Meclisin açılışı ve sergilenen iki yüzlülük

Yeni dönem Meclis, Saray’ın başı Erdoğan’ın hamasi nutuklarıyla açıldı. Bir yanda yoksulluğa, işsizliğe, savaş politikalarına mahkûm edilen milyonlar; diğer yanda lüks saraylarda şatafat içinde yaşayan iktidar ve onun yedek lastiğine dönüşmüş düzen muhalefeti…

Erdoğan’ın konuşmasının ardından DEM Parti, Gelecek Partisi, DEVA Partisi, Saadet Partisi ve Yeniden Refah Partisi vekilleri, aile saadetini andırır bir şekilde neşe içinde basına poz verdiler.

Yıllar önce Mahir Atakan’ın sözleri bugünü özetliyordu:

“Eğer Ankara’ya birilerini yollayacaksan siyasetin güçlü olacak, denetleyeceksin. Yok bunu yapamıyorsan yollamayacaksın. Yoksa üç gün sonra devletin diliyle, dördüncü gün MİT’in diliyle seninle konuşmaya başlarlar.”

Ne yazık ki tablo tam da budur. Ezilenlerin temsilcisi olduğunu iddia edenler, Saray’ın soytarısının önünde eğilip bükülüyor. Halkın onuru değil, koltuk siyaseti belirleyici oluyor.

Elbette, birbirine savaşan, mücadele eden güçler taktiksel olarak yan yana gelebilir. Ancak bu, hiçbir zaman ilkesizliğin bahanesi olamaz. Her siyasi yapı, temsil ettiği sınıfın karakterine uygun davranır.

Faşist ve katliamcı AKP-MHP bloku “terörsüz Türkiye” masalıyla hamasi nutuklar atarken; söylemde de pratikte de saldırgan, kinci ve ırkçı tavrını sürdürüyor. Ezilenlerin ve yok sayılan Kürt halkının temsilcisi olduğunu iddia eden DEM Parti’den ise dik bir duruş görmek mümkün değil. Saray’ın soytarısı yüzlerine gülse ya da elini uzatsa, o kanlı elleri hayranlıkla karşılıyorlar. Bu haliyle DEM, halkın mücadelesini temsil etmekten çok, onun tasfiyesinin parçası olduğunu açıkça ortaya koyuyor. Erdoğan Meclis’te Rojava’ya tehditler savururken verilen mutluluk pozlarının açıklaması nedir? Öcalan mı serbest bırakıldı, tutsaklar mı özgürleşti, Kürt halkının dili mi kabul edildi de bu kadar mutlular? Hiçbiri olmadıysa, bu karelerin izahı yoktur.

DEM’in bileşenleri de bu tablonun bir parçasıdır. Eleştiriler dile getiriyorlar, ancak samimiyet varsa, en azından açılışa katılmayan ya da protesto eden partiler kadar net bir tavır almaları gerekirdi.

Faşist şef Erdoğan açılışta yine “terörsüz Türkiye” masallarını anlattı. Rojava’daki özyönetim deneyimlerine saldırılarını “diplomasi” kılıfına sardı. Çetelerle yürütülen işgali ise “Suriye’nin bölünmesine izin vermeyeceğiz” sözleriyle meşrulaştırmaya çalıştı.

Siyonist İsrail’le süren kesintisiz ticaret görmezden gelinirken, hamasi bir dille “Gazze’nin yanındayız” denildi. Oysa Saray rejimi, ABD ve İsrail’le yaptığı kirli pazarlıkların ortağıdır. Sumad Filosuna Siyonist İsrail müdahale ederken filonun yaninda Siyonist İsrail’e yük taşıyan Türk gemileri geçiyordu.

Meclisin açılışında tabiatı gereği işçi sınıfı yoktu, yoksullar yoktu, yok sayılan halklar ve inançlar yoktu. Erdoğan, milyonların yaşadığı açlığı ve işsizliği, çöken sağlık ve eğitim sistemini bir başarı hikâyesi gibi sundu. Depremzedeler hâlâ çadırlarda yaşam mücadelesi verirken “konut sorununu çözdük” dedi.

Faşist şef Erdoğan’ın ABD emperyalizmine dilenerek ihtiyaç duyduğu “meşruiyeti” ülkeyi peşkeş çekerek aldığı açıktır. Ülkeye döndüğünde ise bu karelerle iç siyasette perçinlemeye çalıştı. DEM de bunun mezesi oldu. Ama unuttukları bir şey var: Meşruiyet ne emperyalizmin önünde diz çökerek elde edilir, ne de yandaş yalakaları önünde sıraya dizerek. Gerçek meşruiyet, halkın mücadelesindedir.

CHP, TİP ve EMEP vekilleri açılışa katılmayarak protesto ettiler. DEM Parti ise iktidarın saldırıları karşısında halkın beklentilerine uygun bir duruş sergileyemedi. Erdoğan Meclis’e geldiğinde tüm yandaşlarla birlikte ayağa kalkıp alkışladılar. El sıkışma merakı, basına yansıyan fotoğraflarda net biçimde görüldü. Faşist şefe hayran bakışlarını gizleyemediler. Ardından yapılan ortak toplantıda, AKP-MHP ile birlikte verilen toplu fotoğraflar da aynı derecede rezil haneydi. Kimlerin kimlerle saf tuttuğu, ezilenlerin hafızasına kazındı.

Bizler tarihsel olarak hep söyledik: Saray rejimi ve onun parlamenter dekoru, ezilenlerin sorunlarını çözmez. Halkların özgürlüğü, işçilerin kurtuluşu, gençliğin geleceği, faşizmin icazetinde değil, halkın örgütlü mücadelesinde hayat bulur.

Sarayların ve parlamentoların şatafatlı koltukları değil, dağlarda, sokaklarda, fabrikalarda, mahallelerde, üniversitelerde mücadele eden halkın gerçek temsilcileri belirleyici olacaktır. Bir ayağı faşizmin parlamentolarında, diğer ayağı halkçılık edebiyatında olanlarla değil, saflarını netleştiren, örgütlü direnişi büyütenlerle kurtuluş mümkündür.

Sömürü düzenine, faşist AKP-MHP blokuna, onların doymaz sermayelerine ve emperyalizm işbirlikçiliğine karşı tek gerçek çıkış yolu, halkların kendi gücüne dayanan örgütlü direnişidir.

Ne Saray’ın gölgesinde  ne de şatafatlı koltuklarında… Özgürlük, halkın kendi mücadelesindedir.

Önceki İçerikTEK ADAM REJİMİNİN ÇARESİZLİĞİ: EMPERYALİST EFENDİLERDEN MEŞRUİYET ARAYIŞI
Sonraki İçerikTrump’ın “Barış Planı” ve İsrail’in Soykırım Siyaseti: Emperyalist Tasfiye Operasyonu