Avcılık ile ilgili tarihi avcılar değil de aslanlar yazmış olsaydı, herhalde ortaya çok farklı öyküler çıkardı. Ezilenlerin, devrimcilerin mücadelesini hakim sınıfın üyeleri estetize edip sanata uyarladıklarında: Ortaya tahrif edilmiş, itibarsızlaştırılmaya çalışılmış kişiler ve hikayeler piyasaya servis edilir. Örneğin 1950’lere kadar Western filmlerinde Kızılderililer vahşi, beyazları rahat bırakmayan, deri yüzenler olarak gösterilirdi. Oysa deri yüzenlerin beyazlar, katliama uğrayanların da Kızılderililer olduğunu sonradan öğrendik. 2. Dünya Savaşı’nı anlatan film ve belgesellerin çoğu ise, Alman faşizmini yerle yeksan edenlerin ABD ve İngilizler olduğunu bize söyler. Bu film ve belgesellerde Kızıl Ordu yoktur, varsa da vahşi barbarlar olarak gösterilir. Bir de işin diğer yanı var. Mesela Türkiye’de hala Dersim, Maraş, Çorum, Madımak, Gazi, Roboski, Özalp ilçesindeki 33 Kurşun Katliamları üzerine bir iki istisna hariç film çekilmedi. Kendisine aydın diyen, sinemanın toplumsal yönüne vurgu yapan sinemacılar bu alana el atmakta çekingen davranıyorlar. Burası İsveç’miş gibi kişisel sinemanın dışına çıkmıyorlar. Böyle olunca da toplum yakın tarihine yabancı kalıyor. Resmi tarih tezi yerinde duruyor. Devletin kutsallığı imgesi işlenmeye devam ediyor.
Geçenlerde, bir sosyal medyada, solcu bir karikatürist arkadaş, Baader-Meinhof Komplex (2008) filmini şiddetle tavsiye etmiş, çok güzel bir film demişti. Birkaç gün sonra da Baader-Meinhof diye adlandırılan, gerçekte ise adını Japon Kızıl Ordusu’ndan alan Alman Kızıl Ordu Fraksiyonu’nun (RAF) 30 yıldır aranan üyesi Daniela Klette’nin yakalandığını öğrenince, bazı şeyleri tekrar hatırlatmakta fayda gördüm. Önce bahsettiğim film olan, Alman-Çek Cumhuriyeti-Fransa ortak yapımı Baader-Meinhof Komplex’e bakalım.
Hayali Baader-Meinhof
Uli Edel’in çektiği Baader-Meinhof Komplex filmi, 1960’ların sonunda başlayıp, 70’lerin sonuna doğru etkisini kaybetmeye başlayan, Almanya merkezli RAF’ı (Kızıl Ordu Fraksiyonu) anlatmakta. Yönetmen, o döneme aynı tuttuğunu, belgesel sinemanın önemli bir örneğini ortaya koyduğunu belirtiyordu. Film, İran Şahı Rıza Pehlevi’nin Almanya’yı ziyareti sırasında meydana gelen protesto ve sokak gösterileri ile birlikte başlar. 68 Kuşağı’nın Alman öğrenci lideri Rudi Dutschke’nin bir amfide yaptığı ve Vietnam işgaline göndermede bulunduğu konuşma ile işler ısınır. Birden perdede hippi kılıklı gençler görmeye başlarız. İsteyenin istediği ile seviştiği izbe odalarda gençler bir yandan da devrim muhabbeti yapar. Kim mi bu gençler? RAF’ın bir numarası Andreas Baader, üç numarası Gudrun Ensslin ve önemli bir başka isim avukat Hörst Mahler. Toplu seks partilerinden fırsat buldukça kundaklama yaparlar. Bir anda kendinizi Katil Doğanlar filmini izliyor zannedebilirsiniz. Bu psikopat grubun eylemlerini destekleyen bir gazeteci de vardır. Televizyonlarda onları savunan bu gazeteci Ulrike Meinhof’tur. Meinhof iki kız çocuğu annesi mutsuz bir kadın olduğundan RAF’a katılır.
Ne kadar benzer öyküler duyduk değil mi? Dağa giden Kürt gençleri, işsizlikten ve mutsuzluktan gidiyorlar deniliyor yıllardır. RAF ekibi böylece kare ası tamamlamış olur. Zevk için orayı burayı bombalayan bu ekip, işin böyle olmayacağını anlar, silahlı eğitim almak için Ürdün’e giderler. Ama yönetmenimiz, devrimcileri ahlaksız göstermekte ısrarcı olduğu için, bayağı erotizm serpiştirmeyi ihmal etmez. RAF’ın kadın militanları, Arap devrimcilerin de eğitildiği mekânda, anadan doğma güneşlenirler. Silah kullanmayı öğrendikten sonra memlekete dönen gençler yakalanır ve hücrelere yerleştirirler. Lider kadrolar mahkûmdur. Zamanla Ulrike Meinhof, diğer ekip tarafından pasif olduğu için dışlanır. Şahin-güvercin hikâyesini hatırlayın. Gruptan tecrit edilen bunalımdaki Meinhof intihar eder. Dışarıda, Baader ve Ensslin’i kurtarmak için adam kaçırma eylemleri düzenlenir. Bir Alman uçağı kaçırılır ama eylem başarısız olur. Bu başarısızlığı radyoda dinleyen içerideki RAF üyeleri de intihar eder. Yönetmen son sözünü filmin bitişinde genç bir militanın ağzından söyler. Siz onları kafanızda büyütmeyin, onlar intihar ettiler, sonucun böyle olacağını biliyorlardı. Alkolik, melankolik, goşist, psikopat, hedonist bir grubun hazin sonu. Siz siz olun kurulu düzenin dışına çıkmayın. Belgesel tadındaki filme bak sen! Nazilerin SSCB’ne yaptığı Barbarossa Hareketi ile ilgili bir İngiliz belgeseli izliyordum. Aynen şöyle diyordu: “Stalin, acımasızca halkına direnin dedi”. Bir ülke topyekün saldırıya uğruyor, halkına direnin demek acımasızlık oluyor. Hakikatleri tahrif etmenin bolca örneği var.
Gerçek neydi?
RAF hakkında hiçbir bilgisi olmayan biri, o devrimcileri ipe sapa gelmeyen, seks partileri düzenleyen, zevk için adam öldüren psikopatlar olarak bilir. Peki, gerçekler öyle mi? RAF, dünyadaki devrimci mücadeleye paralel ortaya çıkan Alman devrimci bir gruptu. Grubun temelleri 2 Haziran 1967 tarihinde, İran Şahı Pehlevi’nin Almanya’yı ziyareti sırasında yaşanan protestolarla atılır. Alman Hükümeti’nin 70’lerin başında yaptığı bir araştırmaya göre, 30 yaşın altındaki her Alman gencinin 1/3’ü RAF’a sempati besliyordu. Filmde karikatürize edilen, edilgen kadın konumuna indirgenen Ulrike Meinhof, dönemin önemli gazetelerinden Konkret’te yazan tanınmış ve popüler bir yazardı. “Eğer bir taş atılırsa bu kişisel bir suçtur… Ama birden fazla taş atılırsa bu bir politik eylemdir…” diyen, donanımlı bir kadındı. 20 yıl hapis yatan RAF üyesi İrmgard Möller, yıllar sonra yaptığı bir söyleşide, Meinhof’un hiçbir zaman dışlanmadığını, kendisinin intihar etmediğini, öldürülmesine kılıf bulmak için örgüt tarafından izole edildi, bunalıma girdi ve intihar etti yalanının uydurulduğunu söylemişti. İngiliz doktorların yaptığı inceleme sonucunda, Meinhof’un önce öldürülüp, sonra çarşafa asıldığının tespit edildiğini de belirtelim.
RAF, Filistin mücadelesi ile sürekli ittifak halindeydi. 1972 Münih Olimpiyatları sırasında, olimpiyat köyünü basıp, İsrail sporcularını rehin alan Filistinli militanların salıverilmesini istediği mahkûmlar içinde RAF üyeleri de vardı. Çoğu militan Frankfurt’ta bir çatışma sonrası 1 Haziran 1972’de yakalandı. Yakalanan RAF üyeleri hücrelere alındılar. Mahkemelerde kendilerini savunma imkânlarından bile yoksun bırakıldılar. Mahkemeler başlamadan önce, Alman hükümeti Ceza Muhakemeleri Kanununu değiştirdi. Avukatlar bu durumu protesto edip davadan çekildiler. Daha sonra RAF, İşverenler Sendikası Başkanı Schleyer’i kaçırdı. Çok ünlü ve nefret edilen biriydi. II. Dünya Savaşı’nda Çekoslovakya’yı işgal eden kuvvetlerin içindeydi. Hitler’in en güvendiği isim olan Prag Kasabı Heidrich’in asistanıydı. Eski bir Nazi’ydi yani. Almanya’da yürütülen mücadele sırasında da işçi sendikalarına karşı tavırlarıyla, işçilerin haklarının ellerinden alınması için çalışmıştı. RAF onu 11 tutsakla değiş tokuş yapmak amacıyla kaçırmıştı. Bu eylemden sonra, RAF üyeleri ayrı ayrı hücrelere konuldu. Önce Ulrike Meinhof 9 Mayıs 1976’da cezaevinde öldürüldü. Sonrasındaysa, bir gece, 18 Ekim 1977’de İrmgard Möller hariç içerideki tüm üyeler öldürüldü. Möller ise, aldığı bıçak darbeleri sonucu uzun süre tedavi gördü. Aslında çoğu müebbet cezası almıştı ama Alman sermaye sınıfı, onların yaşıyor olmasından bile ürküyordu. RAF, Alman burjuvazisinin en önemli düşmanıydı. Halkı yalanlarla avutan, ABD emperyalizmini Almanlara satan Bild-Zeitung ve diğer gazetelerin karşısında durdu. Peki Alman Kızıl Ordusu’nu bu kadar önemli kılan, gençlerden destek almasını sağlayan neydi? O zaman Yalan Labirenti’ne bakalım.
Yalan Labirenti
Biraz geriye gidelim. Yıl 1958. 2. Dünya Savaşı’nın bitiminin üzerinden 13 yıl geçmiş. Aslında savaşın bitiminden kısa süre sonra yapılan Nürnberg Uluslararası Askeri Ceza Mahkemesi ile Nazi iktidarının ileri gelenlerine cezalar verilmiş, olay kapatılmıştı. Alman toplumu, geçmişi ile yüzleşmek yerine yeni hayata adapte olmaya çalışıyordu. Eski Nazi ileri gelenleri, yeni Almanya’da istihdam ediliyorlardı. Üstelik hala birçok yerde etkililerdi. Kimsenin Auschwitz-Birkenau, Buchenwald, Dachau’de neler yaşandığına dair pek bilgisi yoktu. 1958 yılında muhalif bir gazeteci olan (ki kendisi de Auschwitz’de askerlik yapmış) Thomas Gnielka’nın eski Nazi subaylarından birinin bir okulda öğretmen olduğunu ortaya çıkarması ile yeni bir süreç başlar. Haber, yeni savcılığa başlayan Johann Radmann’ın dikkatini çeker. Nazi döneminde sürgün yaşayan başsavcının izni ile dava açılır ve dava Radmann’a verilir. Soruşturma ilerledikçe, Radmann’ın önüne büyük engeller çıkar. Eski Nazi artıklarının devlet kademesindeki gücünü görünce şok olur. Belge, bilgiye ulaştıkça, davanın ne kadar önemli olduğunu görür.
Savcı Radmann, Nazi iktidarının en alçak adamlarından Dr. Josef Mengele’nin yaptıklarını öğrenir. Adolf Eichmann ile birlikte yaşayan en önemli Nazi suçlusu olan Mengele’nin peşinde düşer. Oysa demokrat olduğu söylenen Şansölye Adenauer’ın bile Mengele’yi dolaylı yoldan koruduğu kulağına çınlatılır. Mengele’nin oltaya takılmayacak kadar büyük olduğunu fark ettiğinde, davayı bırakmayı düşünür. Çünkü bütün kapılar yüzüne kapatılmaktadır. Başsavcı, Radmann’a büyük balıkla değil, sıradan suçlularla uğraşmasını, mahkemeye çıkarmasını ister. Ancak toplum böyle geçmişi ile yüzleşebilir der. Ancak Radmann’ın da geçmişi ile yüzleşmesi gerekmektedir. Bir gün babasının eski bir Nazi üyesi olduğunu öğrenir. Öyle ya, hemen hemen herkesin Nazi olduğu bir dönemde, babasının bu suç ortaklığından azade olması mümkün değildir.
Yalan Labirenti’nde anlatılanlar 1960’larda kalmış bir ikiyüzlülüğe vurgu yaparken, RAF ise bu ikiyüzlülüğü 1970’lere taşır. Çünkü 1980’lerin başına kadar hala birçok eski Nazi, Alman devletinin kilit noktalarında bulunuyordu. 1977 yılında, yani Nazi rejiminden 32 yıl sonra örneğin Alman İşverenler Sendikası Başkanı Schleyer’di. Alman gençliği Nazi mirasını reddediyor, eski Nazilerin sendikalarda, yargıda, eğitimde yer almasından nefret ediyordu. Bu yüzden RAF, Alman gençliği için çekim merkeziydi.
2016 yapımı, yönetmen Giulio Ricciarelli’nin Yalan Labirenti filminde, Alman toplumundan temizlenmeyen Nazizm işlenir. Baader-Meinhof Komplex filmi ise Nazi artıklarını aklar, buna itiraz eden gençliği karikatürize eder. Gerçeği tersyüz etmek isteyenlere cevap verecek birileri her zaman bulunur.
Doğan Durgun
Yeni Yaşam Gazetesi