Adalının türküsü

Mayıs’ın kanlı günü Haziran’a döndüğünde gazeteler yanlışlıkla Mahir’in öldürüldüğünü, Cevahir’in yaralı yakalandığını yazar. Bu durumda elini Mahir’in kanına sürüp zafer nişanesi olarak saklayan polisin ellerinde Cevahir’in kanı vardır

Adalının türküsü

alnını

dağ ateşiyle ısıtan

yüzünü

kanla yıkayan dostum

senin

uyurken dudağında gülümseyen bordo gül

benim kalbimi harmanlayan isyan olsun…

Arkadaş Z. Özger’in Aşkla Sana şiirini bilenlerimiz çoktur. Bilmediğimiz ise bu şiirin, İstanbul-Maltepe’de Mahir Çayan’la birlikte kıstırıldıkları bir evde savaşırken ölümsüzleşen THKP-C militanı Hüseyin Cevahir’e yazıldığıdır. Ayrıntı Yayınları’nın Yakın Tarih dizisinden çıkan Cevahir adlı biyografi çalışmasında bu bilgiyle birlikte devrimci bir önderin kısa yaşamına tanıklık ediyoruz.

Her biyografi çalışmasının kuralı olduğu üzere bu kitap da Hüseyin Cevahir’in çocukluğuyla başlıyor ve Dersim kültürü ile mitolojisi bizi karşılıyor. Baba Mansur Ocağı’ndan gelen bir ailenin torunundan bahsederken bu karşılaşma kaçınılmaz oluyor haliyle. Ortaokul yıllarında dünya klasiklerini okumaya başlayan Hüseyin Cevahir’e, iki yaşındayken Kuran okumayı öğrenip, dört yaşında hafız olan şeyhlerin anlatıldığı İslami efsanelere inananlar belki burun kıvıracaklardır ama ilki Anadolu Aydınlanmasının gerçeği, diğeri ise sadece aptal yobazların kanacağı bir yalandır.

Kısa tutulan lise yılları bahsini izleyen üniversite öğrenciliğinin anlatıldığı bölümde İstanbul’a tıp okumaya giden Hüseyin Cevahir’in içine girdiği felsefi tartışmalar eniştesine yazdığı mektuplardan anlaşılmaktadır. Selahattin Hilav, Cevat Çapan, Edip Cansever, Metin Eloğlu ile mutluluk, yabancılaşma vb. konularında tartışırken Aşık İhsani’yi keşfeden ama aynı zamanda Charles Aznavour hayranı olan, dinlemesi için Forget Domani plağını eniştesine gönderen, Hüseyin’in gelişimi çok yönlü olarak sürmektedir.

İstanbul’da aldığı gönül yarasını sarmak için Ankara’ya sığınan Hüseyin artık Siyasallı olur. Bu yıllar anlatılırken dönemin politik atmosferi, gençliğin anti emperyalist eylemleri, faşist saldırılar, SD-MDD tartışması, sol içi çekişmeler, kampüslerin dışına taşarak halkın her türlü sorunuyla ilgilenen Dev-Genç, THKP-C’nin kuruluşu ve ilk eylemleri de anlatılıyor.

Aragon ve Neruda’nın şiirlerini ezbere bilen, Fransa’daki Nouveau Roman akımını takip eden Hüseyin Cevahir’in dergilerde yayımlanmış edebiyat eleştirileri kitabın sonuna alınmış. Fazıl Hüsnü Dağlarca’nın “Çocuk ve Allah” şiiri üzerine yazdığı eleştiri, yaşasaydı Cevahir’in Türkiye’nin en iyi edebiyat eleştirmenleri arasına girebileceğini gösteriyor.

Türkiye Solunda İbrahim Kaypakkaya saha araştırmasına önem veren önder olarak ayrı bir yere konulur. Bu yargının en önemli gerekçesi Kaypakkaya’nın kendi araştırması olan Kürecik Bölge Raporu’dur. Kitabın sonunda Hüseyin Cevahir’in Bismil ve Silvan’daki gözlemlerine dayanan Doğu Anadolu raporunu görenler THKP-C’nin Kürt sorununa ilgisiz olmadığını anlayacaklardır. Yine Cevahir tarafından yazılıp Aydınlık Sosyalist Dergi’de yayımlanan “Kitleler, Küba Devrimi ve Yeni Oportünizm” yazısıyla kendisinin teoriye hakimiyeti ortaya çıkıyor.

Yazar Solgun, faşistlerin ve İslamcıların saldırılarını verirken Aydınlık Sosyalist Dergi’de yayımlanan İslamcılık-emperyalizm ilişkisi ve laikliğin önemine dikkat çeken yazıyı bir dipnotla kayda geçiyor. Devrimci gençliğin Kemalizm’le olan ilişkisine de yer vererek bugüne kadar süregelen sol içi tartışmalara katkıda bulunuyor. Yazarın SD-MDD tartışmasında nerede durduğunu da anlamak zor değil. Ama bu taraflılığın kitabın objektifliğine gölge düşürdüğünü söylemek abartı olur. Burjuva gazetelere ve savcılık iddianamesine bu kadar çok dayanmasa daha iyi olurdu tabiî.

Düzene karşı alternatif kültür oluşturmaya çalışırken parka, postal, Alevi bıyığı ile yapılmaya çalışılan “kıyafet inkılabı”nın ve uzun süre yıkanmayarak girilen kirlilik yarışının devrimciliğin kriteri haline gelmesinin anlatıldığı bölüm devrimci gençlerin arayışlarının saptığı yan yolları göstermesiyle ilginç.

Kitapta anlatmadan geçilemeyecek anekdotlardan biri de mali sorunları çözebilmek için Mete Has’ın 400.000 TL fidye karşılığında kaçırılması, ailenin Kayserili içgüdüsüyle “250.000 versek olmaz mı” diyerek pazarlığa girişmesi. Has ailesinin evinden çıkarken Mahir Çayan tarafından ödünç alınan 200 TL ile eldiven ise kamulaştırmanın dışında tutularak daha sonra söz verildiği gibi iade edilir.

Elrom’un kaçırılması bahsinde yazar H.Solgun önemli bir tartışmaya girişiyor. Verili şartları ortaya koyduktan sonra THKP-C militanlarının var olanın mı yoksa tarihin mi penceresinden bakmaları gerektiğini, aklın koruyucu ormanına girmeleri mi yoksa iradenin imgesel ama ölümcül ovasında koşmaları mı gerektiğini soruyor. Mahir ve yoldaşları ikinci yolu seçerler. Zaten Hüseyin Cevahir de teslim olmasını isteyen babasına “Bak! Seyit Rıza teslim oldu, onu hemen astılar” der.

THKP-C tarihinin bir kesiti olarak da okunabilecek bu çalışma Kızıldere’de değil Maltepe’de sonlanıyor. 51 saatlik kuşatma uzun uzun ayrıntılarıyla anlatılıyor. Mayıs’ın kanlı günü Haziran’a döndüğünde gazeteler yanlışlıkla Mahir’in öldürüldüğünü, Cevahir’in yaralı yakalandığını yazar. Bu durumda elini Mahir’in kanına sürüp zafer nişanesi olarak saklayan polisin ellerinde Cevahir’in kanı vardır.

Yaşanılan acılar burada bitmez, bugün Grup Yorum üyesi İbrahim Gökçek’in cenazesine saldıran insanlık fukaralarının ataları yine aynı şehirde aynı alçakça saldırıyı gerçekleştirir.

Köyünde toprağa verilen bu büyük devrimcinin tabutuna Cahit Sıtkı Tarancı’nın şiirinden 3 dize konulur.

“Kapımı çalıp durma ölüm

Açmam

Ben ölecek adam değilim”

İhsan Gülhan

Kasım 2020

Önceki İçerikDevrimin kalbindeki kadınlar
Sonraki İçerikAmerikalılar belasını bulmuş vesselam