MEŞRUİYETİN ÇÖKÜŞÜ VE DÜZENİN ÇIKMAZI

Emperyalizmin gölgesinde sıkışan iktidar ve düzen muhalefetinin iflası. Emperyalizmin onayıyla iktidarının meşruiyetini sağlama çabaları.

Emperyalizmin dayattığı politik hatlarla varlığını sürdürmeye çalışan iktidar, artık kendi tabanı nezdinde dahi meşruiyetini yitirmiş durumdadır. Ülke tarihinin en ağır ekonomik krizlerinden biri yaşanırken, siyasal iktidar içeride baskı, dışarıda ise emperyalizme bağımlılık üzerinden nefes almaya çalışmaktadır. Ancak bu nefes, halkın boğazına çökmüş bir düzenin çırpınış nefesidir.

Bugün iktidarın dış politikadaki her hamlesi, ABD emperyalizminin onayıyla şekillenmektedir. Ekonomik krizin derinliği, ülkenin bütün kaynaklarının uluslararası sermayeye rehin verilmesi anlamına gelmektedir. Yönetici sınıf, içeride meşruiyet üretemediği her anı, dışarıdan alınan destekle telafi etmeye çalışmaktadır. Bu durum yalnızca siyasi zayıflığın değil, aynı zamanda ideolojik bir iflasın göstergesidir.

İktidarın meşruiyet arayışı artık kendi sınıfsal karakteriyle çelişmektedir. Halktan kopmuş, yoksulluğu ve açlığı derinleştiren bir düzenin meşruiyet arayışı beyhudedir. O yüzden burjuva iktidar, emperyalizmin kapısında “onay” ararken, içeride muhalefet partileriyle verdiği sahte birlik pozlarıyla topluma “iç cephe” görüntüsü sunmak istemektedir. Bu, yalnızca çöken bir iktidarın meşruiyet satın alma çabasıdır.

Düzen Muhalefetinin İflası

Bugün bu tablo yalnızca iktidarın kriziyle sınırlı değildir. Düzen muhalefeti de aynı meşruiyet oyununa dâhildir. Krizin faturasını ödeyen halk, bu sahte birlik görüntülerini artık inandırıcı bulmamaktadır.

Açlık, işsizlik, barınma sorunu ve geleceksizlik cenderesinde yaşayan milyonlar, siyaset sahnesindeki bu dostane pozları bir “normalleşme” değil, ihanete yakın bir sessizlik olarak algılamaktadır.

Halk, kendisini temsil etmeyen bu siyaset tarzından giderek uzaklaşmakta, radikalleşen bir öfke biriktirmektedir.

Bu öfkenin kaynağı yalnızca ekonomik yıkım değil, aynı zamanda düzenin tüm partilerinin halktan kopuk oluşudur.

Burjuva siyaset, kendi varlığını halkın tepkisini denetim altında tutmak üzerine kurmuştur.

Fakat artık bu mekanizma işlememektedir. Halk, siyasal elitlerin birbirine verdiği pozlarla değil, kendi yaşam gerçekliğiyle hareket ediyor. Bu yüzden meşruiyet tartışması, yalnızca iktidarın değil, tüm düzen partilerinin ortak krizidir.

Barış Süreci: Meşruiyetin Maskesi

Bugün bu krizin bir başka boyutu, Cumhur İttifakı ile buna utangaçça eklemlenen düzen muhalefeti unsurlarının yarattığı ikiyüzlü tablodur.

Devletin “terörsüz Türkiye” adı altında yürüttüğü kampanya, gerçekte Kürt halkının siyasal taleplerini bastırmaya ve tüm toplumu şoven bir “birlik” söylemiyle hizaya getirmeye yöneliktir.

Bu politik hat, yalnızca baskının değil, aynı zamanda meşruiyet üretme çabasının da aracıdır.

Burjuva düzen, toplumsal öfkeyi “terörle mücadele” yalanıyla soğurarak kendi varlığını yeniden üretmektedir.

Kürt hareketi cephesinde ise, yıllardır “Barış ve Demokratik Toplum Süreci” adı altında sürdürülen arayışlar, faşist sistemin yeniden tahkim edilmesinde bir enstrümana dönüştürülmüştür.

Rejim, çözemediği toplumsal çelişkileri “barış masaları” üzerinden soğurarak, kendi meşruiyetini bu diyalog görüntüleriyle onarmaya çalışmaktadır.

Böylece iktidar hem içerideki baskı politikalarını perdelemekte hem de uluslararası arenada “normalleşme” mesajları vererek emperyalizmin onayını tazelemektedir.

Fakat bu süreç, iktidarın olduğu kadar “Barış Süreci” retoriğini sorgulamadan sürdürenlerin de halkın gözündeki meşruiyetini zedelemiştir.

Çünkü barış; emperyalizmin gölgesinde, faşist bir devletin dayattığı sınırlar içinde kurulamaz.

Gerçek barış, halkların eşitliği ve özgürlüğü temelinde, sömürü ve zulmün ortadan kalktığı bir devrimci dönüşümle mümkündür.

Bugün bu gerçeği görmeyen her siyasal aktör, rejimin meşruiyet arayışına malzeme olmaktadır.

Meşruiyet Krizi Derinleşiyor

Sistemin temsilcileri, ABD’den alınan onayla, Meclis’te verilen fotoğraflarla, medya üzerinden yürütülen algı operasyonlarıyla iktidarlarını yeniden üretmeye çalışsalar da derinleşen sınıf çelişkileri bu çabaları boşa çıkarmaktadır. Artık sorun, kimin daha “meşru” olduğu değil bu düzenin kendisinin gayrimeşru hale gelmiş olmasıdır.

Devrimci siyaset açısından mesele, bu tarihsel momentin farkına vararak halkın biriken öfkesini örgütlü bir güce dönüştürmektir. Emperyalizme bağımlı, halk düşmanı bu düzenin iç çatışmaları bir çözüm üretmeyecektir.

Gerçek çözüm, meşruiyetini emperyalizmden değil, halktan alan, sömürüye, yoksulluğa ve teslimiyete son veren devrimci bir halk iktidarının inşasındadır.

Bugün rejimin aradığı meşruiyet, halkın gözünde yok hükmündedir. Çünkü meşruiyet, saraylarda değil, yoksulun sofrasında, Washington’da değil, fabrikada, tarlada, sokakta belirlenir. Ve halkın biriktirdiği öfke, gün geldiğinde bu gayrimeşru düzeni tarihin çöplüğüne süpürecek yegâne güç olacaktır.

Önceki İçerikTrump’ın “Barış Planı” ve İsrail’in Soykırım Siyaseti: Emperyalist Tasfiye Operasyonu
Sonraki İçerikFHKC: 7 Ekim, siyonist tiranlığa karşı güçlü bir çığlıktır