“İnsanların kendilerini yönetip hatalardan kaçınmayı öğrenebilecekleri,
pratikten başka bir yol var mı? Doğrudan halkın özyönetimine geçmek
dışında bir yol? Bugün en önemli mesele, yalnızca toplumsal konumları itibariyle
tümüyle sermayeye bağlı olan özel görevlilerin devleti yönetebileceği
yolundaki burjuva-entelektüel önyargıdan sıyrılmaktır.”[2]
“Kadın ve politika” denildiğinde, akla ilk gelen kadınların parlamentoda, hükümette, yerel yönetim organlarında ne kadar temsil edildiğidir. Meşrebe göre, bu konuda oranlar verilir, yıllar içerisinde ülkenin ne kadar ileri (ya da geri) gittiği, kadınların durumunun geçmişe göre ne denli iyi ya da kötü olduğu vurgulanır, ülkenin diğer ülkelere göre durumu, yine istatistiksel olarak gözler önüne serilir. Örneğin:
“Birleşmiş Milletler Kadın Birimi (UN Women) ve Parlamentolar Arası Birlik (IPU) tarafından 2005’ten beri hazırlanan ‘Siyasette Kadın Haritası’nın 2020 yılı verileri açıklandı. Devlet yönetiminde kadınların küresel dağılımını ortaya koyan haritaya göre; parlamentolarda erkek oranı yüzde 75’i aşıyor ve kadın temsili ise yüzde 24.9 düzeyinde.
Kadınların güçlenmesi ve toplumsal cinsiyet eşitliği konusunda en önemli yol haritası olan Pekin Deklarasyonu ve Eylem Platformu’nun 25’inci yıl dönümüne özel olarak yayınlanan 2020 haritası, parlamentolarda kadın oranının artış gösterdiğini fakat bunun yetersiz olduğunu ortaya koyuyor. Küresel olarak parlamentolardaki kadın milletvekili oranı 2020 yılında yüzde 24.9 ile en yüksek düzeye ulaştı. Dünya sıralamasında 2019 yılında 120’nci sırada yer alan Türkiye, 2020 haritasında 122’nci sırada yer aldı. Türkiye, 2017 yılı haritasında ise yüzde 14.9 ile 132’nci sıradaydı.”[3]
Bu tür saptamaların ardından, genellikle kadınların politikaya katılımını sağlayacak önlemler sıralanır: eğitim, düzenlemeler, kota, toplumlardaki ataerkil geleneklerin değiştirilmesi vb…
Aslına bakılırsa, BM ve onunla bağlantılı çalışan resmî ya da gayrıresmî kuruluşlar, bu konuda gayet profesyonel istatistik, gösterge, tablo teknikleri geliştirmiş durumda. Her yıl, ülkeler (ya da bölgeler) temelinde kadınların siyasete katılımı konusunda (çoğunlukla yönetici özetlerini de içeren – yöneticilerin uzun uzadıya raporları okuyacak zamanları yoktur!) çeşitli raporlar hazırlanır, kadınların politikaya katılımı konusunda uluslararası referans çerçevesini oluşturan CEDAW ilkeleri ya da Pekin Konferansı hedeflerine ne denli yaklaşıldığı – ya da uzaklaşıldığı- konusunda saptamalarda bulunulur.
Kuşe kâğıda basılıp, periyodik olarak düzenlenen zirvelerde, konferanslarda, sempozyumlarda vb. hükümet yetkililerine, STÖ temsilcilerine, akademisyenlere vb. dağıtılan, internet sitelerinde paylaşılan bu raporlar bir işe yarar mı bilinmez; çünkü BM ya da benzeri uluslararası kuruluşların kararlarının çoğu -özellikle sosyal konularla ilgili olanlar- “tavsiye” niteliğindedir, bağlayıcılıktan yoksundur ve herhangi bir yaptırıma tabi değildir. Toplantıların sonunda alınan kararların altına imza atan devletlerin dahi -belki uluslararası fotoğrafta yer alabilmek, kendi kamuoylarını oyalamak vb. nedenlerle benimseyebilecekleri birkaç palyatif düzenleme dışında- imzalarına bağlı kalma yükümlülükleri yoktur… Bunun yakın bir örneğini, Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesinde yaşamadık mı? BM ve onun Kadınlara Karşı Ayırımcılığın Tasfiyesi Komitesi (CEDAW), hükümetin kararı karşısında kaygılarını dile getirmekle yetindiler sadece[4]… İmzacı devletlerin bazıları da bu konuda kaygılarını açıklayan birkaç cümlenin ötesinde bir tepki göstermedi. Türkiye Cumhuriyeti devleti, İstanbul Sözleşmesi’nden çekildiği için hiçbir yaptırımla karşılaşmadı!
Yalnızca Türkiye’nin İstanbul Sözleşmesi’nden çekilmesi değil; söz konusu sosyal haklar, özellikle de kadın hakları olduğunda, sürecin rölantide işlemesi karşısında “kulağının üzerine yatıyor”, taraflar. Örneğin, “eşit işe eşit ücret” Avrupa Ekonomik Topluluğu’nun (AET) kuruluşunda (1957) benimsenen bir ilke olmasına [ve örneğin ABD’de Eşit Haklar Yasası (ERA) çerçevesinde 1964’den beri yürürlükte olmasına] karşın, kadınlarla erkekler arasındaki ücret uçurumunun ancak 2069’da kapanabileceğinden söz ediyor, ilgililer![5]
Bunlara karşın kabul etmeli ki, kadınların parlamento ve hükümetlerdeki temsili, tedrici de olsa bir artış gösteriyor. 1995 yılında kadın milletvekilleri tüm dünya parlamentolarında yüzde 11.3’lük bir yer tutarken, 2011’de bu oran yüzde 21.8’e tırmanmıştı. 2020’ye gelindiğinde ise, kadın parlamenterlerin oranı yüzde 24.9’a ulaştı. 1960’ta Afrikalı yasama üyelerinin yalnızca yüzde biri kadınken, bu oran günümüzde yüzde yirmi dolaylarında… Dahası, 1980’lerden bu yana, devlet ya da hükümet başkanlığı görevlerini üstlenen kadınların sayısında artış var. Üstelik yalnızca Batı ülkelerinde değil: Liberya, Malawi, Bangladeş, Tayland, Hindistan, Brezilya, Arjantin, Kosta Rika, Trinidad ve Tobago ve dahi Türkiye kadın devlet başkanları ve/veya başbakanlar gördü. Güney Afrika Cumhuriyeti ve Cape Verde kabinelerinde kadın bakanlar sırasıyla yüzde 40 ve 47 oranında temsil ediliyor.[6]
Ne ki, kadın parlamenter, bakan ya da hükümet ve/veya devlet başkanlarının çoğalması, kadınların konumlarının güçlendiği, eşitsizliklerin giderilmesi yönünde mesafe alındığı vb. anlamına gelmiyor pek.
Coğrafyamızdan bir örnekle açıklayayım. 2002’den bu yana iktidarda olan AKP, her dönem saflarında kadın parlamenter bulundurmaya özen göstermiştir. Her ne kadar Recep Tayyip Erdoğan’ın “Sembolik de olsa bayan milletvekillerinden iki tanesini şöyle alalım”[7] lapsus’u bu özenin motiflerini net bir biçimde açığa çıkarsa da, kadın-erkek eşitliğine inanmadığını her fırsatta tekrarlayan bir başkan için şaşırtıcı sayıda kadın parlamenter -hatta birkaç da bakan- sokmuştur AKP meclise…
Bu duruma kadınlar olarak sevinmeli miyiz?
Buna dilerseniz iktidar partisinin kadın vekillerinin icraatlarına bakarak karar verelim. Yalnızca son dönem vekillerini alıyorum.
2018 seçimlerinde AKP listesinden 39 kadın, milletvekili olmuştu. Bunlardan beş tanesi (Jülide Sarıeroğlu, Lütfiye Selva Çam, Alev Dedegil, İlknur İnceöz, Çiğdem Karaaslan) yemin dışında hiç kürsüye çıkmadılar, önerge vermediler, yani ne kadınlar, ne çevre, ne sağlık, ne emekliler, ne çocuklar… hiç kimseye bir faydaları dokunmadı… Yine AKP’li vekillerden Seda Nur Çelik, Sermin Balık, Emine Nur Günay, Canan Kalsın, Gülay Samancı, Meliha Akyol ise 2021 yılı boyunca suskun kaldı.[8]
Ama Meclis kürsüsünden konuşsun-konuşmasın, kadın parlamenterlerin bir kısmı başka işler yaptılar. İşte marifetlerinden bazıları…
- İlknur İnceöz (Aksaray): CHP Aksaray İl Başkanı Ali Abbas Ertürk’e göre, İnceöz’ün danışmanı Tolgahan ve Alparslan Öztürk kardeşlere 27 milyon TL değerinde 200 dönümlük arsa tahsis edildi.[9]
- Asuman Erdoğan (Ankara): “AKP’li Eyüpsultan Belediyesi, Kemerburgaz’daki iki arsayı AKP Ankara Milletvekili Asuman Erdoğan’ın eşi Fatih Erdoğan’a ait inşaat şirketine sattı. Arsalar toplam 1 milyar 774 milyon liraya Pasifik İnşaat’ın oldu.”[10]
- Sena Nur Çelik (Antalya): “AKP Antalya milletvekili Sena Nur Çelik, TEM otoyolunda meydana gelen bir kazaya müdahale eden sağlık emekçilerine son sürat hızla kullandığı aracıyla çarptı. Kaza sonrası sağlık emekçileri yaralanırken, polis sağlık emekçilerini suçlayan bir tutanağa imza atarak şaşırtmadı.”[11]
- Zehra Taşkesenlioğlu (Erzurum): Erkek kardeşi Ali Fuat Taşkesenlioğlu, Halkbank ve SPK başkanlığı görevlerine getirildi.[12]
- Ravza Kavakçı (İstanbul): “Bilgisayar mühendisi Kavakçı, METRO A.Ş’nin Tasarım Hizmetleri Müdürlüğü’nde işe başladı. AKP elindeki belediye, aynı günlerde jet hızıyla burs verip ABD’ye doktoraya gönderdi. Kavakçı’ya, belli ki çalışması için değil, burs için iş bulunmuştu.”[13]
- Fatma Betül Sayan Kaya (İstanbul): Ravza Kavakçı gibi İstanbul Büyükşehir Belediyesi’nden aldığı bursla ABD’de eğitime gitti.[14]
- Öznur Çalık (Malatya): “Maden İşleri Genel Müdürlüğü’nün Samsun’da yaptığı 3 maden arama sahası ihalesini Çalık Holding iştiraklerinden Lidya Madencilik Sanayi ve Ticaret Anonim Şirketi ve Yıldırım Holding iştiraklerinden Yılkrom Maden ve Enerji Yatırım Ticaret Anonim Şirketi kazandı.
İhaleyi kazanan Çalık Holding’in sahibi Ahmet Çalık’ın gelini AKP Malatya Milletvekili Öznur Çalık’ın Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın şemsiye ile yürürken çekilen fotoğrafını paylaşıp duygularını dile getirdi.”[15]
- Çiğdem Karaarslan (Samsun): “Yassıada ve Sivriada’nın Turizm- Kültürel Tesis Alanı olarak ilan edilmesinden sonra adaların yap- işlet- devret modeliyle TOBB’a tahsis edilmesi sonucu hazırlanan otel, kongre merkezi, liman ve diğer turistik tesislerin mimari çizimini AKP Samsun Milletvekili Çiğdem Karaslan’ın eşiyle ortak olduğu Arme Concept şirketi gerçekleştirdi.”[16]
- Bahar Ayvazoğlu (Trabzon): Eşi Ali Ayvazoğlu, Trabzon Belediyesi’ne bağlı TRABEL şirketinde işçi kadrosunda çalışırken, önce Trabzon, ardından da Ankara Kültür ve Turizm İl Müdürü oldu.[17]
Burada durup sormak gerekir; parlamentonun iktidar(lar) eliyle ihale takipçiliği, nüfuz ticareti ve kliyental ilişkiler, eş-dost kayırmacılığı mekânına dönüştüğü yerde politika “seçme-seçilme yetisi” ile sınırlanabilir mi?
Adını koymak gerek: günümüzde Türkiye’de (ve dünyanın pek çok bölgesinde) yürürlükte olan siyasal sistem, “demokrasi” kavramının içeriğinin boşaltıldığı, formelleştirildiği, bir “fars”a dönüştüğü “neoliberal demokrasi”dir. Önceki demokrasi uygulamalarının niteliğine ilişkin tartışmalar bir yana, hâl-i hazırda demokrasi kavramı bir sistem krizinin kurbanıdır.
Ayers ve Saad-Filho’ya müracaatla açımlayayım: “SSCB’nin çöküşü öncesinden bu yana, Batılı devletler, bu modeli sistemli biçimde dünyanın kimi sömürge-sonrası (ya da ‘gelişmekte olan’) bölgelerine (ama tümüne değil) ve eski ‘sosyalist’ devletlere dayattılar; öyle ki, ‘demokrasi promosyonu’ ‘Soğuk Savaş sonrası politikanın özü’ sayılacaktı. (…) Bu model benlik ve topluma ilişkin bireyci, formel olarak eşitlikçi, kapitalist, ilerlemeci ve evrenselci bir kavrayışa sahiptir. Siyasal topluluk üç alanın oluşturduğu ulus-devlet olarak anlaşılır – neoliberal ‘minimal’ ve ‘tarafsız’ devlet, neoliberal kamusal alan (‘sivil toplum’) ve neoliberal birey (‘benlik’). Bu görüş, demokrasiyi ‘bir toplum çeşidi ya da bir ahlaksal amaçlar dizisi’ olarak değil, ‘siyasal partiler hâlinde dizilmiş iki ya da daha fazla sayıda kendinden-menkul politikacı dizisinin, kendilerine bir dahaki seçime dek yönetme yetkisi verecek oylar için birbiriyle rekabet ettiği’ hükümetleri seçme ve yetkilendirme mekanizması olarak kavramsallaştırır. (…)
Bu model, neoliberalizmin yükselişiyle sıkı sıkıya bağıntılıdır. Neoliberalizm (ideolojik “bırakınız yapsınlar” kisvesiyle ifade edilen) piyasa yönelimli siyasal eğilimlerle kişisel ve sivil özgürlüklere yönelik liberal-olmayan politikaları mahremiyet ve kolektif eylem üzerinde artan kısıtlamaları içerecek şekilde kaynaştırır – bu eğilim 2001’den bu yana başat hâle geldi. (…) Bu projenin krizi, özellikle sömürge-sonrası dünyada artan küresel istikrarsızlık, ‘sahte’ ya da ‘liberal-olmayan’ demokrasiler ve seçimle işbaşına gelen otoriter rejimler, müflis devletler, iç savaşlar ve terörizm ile açığa çıkmaktadır. (…)
Konvansiyonel demokrasinin sınırlılıkları, geniş kitlelerin, iktisadi ve siyasal kaygılarına hitap edemeyen birbirinden farksız siyasal partileri iktidara taşıyan seçim ayinlerini reddettiği, ‘ileri’ Batı’da da kaygı uyandırıyor. Pek çok ülkede politikanın neoliberalizm umdeleri çevresinde yoğunlaşması siyasal piyasada ‘özgür’ seçim görüntüsünü boşa çıkartarak anomiye, aşırı sağın büyümesine ve politikacıların ‘yalnızca almak için orada olduğu’ izlenimine yol açıyor.[18]
BM ve benze kuruluşların (IMF, DB, AB, bölgesel kalkınma ajansları…) kadınları siyasal katılıma çağırdığı ve bu konuda çaba sarf etmeye başladığı kesit, tam da demokrasi kavramının neoliberal versiyonunda çürümeye koyulduğu zaman dilimidir… Kadınların ülkelerinin parlamentosunda, hükümet organlarında ve yönetiminde daha etkin olmaya teşvik, hükümetlerin “uluslararası toplum” nezdinde saygınlık ve kredi(bilite)lerini arttırmak istiyorlarsa benimsemeye davet edildiği, Batı toplumlarında yönetimlerde teknokratlaşma, otoriterleşme, oy verme davranışında emsali görülmemiş bir kayıtsızlık, Batı-dışı coğrafyalarda ise yolsuzluk, nepotizm, seçilmiş diktatörlükler olarak tezahür eden “bu” (neoliberal) demokrasidir. AKP’li kadın vekillerin (erkek meslektaşlarıyla koşut olarak) tadını çıkardıkları demokrasi de budur…
Bu durumda, “kadınlar parlamentoda daha fazla temsil ediliyorlar, bakan, hatta başbakan, devlet başkanı oluyorlar” diye sevinmeli mi? Örneğin Fransa’da neo-faşist Marine Le Pen’in neredeyse “kıl payı” seçim yenilgisi kadın hareketi açısından bir “kayıp” mıdır?
Öte yandan, doğa gibi siyaset de boşluk tanımaz. Siyasal partilerin etkisizleştiği, parlamenter demokrasilerin bir farsa dönüştüğü, iktidar olanaklarının eş-dost kapitalizmine peşkeş çekildiği koşullarda ezilenler sokağın siyasetine yönelirken, siyasete de yeni bir tanım getiriyorlar… “Yasalar sokakta yazılır”, diyor bir kadın örgütünün çok beğendiğim sloganı. Statükocu politikadan düş kırıklığına uğramış, ancak çeşitli nedenlerle iktidar perspektifini yitirmiş kitleler, sokağa yöneliyorlar.
Aslına bakılırsa, 20. yüzyılın sonlarından bu yana etkisini giderek daha yoğun bir biçimde hissettiren sokak hareketleri (Zapatista ayaklanması, Seattle, Cenova, Wall Street’i İşgal Et, Gezi Ayaklanması, “Arap Baharı”, 2019’da neredeyse tüm dünyayı saran isyan dalgası…) “kadın ve politika” konusunda konuşmak için daha elverişli bir zemin oluşturmakta… Çünkü kadınlar, dünyanın her yerinde bu “dipten gelen dalga”nın ön saflarında aldılar yerlerini. Üstelik de BM ya da benzeri kuruluşların “davet”i olmaksızın… Tekrar ediyorum, yalnızca uzun süreli feminist deneyimin cesaretlendirdiği Batı coğrafyasında, ya da erkek göçünün kadınları ailenin esas “ekmek sağlayıcısı” kılarak özgüvenlerini beslediği Latin Amerika’da değil, dinsel ve örfî yasaların varoluşlarını “özel alan”la sınırladığı İslâm coğrafyası dâhil olmak üzere, “dünyanın her yerinde”… Sudan’da diktatör Beşir’e karşı ayaklanmada, bir arabanın üzerinde, beyaz giysileriyle çevresini saran kitleye “mermi öldürmez, sessizlik öldürür!”[19] diye haykıran Alaa Salah’ın görüntüsü belleklerimize kazınmadı mı?
İran’daki, hayat pahalılığı protestosuyla başlayıp diktatörlüğe karşı bir ayaklanmaya dönüşen 2017-18 ayaklanmalarına aynı solukta bedenleri üzerinde tasarruf yetkisini şeriat devletinin elinden geri almak isteyen kadınların türbanlarından sıyrılan görüntüleri damgasını vurmadı mı? Protestolar sırasında devlet güçleri tarafından öldürülen 1500 kişinin 400 kadarı kadın değil miydi?
Hindistan’ın “uysallları” Müslüman kadınlar, kendilerini yurttaşlık sınırları dışına sürme riski taşıyan yeni yurttaşlık yasasına karşı Delhi’nin güneyindeki Shaheen Bagh yolunu haftalar boyu işgal edip trafiğe kapatmadılar, söylevler verip, yerlere grafitiler çizmediler, şarkılar söyleyip, ortak mutfaklarında yemek pişirip paylaşmadılar mı?
Ya da Türkiye’yi sarsan Gezi ayaklanmasında, kadınlar ön saflarda değiller miydi?
Beyrut Saint Joseph Üniversitesi’nden Dr. İlham Makki Hammadi, 2019 Irak protestoları konusunda şunları yazıyor:
“2003’de birbirini izleyen hükümetlere karşı protestoların başlamasından bu yana şiddet ve güvensizlikle karakterize olan koşullarda, kadınların protestolara katılımları sürekli artıyor ve Ekim 2019 protestolarında büyük bir güç ve cesaret sergilediler. Bu kadınlar tipik toplumsal cinsiyet normlarına ve kendilerine yönelik doğrudan ve yapılanmış siyasal şiddete meydan okudular. Kadınların Ekim protestolarına katılımı siyasal ve partizan çerçevenin, ama aynı zamanda genelde sivil toplum örgütlenmesi çerçevesinin dışındaydı. Irak toplumunun geniş kesimlerinin ekonomik koşullarının kötüleşmesine, hükümetin tüm organlarına yayılan yolsuzluklara ve yasadışı silahlı fraksiyonların (milis grupları) kırılgan siyasetine karşı devrimci protesto sloganları haykırdılar. Ama aynı zamanda kadınlar, özellikle de genç kadınlar eşit haklar talep edip toplumsal cinsiyet ilişki ve dinamiklerine meydan okudular ve ataerki ile onun kadınların aktif siyasal katılımcılar olamayacağına dair kavrayışını sarstılar. Ekim 2019 boyunca kadınlar ve kızlar kadınların toplumdaki varlığını özel alanla sınırlayan geleneksel nosyonlara meydan okudu. Güvenlik güçlerinin aşırı güç kullanmasına ve kadınlara yönelik toplumsal cinsiyet temelli şiddete rağmen, katılımları düzenli biçimde arttı ve en zor zamanlarda protestolara güç verdiler…”[20]
Evet, günümüzde kadınlar ekonomik krizin faturasını sürekli olarak emekçilere yükleyen küresel neoliberal talana ve çürüyen, çürürken de otoriterleşen siyasete karşı yükselen halk direnişlerine ön saflarda katılıyorlar. Ve bu küresel ekmek ve özgürlük kavgasına kendi taleplerini de katmasını biliyorlar. Bedenleri, emekleri ve kimlikleri üzerindeki ataerkil müsadereye son vererek kendi yazgılarını ele alma mücadelelerini, emeğin/emekçilerin kavgasına katıyorlar.
Emek, beden ve kimlik: Bu nedenledir ki kadınların bedenlerine yönelik suçların en yüksek olduğu bölgelerden biri olan Latin Amerika’da kadın mücadelesi şiddet, tecavüz ve kadın cinayetlerine karşı bir kalkışma görünümü alırken, kadın ücretlerinin açlık sınırında seyrettiği Güney Asya kadın emekçilerin grevleri ve sokak eylemleriyle sarsılıyor. Ve Orta Doğulu kadınlar kendilerini domestik alana mahkûm kılan siyasal İslâmcı demagojilere karşı, kamusal kimliklerini kazanma çabasını sürdürüyorlar, yerel diktatörlerine karşı direnirken…
Dedim ya, sokak günümüzde “kadın ve siyaset”ten söz etmenin elverişli mekânını oluşturmakta…
Çünkü iktidarların ne yapsa ehlîleştiremediği, hiçbir zaman tam denetim altına alamayacağı mekânlardır sokaklar. Parlamentolar, medya, hatta STÖ’ler gibi sınırları çizilemez, yasalarla, tüzüklerle, yönetmeliklerle bağlanamaz. Sokağın ne yapacağı belli olmaz, tekinsizdirler…
Ve kitleler taleplerini, itirazlarını sokaklarda dile getirirler. Diktatörleri sokakta devirir, rejimleri sokakta değiştirirler.
Ve yüzyıllardır… belki de ilk kentlerin kurulmasından, yani “uygarlığın” başlangıcından bu yana sokaklardan men edilmeye çalışılan kadınlar, günümüzde sokakları, meydanları geri kazanmak için harekete geçmiş durumda. Mitingler örgütlüyor, megafon elde, kitleleri coşturuyor, afişleme yapıyor, bildiri dağıtıyor, basın açıklamaları yapıyor, grev çadırları önünde halay çekiyor, barikatlarda çatışıyorlar. Bunları yaparken de siyaset yapmanın yeni yollarını açıyorlar kendilerine. Miting, grev komitelerinde sözlerini esirgemiyor, emeği, hayatı savunan örgütlenmelerin yönetiminde yer alıyorlar. Bir daha asla evlerine kapanmayacakları, mutfağa mahkûm olmayacakları, hayatın örgütlenmesine erkeklerin eşitleri olarak katılacakları, tüm karar alma düzlemlerinde eşitler olarak yerlerini alacakları, bedenlerini, kimliklerini, emeklerini kimseye istismar ettirmeyecekleri, eşit ve özgür bir dünya kurmayı hedefleyen bir siyasetin örgütlenmesinde yer alıyorlar, sözün özü… İktidar(lar)a başkaldırırken sınıf kardeşlerini, tüm ezilen ve sömürülenlerin ataerkiyle biçimlenmiş değer yargılarını da dönüştürüyorlar.
V. İ. Lenin’in “Devrim kadının mutfaktan çıkıp ülke yönetmesidir,” sözü tam da bu kadın kalkışmasında hayat buluyor…
SİBEL ÖZBUDUN
N O T L A R
[1] Dersim Belediyesi’nin 21-23 Mayıs 2022 tarihleri arasında düzenlediği Kadın Çalıştayı’nın “Kadın ve Siyaset” başlıklı oturumunda yapılan sunum… Newroz, Haziran 2022…
[2] V. I. U. Lenin, “The Proletariat can wield State Power”, https://www.marxists.org/archive/cliff/ works/1976/lenin2/ch18.htm.
[3] “Siyasette kadın temsili yüzde 24.9”, Eşit Adımlar, 18 Mart 2020, http://www.skdturkiye.org/esit-adimlar/yakin-plan/siyasette-kadin-temsili-yuzde-249.
[4] Bkz. “UN Joint Statement in response to Turkey’s withdrawal from Istanbul Convention”, https://turkey.un.org/en/122727-un-joint-statement-response-turkeys-withdrawal-istanbul-convention ve “UN women’s rights committee urges Turkey to reconsider withdrawal from Istanbul Convention as decision takes effect”, https://www.ohchr.org/en/press-releases/2021/07/un-womens-rights-committee-urges-turkey-reconsider-withdrawal-istanbul?LangID=E&NewsID=27242
[5] “Take Five: At the current rate of progress, no equal pay until 2069”, UN Women, 24 Şubat 2017, https://www.unwomen.org/en/news/stories/2017/2/take-five-chidi-king-equal-pay
[6] Megan Alexandra Dersnah, “Women in Political and Public Life. Global Report for the Working Group on the issue of discrimination against women in law and in practice” https://www.coursehero.com/file/69491975/WG-Global-1docx/
[7] Kartal Lütfü Kırdar Şehir Hastanesi açılışındaki konuşmasında. Bkz. “Erdoğan: ‘Sembolik de olsa bayan milletvekillerinden iki tanesini şöyle alalım’, Dokuz8 haber, 4 Temmuz 2020, https://www.dokuz8haber.net/erdogan-sembolik-de-olsa-bayan-milletvekillerinden-iki-tanesini-soyle-alalim
[8] Hüseyin Şimşek, “Meclis’in hayalet vekilleri: 79 milletvekili bir yıl hiç çalışmadı”, Birgün,7 Aralık 2021, https://www.birgun.net/haber/meclis-in-hayalet-vekilleri-79-milletvekili-bir-yil-hic-calismadi-368365
[9] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/chpli-baskan-akpli-vekilin-yakinina-olmayan-bir-yontem-ile-arsa-ayrilmis-1899436
[10] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/ihale-sampiyonu-1-milyar-degerindeki-arazi-akpli-vekil-erdoganin-esine-gitti-1893154
[11] http://haber.sol.org.tr/…uyordu-polis-sucluyu-buldu
[12] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/sermaye-piyasasi-kurulundaki-gorev-degisiminin-arka-plani-kayinbiraderin-paylasimlari-dikkat-cekiyor-1927366
[13] https://www.habererk.com/genel/kavakci-ailesinin-bilinmeyen-dayilari-h133549.html
[14] https://www.cumhuriyet.com.tr/turkiye/baris-terkoglu-yazdi-akpli-betul-sayan-kaya-ibbden-binlerce-dolar-almis-1904024
[15] https://www.cumhuriyet.com.tr/haber/ihaleyi-kapti-paylasimi-yapti-1768039
[16] http://mimdap.org/2015/07/her-projenin-altyndan-o-cykyyor/
[17] https://www.cafemedyam.com/2020/06/18/saygi-ozturk-yazdi-trabzon-boyle-bir-yukselis-gormedi/
[18] Alison J. Ayers ve Alfredo Saad-Filho, “Democracy against Neoliberalism: Paradoxes, Limitations, Transcendence”, Critical Sociology, 2015, c. 4 (4-5), s. 598
[19] “Sudan’daki gösterilere Alaa Salah damgasını vurdu”, Habertürk, 12.04.2019. https://www.haberturk.com/sudan-daki-gosterilere-alaa-salah-damga-vurdu-2430898
[20] Dr. Ilham Makki Hammadi, “Women Participation in October 2019 Protests A problematical existence issue in the public sphere” Al Adab, DOI: 10.31973/aj.v3i138.1762. https://aladabj.uobaghdad.edu.iq/index.php/aladabjournal/article/view/1762