Dünyada hiçbir diktatör kalıcı olmadı. Halkların başkaldırısı, mücadelesi ağır bedeler ödeyerek diktatörleri tarihin çöplüğüne yollamıştır. Bu dünyada kimler geçmedi ki. Mussolini, Hitler, Franko, Samozo saymakla bitmez.
Cuntalar yaşadık, devlet destekli faşist terörü yaşadık. Ama hiçbiri de boyun eğdiremedi bize. Tüm zulümlerine rağmen iktidarı bırakıp gitmek zorunda kaldılar.
12 Eylül faşist askeri cuntasının çocuğu olan şeriatçı faşist Erdoğan diktatörlüğü de hak etiği sonucu elde edecektir. Çöreklendiği iktidarı, emperyalistlerin her dediğini emir kabul ederek iktidarı için onlarda destek alan bu şeriatçı faşist artik yolun sonuna gelmiştir.
Başkanlık sistemiyle tüm yetkiyi kendi elinde toparlayan ve tescili faşist MHP’yi de kendisine koltuk değneği yapan bu sultan özentisi ülkeyi babasını çiftliği gibi yönetmektedir.
Hırsızlıkları, ülkenin yer altı yer üstü tüm zenginlikleri yandaşa ve yabanci tekelere peşkeş çeken, bundan da pay alan bu hırsız tökezliyor, tökezledikçe de saldırganlaşıyor. Emekliyi açlığa mahkûm ettiği, emekçileri askeri ücrete mahkûm ederek yaşanan enflasyon ve zamlar karşısında açlıkla, ölümle yüz yüze bıraktı. Ülkeyi bir kadın mezarlığına çevirdi, her gün kadınlar katledilmekte, saldırıya uğramakta, her gün yaşam kaygısı içinde yaşamak zorunda bırakılmış durumda. Gençliği geleceksiz, umutsuz bıraktı, yandaş ve çocuklarının rant elde etmek için kurdukları vakıflarda ve tarikatlara sunduğu sonsuz olanaklarla tarikat yurtlarında çocuklar tecavüze uğramakta, utanmazca ailede sorumlu Bakanı pişkinlikle çıkıp; “bir kerede bir şey olmaz” deme cüretini göstere biliyor. İş cinayetlerinde onlarca insanımız yaşamını yitirirken hiçbirinde sorumluk almamakta bu katliamları kınayanlara saldırmakta. Yaşanan katliamları kader diyerek örtbas etme çabasında. Maraş merkezli yaşanan depremi katliama çevirdiler, yaşanan bu acıda rant peşine düştüler. Çıkardığı genelgelerle göz diktiği halkın mülkünü gasp edip yandaşlarına peşkeş çekmekte.
Yerel seçimlerde büyük oranda belediyeleri kaybetmesiyle nasıl halkın olanakların çaldıkları daha somut ortaya çıktı. Ömür boyu koltuklarında kalacakları rahatlığıyla belediyeleri nasil talan ettikleri ortalığa serildi.
Yaşanan ekonomik kriz ve sistemin krizini aşamaması karşisinda yükselen toplumsal öfkenin nasil biriktiğini iyi görüyorlar. Bunun içindir ki devrimcileri, sosyalistleri, demokratları yetmedi sokakta röportaj verenleri zindanlara doldurdu. Buda yetme öfke buyuyordu ve onun baskı, şiddeti toplumu sindiremiyordu. Geriye dönüp korkulu rüyası olan Gezi başkaldırısıyla ilgili tutuklamalar başlattı.
Saldırı cephesini genişleterek burjuva muhalefetinden, tekelci burjuvaziye kadar genişletti. Yandaşlığı kabul etmeyen, muhalif kimliğini korumaya çalışan gazetecilere saldırdı, tutukladı.
Kürt halkına yönelik uyguladığı şiddet ve baskıya rağmen her defasında yerel yönetimleri daha fazla oyla Kürtlerin kazanması karşısında onların iradesini yok saydı. Halkın iradesini çaldı, kayyumlar atadı.
İşte son yerel seçimlerde CHP’nin belediyelerin çoğunu almasıyla bu saldırısını CHP’li belediyelere yöneltti. Kendi dönemlerinde biriken borç yükünü yok sayarak AKP belediyelerde kalan borçları hemen ödemeyi dayatarak iş yaptırmaz hale getirdi. Bununda yetmediği yerde kayyumlar atamaya başladı.
Kendisi için büyük bir rant kapısı olan İstanbullu iki defa üst üste kaybedince İmamoğlu’nu hedefine koydu. Birde İmamoğlu’nun CHP’nin cumhur başkanı adayı olunca her türlü yalanla saldırılarını emrinde ki yargıyla başlattı. Sonuçta da önce 35 yıl sonra tehdit, şantajla diplomayı iptal ettirerek birçok yerel belediye başkanıyla birlikte gözaltına aldı.
Bu saldırılar karşısında sokağa çıkan CHP milyonları toplarken başta öğrenci gençlik olmak üzere muhalif kesim bu sokaklara yoneldi. CHP bunu nekadar götürür kestirmek zor amam geri adim attığı anda kendi sonunun da geleceğini iyi bilmektedir.
Burjuva muhalefet ve sistemde beklenti içinde olan liberaler her nekadar ülkede normal bir iktidar varmış gibi davransalar da yaşam kafalarına vura vura öyle olmadığını gösterdi. Cihatçı faşist tek adam iktidarı hızla siyasal İslamcı rejimi inşa ederken hey şey olağanmış gibi hareket edenlere sıra geldi.
Bu tek adam rejimi kendi geleceği için tüm ülkeyi uçuruma sürüklemekte bir an için bile çekinmezken bu rejimin, “yumuşama”, “normalleşme”, “açılım” söylemlerine kanıldı. Her kritik dönemde muhalefet cephesinden birileri rejimin payandası oldu. Rejimin karakteri doğru kavranılmayınca muhalefet yapmanın nelere yol açtığı bir kez daha görüldü.
Öncelikle uzun yılardır kolluk kuvvetlerinin yani sıra tekçi şeflik iktidarı muhaliflere karşı emir eri haline getirdiği yargı sopasını kullanmakta. Dolaysıyla siyasal darbeyi uzun süredir zaten uyguluyordu. Kendisi için tehdit olarak gördüğü bugun, İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu, belediye başkanları, gazeteci İsmail Saymaz ve 100’den fazla kişi evleri basılarak gözaltına alınmasıyla gündeme gelen bir siyasi darbe değildir.
Bir süredir yavru ortağı Bahçelini ağzıyla güncelleştirmeye çeliştiği süresiz tek şef yönetimi ve Erdoğan’ın kalıcılaşmasını dilendirmesi aslında seçimsiz, muhalefetsiz, Erdoğan’ın ölene dek koltukta kalacağı bir rejimin arzusunu dışa vuruyordu.
İşte sonsuz iktidar kapısını aralamak isteyen Erdoğan gözaltı ve tutuklamayı İBB Başkanı Ekrem İmamoğlu’na vardırdı. Bu hamlesi üzerine alttan alta biriken öfke de burada sokaklara döküldü. İki gündür on binler hep bir ağızdan: “Başaramazsınız, darbeyle irademize el koyamazsınız. Hükûmet istifa” sloganları ülkenin dört bir yaninda yankılanmaktadır. Yukarda da vurguladığımız gibi CHP nereye kadar bu konuda dik duracağını kestirmek zor.
Ama başta öğrenci gençliğin ve tüm muhaliflerin bu sokağa çıkma ve geri adim atmaması, aldıkları tüm eylem yasaklarını yerle bir etti. On binler ülkenin her yerinde sokakta. Tamda bu noktada devrimci kurumlara büyük görev ortaya çıkmaktadır. Özelikle birçok Kürt tarafında ifade edilen; “bize olurken seyrediyorlardı, bize ne, ne yapıyorlarsa yapsınlar” vb yaklaşımı çok tehlikelidir. Dün susan, seyirci olanlar bugün sokaktaysa bize düşen onları sarmalayıp daha ileriye taşımak olmalıdır. Şeriatçı faşist tek adam diktatörlüğünü yenmek temel görevimizdir. Dün yoktunuz bugünde biz yokuz demek ancak bize kaybettirir. Faşist saldırganlığa kazandırır.
Diğer yanda başlatılan Kürt sorunu ve PKK’nin silah bırakması süreci faşist diktatörlüğün hesaplarını daha iyi ortaya çıkarmaktadır. Bugün yaşananlarda göstermektedir ki sürecin başını çeken faşist şef Bahçelinin dediği; “Önümüzdeki süreç çok önemli gelişmelere gebe, Türkiye’nin hem iç dengelerini tanzim edip sağlam bir zemine oturtması hem de bölgesel ve küresel dinamikler doğrultusunda kendi güvenliğini kamilen sağlayabilmesi için harekete geçmiştir.” Derken bir anlamıyla tamda bu adımın bir yönü de aslında bugün için olduğu açık ortada.
Ülkede önemli örgütlü bir güç ve politikleşmiş Kürt siyasal hareketini kendisini yanina çekmek, muhalefete koparmaktır. Bun başarılmasa bile bu çatışmalı süreçte bu etkin Kürt toplumsal muhalefeti tarafsız bırakma hamlesidir de. Ki benzer şeyi Gezi başkaldırısında başarmışlardı. Bu kez ayni hataya düşülmeyeceğine inanıyoruz. Sıkışan cihatçı faşist tekçi rejimini hep birlikte alt etmeliyiz.
Şimdi görev dünün hesabını yapmak değil, ama dünden de dersler çıkarıp ortaya çıkan toplumsal direniş ve başkaldırıyı daha ileri mevzilere çekmektir. CHP’nin geri adim atmasını önlemek için kitle baskısını yoğunlaştırmaktır.
Şimdi bu cihatçi faşist rejime karşı hep beraber, ayrımsız sokakları tutmak mücadeleyı ileriye taşımak için görev başına. Umutsuzluğu umuda çevirmek, tek yurek olma zamanı. Geziden çıkardığımız deneyimle hep birlikte barikatlari parçalamaya.
Unutmayalım; ‘’Tek bir kıvılcım, tüm bozkırı tutuşturabilir’’ (Mao) ozaman Newroz ruhuyla barikatları tutşturmaya.
Faşizme karşı hep birlikte, biz kazanacağız…