın rejimin yönünü açık bir diktatörlüğe çevirme yönünde verebileceği bir karar ya da seçmen çoğunluğunun verdiği kararın kabulü bir türlü açıklanamıyor. Bunun nedeni basit, seçimler hususunda yapılan bütün siyasal ve yasal düzenlemelere karşın rejim seçmene onaylattırılamadı. Erdoğan; partisi, inşa etmeye çalıştığı rejim, kamusal servetin aktarıldığı sermayedarları, medyadaki yiğitleri, yargıdaki koruyucuları, parlamentodaki vekilleri, belediye bütçesi hamiliğinde gelişen tarikatları, cemaatleri, vakıfları ile birlikte yenildi. 7 Haziran 2015’te elinden kaçırdığı demokratik meşruiyeti artık geri gelmez biçimde kaybetti. Peki parti olmaktan çıkardığı partisi, kaynak aktararak büyüttüğü ekonomik krizdeki sermayesi, kimsenin itibar etmediği medyadaki yiğitleri, kendi korkularına düşmüş yargıdaki koruyucuları, ikballerini hep seven parlamentodaki vekilleri, tarikatları, cemaatleri de arkasından çekilmeye başlar mı? Biri başlasa, ardından biri daha gelse, karşılaştırmalı siyaset literatürünün altın kuralında söylendiği gibi hızlı bir dönüşüme zemin hazırlanır mı?

7 Haziran sonrası zor ve baskı yoluyla 1 Kasım’a gidilmişti, bugün iktidar açısından, bu işe yarar mı? Seçim sonuçları hakkında karar verilmeden Kayınpeder Rusya’da; damat da ABD askeri-sınai kompleksini, finans sermayesini ziyarete gidiyor. Buralardan demokrasi mi çıkar, diktatörlük mü?

Her şey çok öngörülmez değil mi?

DEMOKRASİ CEPHESİ Mİ?

Yüksek siyasette durum buyken sıradan halkın hayatlarında da çok farklı olması beklenemez. Ara rejim binlerce insanı öngörülmez bir süreç içinde savuruyor. Onurlu bir hayatın gerekleri olan temel hak ve özgürlüklere ilişkin güvenceleri yok sayan rejim kendi milletini ve kendine düşman bir milleti yaratmayı başardı. Fakat kendi milletini de öngörülmezliğe sürüklemeye mahkum. Çünkü onları koruyacak kurumlar da yok. Ekonomik kriz, bugüne kadar havuzdan damlayanlarla biriktirilenleri götürmeye başladı bile. Hak ihlallerinin asıl sorumluları, rejimin bürokratları, amirleri, rektörleri, atanmışları, kayyumları, yargıçları nelerden sorumlu olduklarını en başta kendileri biliyorlar. Tabii kendi bildiklerinden utanmasalar da başkalarının kendileri hakkında bildiklerinden korkuyorlar. Onlar da egemen müphemliğin içinde, artık ikballerini öngöremiyorlar. Ara rejim ve bu sayede inşa edilmeye çalışılan somut düzen iflas etmiş durumda, öngörülemezlik artık karar verilemezliğe dönüştü. Para bitti, satın alamıyor, kendini sürdürmesini sağlayan pazarlıkları yapamıyor. Dolayısıyla da sert bir çöküş hepimizi kapıda bekliyor.

Bu sürecin muhalefet tarafından çok iyi okunması gerekiyor. Kılıçdaroğlu doktrini olarak pazarlanan ve ülkeyi bu hale getirmekte AKP’ye ve Erdoğan’a payanda olmuş sağcılaştırma stratejisini başarı olarak sunan egemen havada gerçekçi muhalefet stratejileri yeniden konuşulmaz kılındı.

Baharın gelmesi metaforu çok güçlü; aslına bakarsanız biraz tarih bilen herkes için ülkedeki hayatımız bakımından öngörülebilir olan tek şey. Fakat anlamı kaçırılmamalı. Uzun bir kışın ardından, kuruyan bütün ağaçları yeniden dikmek, yıkılan bütün çatıları yeniden çatmak gerek. Bu perspektifin ve kapasitenin belki de tek sahibi olan demokrasi cephesinin, İstanbul’un kazanılmasını sağlayan demokratik muhalefetin sorumluluğu kadar talepleri de öne çıkmalı ve demokrasi herkes için her yerde istenmeli. Cumhuriyet Halk Partisi içindeki sağcılaşma doktrininin ülkeden götürdüklerinin de hesabı tutulmalı.

Öğrencilerimizden öğrendiğim Neruda dizesiyle, öngörülebilir olanla bitireyim. Çiçekleri koparabilirsiniz ama baharın gelişini engelleyemezsiniz.

Dinçer Demirkent

Gazte Duvar

Önceki İçerikSudan’da kadınların öncülüğünde devrim: Rejim düştü
Sonraki İçerik16- 17 Nisan şehitleri mücadelemizde yaşıyor