1970 tutukluluğum… Ben İstanbul’dan iki arkadaşım da Diyarbekir’den Ankara’ya getirildik.
(…) Malum, savcının isteği, daha evvel klasikleşmiş ve alışılmış Kürdlere idam ananesiydi.
İdamlarımız isteniyordu.
Sabahleyin bahçeye çıktık. Hüseyin Cevahir beni gördü boynuma atıldı, öpüştük. Kendisi ve on iki Dev-Genç’li arkadaşı da tutukluydu. Ne yiyeceğimi sordu. “Vallahi bilmiyorum” dedim.
Bir hazırlığımız yok. “Aman ağabey bizimle yersiniz. Eğer çok kalırsanız sizi bizim koğuşa alırız”dedi. Öğlen ve akşam yemeklerini beraber yemeğe başladık. Çocuklar, hapishane idaresinin verdiği yemeği hapishane tabirince terbiye ediyorlardı. Bunun yanında hapishane lokantasından köfte, karnıyarık ve lokma alıp yemeğimize ek olarak yiyorduk. Birkaç böyle yedik Hüseyin’e dedim ki, “Kardeşim, siz talebesiniz, bu yemekleri para ile alıyorsunuz. Halbuki bizim üçümüzün de parası var; ne diye bizden para almıyorsunuz?” Hüseyin böyle düşünmüş olmama sevindi, mahçup mahçup gülümseyerek, “Ağabey, paramız da vallahi bir günlük kalmıştı; ne yapacağımızı bilmiyorduk”, dedi. Ben Tarık Canip’ten bir miktar para aldım kendim de üstüne ekleyerek Hüseyin’e verdim. O ara ODTÜ’de Deniz Gezmiş’in de başını çektiği bir panel düzenlenmişti. Panelde, Kürt meselesinin nasıl ortaya konması gerektiği konusunda görüşlerimizi sordular. Biz Hüseyin ile beraber bir yazı hazırladık.
Panelde alkışlar arasında okundu ve kabul gördü.
(…) Hapishanede uzun kalmadık. On beş gün sonra tahliyemize karar verildi. Ayrılırken hem biz hem de Hüseyin ve arkadaşları ile tüm tutuklular cidden çok üzüldük.
(Musa Anter. Hatıralarım. Sayfa 216.)