İran’da Jîna Emînî, 22 yaşında Rojhilatê Kurdistanlı bir kadın İran “ahlak(sız) polisinin” saçları fazla görünüyor diye işkenceyle katletti. Jîna’nın ölümünün ardından başta Rojhilat Kurdistan’ı ve İran’da kadınlar öncülüğünde gerçekleşen özgürlük direnişi, İran’ın sınırlarını aşarak dünyanın dört bir yanına yayılmış durumda. Herkes tek bir ağızdan ‘Jin, Jîyan, Azadî’ diye haykırıyor…
Dünya ve İran’da bunlar yaşanırken, faşist sömürgeci devletin uzun süredir savaşı yoğunlaştırdığı Bakure Kürdistan ve uyguladığı her türlü vahşet karşısında istediğini elde edebilmiş değil. Kürdistan özgürlük gerillasına karşı her türlü kimyasal silah kullanılarak bir yanda savaşı o coğrafyayla sınırlamaya çalışırken, diğer yandan da imha konsepti çerçevesinde Kürt özgürlükçülerine karşı Bakure Kürdistanda suikastlar düzenlemekte.
Bu suikastlerin sonuncusu ise Süleymaniye’de Jineoloji Dergisi editörü, gazeteci, yazar, akademisyen Nagihan Akarsel evinin önünde silahlı saldırıya uğradı. On bir kuşunla alçakça katledilen Kürt kadının katili de faili de belli. Kürt halkına karşı her fırsatta savaşa baş vuran sömürgeci faşist TC rejimi Bakure Kürdistan’da işbirlikçi KDP ile birlikte işgal ve imha saldırılarını kesintisiz sürdürüyor.
Ama bundan öte burada üzerinde durmak istediğimiz nokta farklı. Özellikle ülkemizdeki muhalif konumundaki kadın örgütlerinin ikili tutumudur. Bu tutum aslında sadece kadın hareketinin de değil, HDP-HDK olmak üzere çeşitli platformlarda Kürtlerle birlikte olduğunu ifade eden birçok kesim açısından önemli bir turnusol olmuştur.
İran’da katledilen Jîna Emînî için İran’da başlayan ve dünyaya yayılan protesto ve destek eylemleri ülkemizde de gerçekleşti. Dinci şeriatçı rejimin baskı yasakları ve kadınlar üzerinde uyguladığı zulüm karşısında uzun yıllardır İranlı kadınların her bedeli göze alarak kesintilide olsa mücadeleleri sürüyor. Bu mücadelenin dünyada ve ülkemizde destek bulması sahiplenilip dayanışmanın gösterilmesi olması gerekendir.
Ama olmayan bir şe var ki oda kendi topraklarımızda ve faşist devlet tarafından katledilen Kürt kadınları. Kuzey Kürdistan’da Rojava ya, Rojava’dan Bakure Kürdistan’a sömürgeci devletin SİHA’larıyla, uçakları, militarist güçleriyle kadınları katletmekte, kadınlara suikastlar düzenlenmekte. Başta kadın hareketleri ve birçok parti ve kurumun bu kadın kıyımlarını görmemesi.
Sahiplenen Kürt kadın kurumları ve bir kısım devrimci yapıların ve onların kadın örgütleri oldu. Onun dışında ülkemizde ki kadın yapılanmaları İran için sokağa çıkarken, basın açıklamaları ve sosyal medyada açıklamalar vb yaparken bu suikast için bırakın sokağa çıkmayı sosyal medyada bile bir açıklama ve kınama ihtiyacı duymaması düşündürücü değil mi?
Denecek ki, İran’daki katliamı kınamak, yada yanında olmak daha bedelsiz, direk devletin şiddetini üzerine çekmeyen bir tutum. Ama sorunu sadece bununla açıklamak hem yetersiz hem de gerçeğin ifade edilmesi olmayacaktır. Her konuda sokağa çıkan ve azımsanmayacak bir güç ve etki yaratan kadın hareketleri Kürdistan ve Kürt kadınları olunca hep uzak ve sessiz kalmayı tercih ediyor. HDP- HDK vb kurumlarda, farklı platformlarda Kürtlerle birlikte olunsa da sorun Kürdün, Kürt kadının katliamı olduğunda bu kadın hareketleri hiç görünmemekte, istisna olarak görünmüşlerse de, bu da sadece bir basın açıklamasının ötesinde olmamıştır. İran için ayağa kalkanlar, Mersin eyleminde paniğe kapılıp kınama yarışına girenler Nagihan Akarseli görmedi, görmek istemedi.
Kadın kurumu olmak, kadınlara yönelik her türlü ayrımcılığa karşı çıkmak vb tutarlık Kürde gelince unutuluyor devreye asıl olarak bu noktada elit ve şovenizm giriyor. Bunu perdelemek içinde teori hazır; ‘barış’, ‘her türlü şiddete karşı olma’ ile bulanan insancıl, barışseverlikle soslanan ‘demokratik siyaset’ söylemi propaganda ediliyor. Çünkü bu alan riskli bedel gerektiriyor, sistemde öyle demiyorumu; “Kürt’ten uzak duracaksın”.
Ama unutulmamalı ki, ne baskı, sömürü, faşizmin şiddeti, ne de kadınlar üzerinde ki egemen erkek kadın kıyımları ve kadının kurtuluş, özgür eşit yaşamı bu çifte standartla elde edilemez. Yanı başında katledilen Kürt kadınları, onun yaşadığı zulmü görmeyen bir kadın kurumu ve kadın hakları mücadelesi yürütülemez. Eğer faşizme, sömürgeciliğe, Kürde karşı yürütülen savaşı görmüyor taraf olunmuyorsa sistemin sınırları ve onun izin verdiği ölçüde, onun saldırı hedefi olmadan bir kadın mücadelesi ve savunuculuğu değil onu dejenere eden, amacından uzaklaştıran olunur.
Gerçek anlamda kadın özgürlüğü ulusların, sınıfın kurtuluşunda ve insanlığın özgürleşmesinen ayrı değildir. İnsanlığın kurtuluşu mücadelesi bir bütün olarak kadınların özgürleşme mücadelesiyle içiçedir. Ancak ezilen, yok sayılan ve savaş, soykırımla yok edilmeye çalışılan bir ulus ve o ulusun kadınlarını görmeyenler bu özgürlük mücadelesinin savunucuları ve yürütücüleri olmaz. Ama ‘iyi’ birer burjuva kadın kurumları olabilirler.
Çünkü gerçek Kadın mücadelesi, faşizme, her türlü baskı ayrımcılığa hâkim sınıfların haksız savaş politikasının, katliam ve soykırımlarına, tehdit ve şantajlarının ikiyüzlü kadın güzellemeleri ile malzeme edilmeyecek kadar anlamlı ve değerlidir. Kadınların ve bir bütün olarak insanlığın gerçek kurtuluşunu sağlayacak olan katledilen ve bedel ödeyen, bunun için çekinmeden her türü bedeli ödeyerek kendini feda eden kadınların omuzlarında yükselecektir. Dün olduğu gibi bugün de yarın da özgürlüğün yolu ve tarihi fedakâr, militan kadınların direnişiyle yazılmaya devam edilecektir.
Bir kez daha katledilen iki kadın ve ortaya konan tutum aslında kadın sorununa bakış açısından önemli bir turnusol işlevi gördü. Bu takınılan pratik tutum bir kez daha göstermiştir ki, keskin sloganlar ve söylemler değil gerçek tutum ve davranışı bu pratiklerde görmek mümkün olmuştur. Ne Liberal-Reformist cenahın, ne de şovenist beyinlerin niteliğini daha açık görünür kılan katledilen iki kadına yönelik alınan pratik tutum olmuştur. Hem kadın mücadelesi hem de Kürt Ulusal Mücadelesi ve onun kadınlarıyla nereye kadar dost olunduğu bu bağlamda ortaya konmuştur.
13 Ekim 2022