Faşist sistem bir bütün olarak toplumu uçuruma doğru sürüklüyor. Toplumu öyle hale getirdiler ki ülkede her gün insanın içini acıtan, insanlık değerlerini ayaklar altına alan gelişmeler yaşanıyor. Adeta bunalıma sürüklenen toplum ve sistemin uygulamaları karşısında insanlarımızın “yaşama sevincini yok eden” manzaralara tanık oluyoruz.
Cinnet geçirmiş bir toplum görüntüsü ile karşı karşıyayız. Bir olay tüm dikkatleri üzerine çekerken o daha soğumadan daha korkunç bir gelişmeye toplum tanıklık etmektedir.
Ortada klasik anlamıyla da olsa bir devlet otoritesi değil çete otoritesi mevcut ki buda tam faşizmin klasik karakteridir. Çete uygulamalarıyla kendi anayasa ve yasalara uymaktan vazgeçince ortalığı, mafya çetelere terk etmiş. Ülke adeta uyuşturucu tacirleri, torbacılar, hırsızlar, çeteler, kadın, çocuk katilerinin eliyle yönetiliyor.
Bu çeteler sokak, otobüs ya da minibüste, okul önünde yani herkesin içinde silahla saldırıyorlar, birilerini vuruyor, öldürüyorlar ve elini kolunu sallayarak gidiyor, ya da göstermelik bir göz altıyla serbest bırakılıyorlar. Diğer yanda sermayenin ‘cenneti’ haline getirilen ülkede patronlar boğaz tokluğunu dahi sağlamayan bir ücrete mahkûm ettiği emekçilerin en ufak hak arayışı karşısında kapının önüne koymaktadır.
İnsanca bir yaşam, hakkını arayan kim olursa olsun en ufak gerekçeyle zindanlara dolduruluyor. Çeteler elinin kolunu sallayarak toplum içinde dolaşırken, kadın çocuk katileri serbest bırakılırken. İnsanca bir yaşam mücadelesi veren, sağlık ve yaş nedeniyle bakıma muhtaç olanları zindanlara doldurmakta. Hergün hastalık vb gerekçelerle zindanlarda yaşamını yitirmekte insanlarımız.
Faşist AKP- MHP iktidarı ülkeyi bir cehenneme çevirirken, toplum üzerinde her geçen gün artırdığı baskıyla, şiddetle, toplumu nefes alamaz hale getirdi. Ancak onun tüm baskı, şiddet, tutuklamalarına rağmen toplumun her kesiminde direnişlerde giderek artmaktadır.
Emekliler, işçiler, sendikalar, çevreciler, doğasını korumaya çalışanlar, hayvan hakları savunucuları her kes sokakta, direnişte. Ekmek, adalet ve insanca bir yaşam için…
Tabanın dayatması karşısında sâri sendikalar, sendika ağaları göstermelikte olsa alanlara çıktılar. DİSK ve Hak-İş gibi Türk-İş de “Zordayız, geçinemiyoruz” eylemleri başlattı.
Yaşamımızda “artık yeter, geçinemiyoruz” sloganın en çok duyulan feryadı oldu. Ve bu slogan her geçen gün giderek yaygınlaşıyor. Toplumsal hoşnutsuzluk her geçen gün giderek artarken kitlelere sandığı işaret eden burjuva partiler, liberaller, sosyal reformistlerin bu beklentilerini yerle bir etmekte.
Faşist tek adam diktatörlüğü ise daha fazla kar, daha fazla rant hırsıyla izlediği halkı yoksullaştırma ekonomik politikası bütün hızıyla sürüyor. Yaşadığı ekonomik ve siyasal krizin içinde debelenirken yerli ve uluslararası sermaye çevrelerinin memnun olduğu ekonomi politikalarla dikensiz gül bahçesi sunma çabasında. Onun bu politikaları karşısında halk ise yaka silkiyor, yaşam mücadelesi veriyor.
Bu yaşananlar karşısında, başta işçiler olmak üzere, hak arayışında eylemle ve direnişlerde belirgin bir şekilde artmaktadır. Ancak bu artan direnişler karşısında bir ortaklaşma da söz konusu değil. Her fabrika, bölge veya kesim kendi çabasıyla direnişini sürdürmekte.
Bir bütün olarak Türkiye Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu bunalımı ve tasfiyeciliği aşamaması ve bunun karşısında çıkış yolunu doğru devrimci çizgide arama, radikal mücadele yerine, sistem içi arayışlar ve liberalizmin dümen suyunda, parlamento vb aramaktadır. Yaşanan direnişlerde ya hiç yok ya da yöneten, yönlendiren olması gerekirken sadece peşinde sürüklenen olmaktadır.
Bir yanda faşist sistemin dayatmaları ve toplumu içine sürüklediği çürüme, diğer yanda sınıf bilincinden uzak salt ekonomik refah arayışı sonuçta sistemin dümen suyunda kaybolup gitmek durumunda.
Tüm yaşananlar karşısında, bu kokuşmuş, çürümüş sistemi tarihin çöplüğüne yollamanın biricik yolunun sosyalizmde ısrarda olduğunu unutmamalıyız. Popülizmin peşinde sürüklenen, çözümü devrimci olmayan yollarda aramak olsa olsa sistemi alternatifsiz bırakmak olur.
Kalabalık, kof çoğunluklar değil, az ama inançlı, kararlı sınıf bilinciyle donanmış Marksizm Leninizm’i kendine rehber edinmiş kadrolarla iğneyle kuyu kazırcasına kitleleri örgütleme, toplumsal hareketlenmeleri örgütleme, öncülük eden olmak durumundayız. Dar grupsal çıkarları değil, halkların devrim ve özgür, eşit yaşam özlemlerini kilitlenmeliyiz.