Bugün Ülkemizde yaşanan şeriatçı faşist tek adam sistemi ve onun tüm topluma karşı yürüttüğü saldırısı karşısında en temel insani değerleri sahiplenip korumak bile ciddi direnişleri, zorlu bedelleri göze almayı gerektiriyor. Egemen sınıfların tarihte eşine az rastlanır boyutlarda sergilediği vahşetini, barbarlığını kanıksatma ve kabullendirme çabasını sınıflar mücadelesi perspektifiyle ele alıp değerlendirmek zorundayız. Bu yapılamadığında, yaşananlar karşısında oradan oraya savrulmak kaçınılmazdır.
Sınıf mücadelesi perspektifinden uzak bir yaklaşım, faşizmin manipüle etmede sahip olduğu olanak ve avantajlar karşısında direnişi küçümseme, hatta gereksiz görme, saldırıyı ve düşmanı abartma ya da tarafsız kalma hatalarına kolayca düşmeyi beraberinde getirecektir. İki sınıfın çatışma süreçlerinde, özellikle geçici yenilgi dönemlerinde bu tür savrulmalar karşımıza daima çıkar.
Sınıf bilincinden yoksun emekçi kitlelerin yönelimlerini, davranışlarını belirleyen de bunlardır. Keza küçük burjuvazi gibi ara katmanlar da çarpışmanın keskinleştiği dönemlerde büyük oranda bu olguların etkisi altında belirlerler duruşlarını. Stratejik konumlanma kadar, politik ve taktik atakların, açılımların da büyük önem arz ettiği böylesi süreçlerde, savunma ve karşı atağın yansıra düşmanın saldırılarının nedenlerini, hedeflerini, kapsamını da kitlelere kavratma noktasında genel geçer ajitasyon ve propagandanın ötesine geçmek zorunludur.
Bugün yaşanan deprem katliamı ve ardında gündeme gelen seçim sürecinde yaşananlar asla bizleri umutsuzluğa itmemelidir. Özelikle deprem bölgesinde ve genel olarak bu kadar teşhir olmuş faşist iktidarın yüksek oy alması karşısında birçok kesimlerce büyük bir hayal kırıklığı yaşanmasına sebep olmuştur. Ama bizler iyi kavramalıyız ki sağlam bir analize, güçlü ve sürekli bir propaganda faaliyetine dayanmayan, alternatifini ortaya koyamayan bir yöneliş başından itibaren bir kısırlık ve darlık taşıyacak, kitlelerin bilinçlerinde doğru bir şekillenme yaratamayacaktır. Bu durumda sistemin yıllar boyunca kitlelere empoze ettiği gerici-ırkçı faşist politikaların etkisini yok etmek kolay olmayacaktır. Yaşamın her alanında, her an sayısız yol, yöntem ve araçla düşman propagandasının bombardımanı altında tutulan kitlelerin yeterince açıklayıcı, kavratıcı ve sarsıcı olmayan birkaç etkünlükle, birkaç bildiriyle saflaştırılıp kazanılması mümkün olabilir mi? Böylelikle hareketi hissetmesi, ona inanması, destek sunması ve giderek bizzat katılım sağlaması düşünülebilir mi?
Oysa faşist iktidar her fırsatta güç gösterisinde bulunmasına; son derece etkili iletişim araçlarına sahip olmasına; beyinleri dumura uğratmak, bilinçleri bulandırmak için her türlü yolu denemesine karşı-propagandayı en çirkin yöntemlerle sürekli gündemde tutmasına rağmen, (egemen sınıflar tarafından da sıkça dile getirildiği gibi) halkın yarıdan fazlasının mevcut düzene güven duymaması muazzam bir olanak değil midir? Halk düşmanı politika ve uygulamalarıyla kendi kendini teşhir etmekten kurtulamayan, tepeden tırnağa çürümüş bir düzeni bizler nedenli teşhir edebiliyoruz? Bunu sistemli ve yaygın bir çabayla, hayatın içindeki onca zengin yol, yöntem, araç-gereçle ve tam bir devrimci yaratıcılıkla ne ölçüde hayata geçiriyoruz? İşte bu sorulara pratik çabayla verilecek yanıt sayesinde, var olan nicel ve nitel güce sıçrama yaptırmak mümkün olacaktır. Güçlü bir pratiğin önünü aydınlatacak daha açıklayıcı ve ileri teoriyi oluşturmanın başka yolu ve zemini yoktur.
Öyleyse, öncü devrimcilere, ihtilalci inisiyatifi kelimenin tam anlamıyla ve tam bir iradilikle kullanması gerekenlere bu süreçte büyük görevler düştüğü unutulmamalıdır. Emekçi kitlelerin ezici çoğunluğunun bu zalim, zorba düzene karşı duyduğu hoşnutsuzluk salt bugünkü ekonomik-siyasal tükenişe, çürüyüşe bir tepki değildir. Tepkileri kolayca nötralize edilebilen, manipüle edilmeye açık vb. gibi toplumsal özelliklerin yanı sıra, esas olarak gelecek umudunu güçlü ve diri kılacak alternatifler görememenin, bu noktadaki güvensizliğin rolü büyüktür. Emekçilerin öfke ve tepkilerini siyasallaştırma, kitleleri bilinç, moral ve motivasyon yanıyla çarpışma dönemlerine hazırlama, onlara önderlik etme görevini yerine getirme doğrultusunda yeterli çaba harcanmadıkça, istenilen sonuçlara ulaşmak mümkün olmayacaktır. Somut ve maddi bir güce dönüşmeyen, belli bir sistematiğe sahip olmayan öfkenin mevziler kazandığı, devrime yol açtığı görülmemiştir. En küçüğünden en büyüğüne tüm kazanımların altında ciddi bir bilinç, kararlılık, yaratıcılık ve ısrar vardır. Bunlardan yoksun bir pratik görece gelişmeler kaydetse bile, sonuçta kaybetmeye mahkumdur.
Hemen herkesi bir biçimiyle ilgilendiren toplumun nefes almasının zorlaştığı günlere everildiği kritik bir dönemdeyiz. Dünya ve ülkemiz sınıflar mücadelesinin ciddi engellerle karşı karşıya olduğu bir konjonktürde, talanı, yalanı, her türlü ahlaksızlığın erdem sayan bir düşmanla karşı karşıyayız.
Tarihte hiçbir çarpışma kesin ve nihai zaferi tek başına tayin etmez. Zira bugün asıl belirleyici olan, sosyalizmin dünya ölçeğinde prestij kaybına uğradığı bir süreçten sonra yeniden umut olmaya başladığını iyi okumalıyız.
Bugün içinde geçtiğimiz lime lime dökülen ve her türlü hırsızlık, çürüme içinde çırpınan sistem yaşadığı seçim rezaleti karşısında Emekçilerin gerçek iktidarının ancak dişe diş ve dövüşe dövüşe elde edileceğinin, gerisinin ancak laf ebeliği olacağının altı kalınca çizilmelidir.
Faşizm insanlarımızı açlığa-yokluğa sefalete mahkûm ettiği, açlığın yoksulluğun, umutsuzluğun hâkim hale getirilmeye çalışıldığı bu süreçte insanlarımızı intihara sürüklenmekte. Haksız, hukuksuz ve açlıkla yaşamaya mahkûm ederken elbette çeşitli hesaplar yapmaktalar. Bunun başında da iktidar olanlar saltanatlarını ve çalıp çırptıkları, işledikleri suçlarda kurtulmanın yolunun iktidarı kaptırmamaktır. Diğer yanda ise çökmekte olan sistemlerini kurtarmak ve sömürüde paylılarını alma peşinde olan klikler ‘demokrasi, özgürlük’ söylemleriyle halklarımızı aldatma onların desteğini alma peşindeler.
Bugün yaşamın her alanında, daha örgütlü ve bilinçli bir duruşa gereksinim vardır. Her türlü̈ manipülasyonlar karşı karşıya olan kitleler bir yana, ilerici ve sol dinamiklerde yaşana inanç zayıfladığı, özgüven yitiminin yaygın hale geldiğini somut bir durum olarak tespit ediyorsak, bunun önümüze çıkardığı görev ve sorumluğu önemsemek zorundayız.
Görev, umudu ve özgüveni yaratmak.
Görev, bu bilincin gerektirdiği yaratıcılığın yakalanmasıdır.
Görev, olmazı olur kılan bir iradenin yeniden ve daha güçlü bir biçimde inşasıdır.
Görev, devrimci dili, devrimin dilini ustaca kullanacak bir iradeyi yaşamla bütünleştirmektir.
İşte bugün elzem olan, devrimci dili teoride ve pratikte yalın ve akıcı bir biçimde kullanmakta ustalaşmaktır. Devrimci mücadeleyi zafere taşıma iddiasının sahipleri olarak, önce hissedilecek, sonra inanılıp güven duyulacak ve ardından da destek sunulacak, gösterdiği doğru hedefleri ölümüne başarmaya çalışacak bir örgütlülük yaratmayı başarmalıyız.
Faşizmin her türlü terör ve zorbalığa pervasızca başvurduğu, iktidarını sürdürebilmesinin doğrudan buna bağlı olduğu koşullarda, söylem ve eylem tutarlılığı bakımından emekçi halklarla bütünleşme yaşadığımız oranda sahiplenme ve destek sorunu yaşamayacağımızı bilince çıkarmalıyız.
Gelinen aşama yeterince tatmin edici değilse de her türlü engele rağmen, kendi özgünlüğümüz açısından geçerli onlarca olumsuzluğa rağmen, doğru bir zeminde ilerlediğimiz kuşkusuzdur. Sorun, mesajlarımızı devrimden çıkarı olan kesimlere doğrudan taşıyabilecek ilişki ve yönelimlerin daha da netleştirilmesidir.
Sorun, mücadelenin görevlerini her koşulda yerine getirme doğrultusundaki adımların atılabilmesi için, hedeflerde ve programda açılımlar yapabilmektir. Bunun başlıca koşulu ise, yaşadığımız ülke ve mücadelenin reddedilmez bir gerçeği olarak, faşizmin canı istediği zaman darbeler vuramayacağı bir biçimde kendi güvenliğini sağlayabilen bir konuma ulaşmaktır. İhtiyacımız olan budur ve bu başarılacaktır.
19 Mayıs 2023