Ülkede faşist sistem ve onun uygulayıcısı AKP-MHP iktidarı ekonomiden siyasete birçok alanda yarattığı yıkımı tüm yönleriyle sürdürüyor. Her geçen gün çekilmez hale gelen yaşam koşulları, demokratik hak ve özgürlüklerin tamamen yok edildiği, yokluk yoksulluk ve baskının giderek katmerleştiği ortada.
Bu koşullarda olup olmayacağı daha belli olmayan ama herkesin kilitlendiği seçim gündemi yaşanıyor. Diğer yanda son günlerde İran’da ve ülkemizde yaşananlar ve bu yaşananların faşist sistem tarafından yaşatılan kadın kıyımı devam ediyor. İranda Jîna Emînî, 22 yaşında Rojhilatê Kurdistanlı bir kadını İran “ahlak(sız) polisinin” saçları fazla görünüyor diye işkenceyle katletti. Jîna’nın ölümünün ardından başta Rojhilat Kurdistan’ı ve İran’da kadınlar öncülüğünde gerçekleşen özgürlük direnişi, tüm dünyaya yayıldı. İran’ın sınırlarını aşarak dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda. Herkes tek bir ağızdan ‘Jin, Jîyan, Azadî’ diye haykırıyor…
Dünya ve İran’da bunlar yaşanırken, faşist sömürgeci devletin uzun süredir savaşı yoğunlaştırdığı Bakure Kürdistan ve uyguladığı her türlü vahşet karşısında istediğini elde edebilmiş değil. Kürdistan özgürlük gerillasına karşı her türlü kimyasal silah kullanılarak bir yanda savaşı o coğrafyayla sınırlamaya çalışırken, diğer yandan da imha konseptini hedefine ulaştırma çabasında.
Uzun süredir karakteri gereği faşist sistem ve onun suç bakanı soysuzun yalan ve demagojiye dayanan propagandası Mersin’de Kürt özgürlükçü gerillasinin eylemiyle yerle bir oldu. “50-60 kişi kaldı, ayakkabı numaralarına kadar biliyoruz…” gibi söylemleri yerle bir olurken, eylem karşısında içine düştükleri panikle yeni yalan ve senaryoları devreye sokarak eylemi karartmaya çalışmaları bunu ortaya koymaktadır. Faşizmin klasik davranışıdır, eylemin etkisini yok etmek için her zaman her şeyi biliyor ve vakıfmış, ya da hemen failleri çözmüş imajını yaratmak. Ama öyle olmadı, tüm yalan ve söylemleri ellerinde patladı.
Faşist cephe ve onun klikleri açısında yaşanalar bir yana asıl sorun faşizmin tüm baskı, saldırı ve yok etme girişimleri karşısında yürütülen mücadele ve bu mücadelede nerde durduğumuzdur. Ki bu konuda geçmişten beri mücadele üzerinde var olanların rotayı şaşırması ne yeni de son olacak gibi. Bu ülkede birazcık olsa nefes alana biliyor ve birileri “yasal” alanda politika yapabiliyorsa bu yıllardır dağlarda, varoşlarda, zindanlarda kısacası hayatın her alanında can bedeli yürütülen mücadele ve ödenen bedellerin sayesindedir. Bugün birileri mecliste ve bu alanda var olmayı sürdürebiliyorsa, bu “demokratik siyasetin” bir ürünü değil, yürütülen bu can-kan bedeli devrimci mücadelenin sonucudur. Dünyada İran’da Jîna Emînî eylemleri sürerken, Manisa’da Sara Tolhildan, Rûken Zelal, Kürdistanlı genç iki kadın fedai eylem gerçekleştirdiler. Kadın ve özgürlük gerillasının gerçekleştirdiği eylem tartışmaları sürerken 4 Ekim’de Irak Kürdistan’nın Süleymaniye’de faşist sömürgeci rejimi ve işbirlikçi ihanet çetesi KDP’nin desteğiyle Jinekoloji Dergisi Editörü Nagihan Akarsel’i uğradığı suikastle katledildi.
Faşizmin baskı şiddet ve vahşette sınır tanımadığı, mezarların yok edildiği, kargo ve çuvallar içine ailelerin eline tutuştururken, … kadınlar katledilirken, kadınlar canlarını feda ederek faşizm karşısında siper olurken… Mersin eyleminin askeri, siyasi, ideolojik, moral, toplumsal birçok yönlü etkisi olmuştur. “Bitti, aşılamaz önlemler vb” söylemlerinin hepsini yerle bir ederek kadınların kestiği saçlar ve düşmanın üzerine yürüyen iki Kürt kadınının şahsında sonsuza dek dalgalanacak özgürlük bayrağı olmuştur.
Mersin polis evine yapılan eylem sonrası çokta yabancısı olmadığımız ve her dönem faşizme karşı yürütülen savaşta devrimcilere ve devrimci eylemlere yönelik uzlaşmacı, reformist kesimler faşizm karşısında mücadeleyi sandığa odaklayanlarda (tersi söylemler propagandadan öte olmadığı ortada) “Kınama” açıklamalarında gecikmediler. Yaşamlarını feda eden özgürlük savaşçılarının parçalanan bedenleri daha soğumadan; HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar’ın eylemi kınama açıklaması, IHD, EMEP Genel Başkan Yardımcısı Selma Gürkan’ın eylem için “terör eylemi” tanımını yapması, TİP’in, “Saray rejimine güç verecek”, Sol Parti’nin “İktidar politikalarına su taşıyacak” demesi ve tutuklu HDP’li eski Eş başkan Selahattin Demirtaş’ında, “Şiddetin her türlüsüne karşı çıkacağız, demokratik siyasette ısrarcı olacağız” vb mesajları bir bir peşi sıra yayınlandı.
Burjuva muhalefet dediğimiz iktidar dışındaki muhalefet partileri faşizmin tüm baskıları karşısında ne diyor, kitleleri nasıl manipüle ediyor; “aman sokağa çıkmayın, sokak iktidarın işine gelir, sandığı bekleyin…” bu “kınayanlarda aslında bunlarda farklı bir şey demiyor ölün, katledilin, her türlü zulme uğrayın ama sandığı bekleyin”. Büyük bir yanlış ve reformizmin, liberalizmin batağına saplandıklarını görmüyorlar, o mücadelenin bedelleri üzerinde var olduklarını unutuyorlar. Faşizme karşı mücadele “ama AKP ye yarayacak“ kaygısıyla değil, ancak ona karşı dişe diş bir mücadeleyle yürütülür. Faşizmin zulmüne verilen devrimci şiddeti reddetmek, faşizm karşısında silah bırakma çağrısıyla eş değerdir. Faşist rejimin oy sandıklarıyla yıkılacağına inanmak, bu zulmün devam etmesinin garantilenmesidir.
Bugüne kadar insanlık ve toplumsal mücadeleler tarihi defalarca göstermiştir ki; Emperyalizm çağı, insanlık tarihinin tanık olduğu en barbar toplu kıyımların, milyonlarca insanın can verdiği paylaşım savaşlarının, milyonlarca devrimci-yurtseverin zindanlarda, işkencelerde katledilişinin yaşandığı bir çağ oldu. Faşizm tekelci sermayenin açık terörist diktatörlüğü olarak önce Avrupa halklarını kana boğdu. Komünist-yurtsever avını başlattı, zulmü meşrulaştırdı, işkenceyi kanıksattı, temerküz kamplarında yüzbinlerce savaş tutsağın köleci toplum düzenini arattı. Ancak dev savaş makinesiyle, güçlü propaganda silahlarıyla, terör aygıtı faşizm, insanlık onuruna üstün gelemedi. Latin Amerika’da ülkemize cuntalarıyla, sivil faşist çeteleri ve paramiliter güçleriyle her türlü zulmü uyguladılar, ancak tüm vahşete karşı halkların özgürlük ve kurtuluş umudunu yok edemediler.
Egemen güçler halk hareketlerini bastırma ve onlara öncülük eden güçleri yok etmek için sadece teröre başvurmuyorlar; nesnel gerçekleri çarpıtarak bilinç bulanıklığı yaratmaya ve bu yolla kendini tehdit eden hareketleri kitlelerden yalıtmaya da önem veriyorlar. Halk kitlelerine öncülük eden örgütlerin, kitlelerden kopuk olduğu, bunların kitlelere yabancı, bireysel terör örgütleri olduğu sık sık kullanılan demagojilerin başında geliyor. Ama bütün bu çabalar halkların mücadelesini durdurmaya yetmediği gibi onların zaferden zafere koşmasını da engelleyemiyor.
Ülkemizde kısmen de olsa “demokratik” mücadeleye alan açılıyorsa bu mücadele ve bu mücadelenin yarattığı değerler sonucudur. Bunun içindir ki, hiçbir mücadele yöntemi ve alanı küçümsenmeden birbirine karşıtmışçasına ele almadan hayatın her alanda mücadeleyi bütünleştirmek faşizmin en büyük korkulu rüyası olduğunu unutmamalıyız.
İşte bugünde Jîna Emînî , Nagihan, Sara, Rûken katil, işkenceci, soykırımcı ve kadın düşmanı polislerine karşı Mersin’de yaptıkları eylemde, duruşları özgürlüğün ve faşizme karşı mücadelenin yolunu göstermektedir. Bunun içindir ki, İran’da Jîna’yı sahiplenen pek çok kurum ve kişi bunun yaratıcısı Kadınlar, polise karşı, yaşamlarını ortaya koyarak gerçekleştirdikleri eylemden dolayı kınandılar. Evet, bu iki kadını, Jîna gibi polis tarafından vurulmayıp, aynı karakterdeki polise eylem yaptıkları için kınandılar. Hem de Jîna’ya sahip çıkan aynı kesim, kurum ve kişiler tarafından.
İran’da Jîna, Süleymaniye’de alçakça katledilen Nagihan ve Mersin kahramanları Sara ve Rûken’in durumları karşılaştırıldığında büyük bir tutarsızlık örneği sergilendiği çok iyi görülmektedir. Halbuki Jîna’ya sahip çıkmak ne kadar gerekli ve meşru ise, Sara ve Rûken, Nagihan’a sahip çıkmak da en az onun kadar meşru ve gereklidir. Bugün bu iki fedai kadını kınayan kadınlar biraz düşünürlerse, gerçekte her şeylerini Sara ve Rûken gibi savaşçı kadınlara borçlu olduklarını göreçeklerdir. Aksi takdirde Jin, Jîyan, Azadî diye haykırmanın hiçbir anlamı ve tutarlılığı olmayacaktır.
Ama ne yazı ki karşımızda duran gerçeklik ise Jîna’yı sahiplenmek, İran’da olunmadığından daha risksiz ve hatta popülarite kazandıran bir ‘eylem’e dönüştürülebilirken, Jîna’ları ve Jin, Jîyan, Azadî’yi yaratan Sara ve Rûken’i sahiplenmek ise çok daha büyük bir tutarlılık ve özgürlükçü bir duruş gerektirdiği gerçekliğidir.
İşte bugün korkuya kapılanlar, bu eylemle alanının daralacağı korkusu ve yürüttükleri yasal siyasetin bu günlere nasıl geldiğini ve hangi bedeller üzerinden şekillendiğini bir kere daha düşünmelidirler.
Eğer bugün bu alan var olabiliyorsa faşist devletin ezilenlere sağladığı bir alan değil, özgürlük ve kurtuluş mücadelesinin yarattığı basınç sonucu olduğunu unutmamalıdırlar. Birilerini meclis koltuklarına taşıyorsa bu sürdürülen kesintisiz mücadele, ödenen bedellerin yaratığı sonuçtur.
Faşizme karşı mücadele ve halkların özgürlüğü, kurtuluşu seçimlere yönelik yaratılan sahte beklentiler ve umutlarla değil, dişe diş mücadeleyle gerçekleşecektir. Faşist sistem, onun seçimleri ve iktidarda hangi kılık olursa olsun halklara halk kitlelerine çürüme, yozlaşma ve yıkımdan başka bir gelecek getirmeyecektir.
Devrimci mücadele ve devrimci şiddet temelindeki eylemlere karşı cephede tavır alarak, düşmanla aynı dilde kınayarak faşizmin baskı, katliamcı karakterini yok etmediği gibi meşru haklı mücadele gerçeğini değiştiremeyecektir. Aksi tutum halklara sandık ve parlamento umudu ile sorunların çözüleceği kocaman bir sahtekârlıktır, sisteme muhtaç olmaktır, halkların geleceğini ise daha çok karanlığa gömülmek olacaktır.
Jin, Jiyan, Azadî
7 Ekim 2022