Gücümüz Umudumuz Halkın Örgütlü Gücünde

“Bugün gerici parlamentarizme kol kanat gerenler seçimlerden sonra yanıldıklarını görerek bu yola düzen değişikliğinin imkânsız olduğunu görecekler…” Mahir Çayan

Mahir Çayan’ın yıllar önce bulunduğu belirleme sanki bugünü anlatıyor. Kuşkusuz ki, bu faşist sistem halkların mücadelesiyle yerle bir edilene dek, güncelliğinden bir şey yitirmeyeceği gerçektir.

Ülkemizde yıllardır süren faşist baskı ve zulmün, her türlü kuralsızlık, her sesini çıkaranın gözaltına alındığı, zindanla tehdit edildiği, katledildiği, yoksulluğun bir kader olarak sunulduğu …, Kürt halkı açık düşman ilan edilerek her türlü savaş ve kirli yöntemlerle katledildiği, hak-hukuk-adalet sadece faşizmin çıkarı için var olduğu gerçeği…

Evet burjuva anlamda dahi hiçbir hak ve hukukun olmadığı bir ülkede, parlamentarizm onun seçim oyuncağından adil olarak bahsetmek mümkün mü? Her türlü kuralsızlığı kendisine hak sanan bir sistemle seçim rekabetine girmek ve onun seçim denen safsatasıyla yenileceğine inanmak en hafifinde büyük bir safdillik değildi nedir?

Ancak ne yazık ki, legalistler, liberaller ve sosyal reformistler bu gerçeği bilmelerine rağmen mücadelenin gerçekliğinde ve bedellerinde kaçarak sistemle uzlaşarak, onun çizdiği sınırlar içinde ‘solculuk’ oyunuyla haklarımızı aldatmakta, sisteme entegre etme çabalarında.

Onun her türlü kuralsızlığı kendisine hak saydığı koşularda bunu kitlelere mal etmek ve cephede tavır alma yerine hele birde bu koşularda kitlelere sunulan “bu sefer kazanacağız, birinci turda durdurduk ikinci turda yenecegiz, baharlar gelecek…” türlü umutları kitlelere sunmak olmayacağını bile bile bu duygularla kitlere umut vermek mümkün mü?

Burjuva muhalefetin korkak, gerçek anlamda yaşanan ve yaşatılan keyfiliğin karşısına dikilmediği düne kadar “aman sokağa çıkmayın sandığı bekleyin” diyenler faşist AKP-MHP ve çevresine topladı gürüyle yüksek seçim kuruluyla her türlü kuralsızlığı karşısında susup kabullendiler. Bu tutarsız Erdoğan’da çokta farklı olmayan burjuva cepheyle mi yol yürünecekti, faşizm alt edilecekti. Ya da koşulsuz desteklenen altılı masanın aday gittikçe ırkçı ayrımcı bir dili tercih ettiği koşularda hangi demokrasi, insan hakları için desteklendi. Yandaş tüm ırkçı gerici vb seçim sonrası teşekkür ederken en yüksek oyun Kürt bölgelerinde almasına rağmen bir teşekkürü bile çok gören, ya da teşekkür etmekten korkanla mı yol yüründü, yürünecekti?

Soruları çoğaltmak mümkün ama kısaca şunu vurgulamak yeterli sanırız: seçimlerde Emek ve Özgürlük İttifakı tam bir hüsranla sonuçlandığı kabullenilip ve bunun üzerinden ciddi bir özeleştirel süreç kaçınılmazdır. Kapalı salon toplantıları ve boy boy fotoğraflardan öteye gitmeyen ittifakın ve ittifaklar politikasının sonucu ortada. Mücadele içinde sokakta oluşmayan birlikler, ittifakların deneyleri ülkemizde çokça yaşandı. Bu yaşananlardan yeterince ders çıkarılmadığı ortada. Kaldı ki, daha önceden çeşitli vesilelerle vurguladığımız gibi çokça dillendirilen, “bu ittifak seçim ittifakı değil, sokağa ve mücadeleye yönelik”, denmesine rağmen tam tersi, tam da ilkesiz, kuralsız, ben merkezci bir popülizmle seçim ittifakı olduğu pratikte ortaya çıktı. Öyle ki, seçim çalışmalarında çoğu hiç görülmedi ve bol bol esnaf ziyaretleri yaparken sınıf temsilcisiyiz demelerine rağmen bir işçi ziyaretini duyan gören oldu mu? Biz görmedik duymadık.

Sonuç olarak, çeşitli sol ve sosyalist kurumlarla oluşan önce HDP sonrasında Yeşil Sol Parti “kilit biziz” avuntusuyla pratikte bunun gerekliliğini yerine getirmediği gibi, küçük bir ayak oyunuyla o kilit konumda ellerinden alındı. Halkların mücadelesinde, onu mücadeleye dahil edecek, harekete geçirecek politikalar yerine bu “kilit” avuntusuyla yaratılan sahte umutlar, sonuçta büyük bir yıkıma sebep olmuştur. Parlamento ve onun yaratacağı olanakları kullanma adına bu aracı amaçlaştırınca sonucu da ortada. Ülkemizde faşizmin bir devlet biçimi olduğu gerçekliğini göz ardı edip, faşizmi salt AKP-MHP’den ibaret görme anlayışı doğal olarak diger faşist kanadı ve sistemi kitleler nezlinde meşyrlaştırmaktadır.

Kim ne derse desin, reformistler, liberaller, sosyalist ve ML temsilcisi olduğunu söyleyip ama parlamentoda koltuk peşine düşenler, teorik olarak ne kadar ML vb deseler de, sürece uygun, ona denk düşen politikalar uygulama yerine, son yıllarda popüler hale gelen “parlamentoda biride bende olsun cazibesi, onları sınıfın çıkarları ve sınıfı harekete geçirecek politikalardan uzaklaştırmıştır.

Politikalarının merkezine kitlere güven, onları doğru politikalarla yol göstermek, harekete geçirme yerine, seçim ve dönüşümün etkili aracı olarak kampanyaları, anket sonuçlarını gören siyaset anlayışının mağlubiyetine bir kez daha şahit olduk. Ama bu yaşananlar karşısında kuşkusuz ki mücadeleyi, umutları “bir başka bahara” ertelemeyi değil, inatla halka güven ve mücadeleye her şeyden öncede ML rehberliğinde, doğru politikalar ışığında daha çok koşturmak esas alınmalıdır. İnatla halkın örgütlü gücünü ortaya koyabildiğimiz oranda toplumsal-siyasal hayata müdahale, müdahale kanallarını çoğalttıkça değiştirme olanağımız var.

Düzenin yukarıdan aşağıya tüm kurum ve kuruluşları en küçük bir kırıntıyla dahi halkları değil faşizmin ağababalarını temsil ettiğini kim inkâr edebilir? Her türlü kuralsızlık, yalanla, dolanla, sahtekarlıkla, hissizlik demagojiyle, ırkçı, kadın düşmanı söylemlerle beni seç diyen bir faşist iktidar. Uyguladığı, çıkardığı, söylediği hiçbir şey de halk yok. “Komünizmle mücadele dernekleriyle başlayan ve 12 Eylül faşist darbesiyle doruğa çıkarılan Türk- İslam sentezi ve onun sonucu olan şeriatçı faşist AKP, toplumda yarattığını sorgulamayan, düşünmeyen bir hazır kıta kitle olgusunu iyi okumak ve görmek zorundayız.

On yıllardır Türk İslam senteziyle beyinleri dumura uğratılan kitleleri iyi tahlil etmek ve tanımlamak gerek. Faşist şef Erdoğan’ın terör, LGBT ve diyaneti kapatacaklar vb söylemleri ne kadar komik gelse de, bu kitle tarafından büyük bir karşılığı olduğunu iyi görmek gerekiyor. Kitleleri kazanmak ve onları örgütleyip mücadeleye katmak istiyorsak bu gerçekliği iyi görmek zorundayız. Onları bu propagandasını boşa çıkaracak politikalar üretmek ve kitlelere gerçekliği kavratmak zorundayız.

Başta Mahir yoldaştan yaptığımız alıntı ve onun devamında, Stalin’in “Oyları kimin verdiği değil, kimin saydığı önemlidir” gerçekliğinden hareketle hele bugün iyice kurumlaşan faşist tek adam yönetiminin derdi halkın kullandığı oylar değil. Nerden bakarsak bakalım onlar için seçmenin, oyların, halkın, düzen nezdinde hiçbir değeri yoktur, oy onlar için sadece bir araçtır.

Bu düzenin saldırıları, yalanlarına, demagojilerine, adaletsizliğine karşı, başta biz devrimcilerin, ilericilerin, demokratların, aydınların, sanatçıların omuzlarında büyük sorumluluklar vardır. Gerçekliği iyi okumak ve liberallerin, reformistlerin seçim, parlamento vb sahte umutlarını teşhir etmeliyiz. Faşizmin belirlediği kurallar ve onun düzenlediği bir seçimle kurtuluşun mümkün olmadığı bu kadar bariz ortadayken. Bunlara karşı dünya da ve ülkemizde, bir alternatifin olduğunu, kurtuluşun devrimde olduğunu milyonlara taşımalıyız. Asla unutmamalıyız ki, bu düzenin kemikleşmiş, karşı devrimcileri dışında, yandaş olan, onların politikalarının etkisinde kalan kitleler, hepsi yaşadıkları bu hayattan memnün değil ama beyinleri dumura uğratılmış durumda, yaşadıkları sıkıntılardan çok din, devlet vb kaygılarla etraflarında tutmaktalar. Geri bıraktırılmış faşizmle yönetilen bir ülkeden, dinin siyasetin en büyük malzemesi yapıldığı ve bilinci oldukça zayıf bir ülkeden bahsediyoruz. Onlara ulaştığımız, dokunduğumuzda umudu, gerçek kurtuluşun yoluna katılacak milyonların olduğunu hepimiz çok iyi kavramak zorundayız. Bugün ülkemizin üzerine bir kara basan gibi çöken bu şeriatçı faşist karabulut, bizleri karamsarlığa sürüklemesine izin vermeden, silkinip bu ablukaya karşı daha bilinçli, daha kararlılıkla mücadeleye sarılmalıyız.

Faşizme karşı sokak muhalefetini örgütleme yerine liberalizmin, reformizm peşine takılıp parlamentoda koltuk peşine düşenler, bütün umudunu sandığa bağlayıp bu seçimlere “hayat memat seçimi” misyonunu yükleyenler, toplumda bir moral çöküntüsü yarattıkları gerçekliği ortada. Bu bizlerin de işini daha da zorlaştırdığı ortada. Yaşanan yenilgiler ve solun kitleler içindeki zarifliği, yaşanan güven bunalımı üzerine bununda tuz biber olduğu gerçeği ortada.

Bugün faşist sistem güç tazelemiş olarak seçimlerde çıkmış olsa da yaşanan siyasal ve ekonomik kriz devam etmektedir, bu onun sonunu getireceği gerçekliği akılarda çıkarılmamalı. Ama aldığı yeni güç tazelemesiyle de iktidarın girişeceği saldırılar daha boyutlu olacak. Bizler onun bu saldırı dalgasına karşı, birde yaşanan yenilgi ruh haline karşıda mücadele etmemiz gerekiyor. Bu ruh hali ki, faşist şef Erdoğan yaptığı balkon konuşmasında Selahattin Demirtaş’a “idam idam” diye bağırttığı güruha karşı HDP ya da YSP hiçbir açıklamada bulunmamış, sessiz kalmıştır.

Evet, “gittiler, gidiyorlar” diyerek halkların umudunu, öfkesini faşizme karşı mücadeleyi sandığa bağlamak yerine, tek kurtuluşun ve çözümün işçilerin, emekçilerin, ezilenlerin yaşamı kendi elleriyle, mücadelesiyle kurmak olduğunu iyi biliyoruz. İşte bu iradeyi hayata geçirebilecek araçları yaratmak için harekete geçmek temel görev ve sorumluğumuz olduğunu daha iyi bilince çıkarmak gerekmektedir. Karamsarlık değil, umudu harlayıp bizlerin kazanacağını asla akıllardan çıkarmamalıyız.

Karşımızda acil olarak ikili bir görev bulunmaktadır. Birincisi; şeriatçı faşist tek adam şefliğine dayanan rejimin, Türk-İslam sentezi ile zehirlenen siyasal İslam ile yoğrulan ve milliyetçilik ile kendisine yandaş yaptığı, üzerlerinde oluşturduğu hegemonyayı parçalamak, emekçi halklarımıza gerçeklikleri göstermek. İkincisiyse, üzerinde milliyetçilik ve savaşla düşmanlaştırdığı Kürt halkı ve emekçi halkların, hedef tahtasına koyulan kadınların somut taleplere ve mücadeleye dayanan ortaklaşmanın sağlanması mücadelenin önünü açacak somut programlarla ortaklaşmayı yaratmaktır.

Faşist şeflik rejiminin bu seçimle aldığı yeni güç tazelemesi ve süren derin krizle iktidarını faşist zor yoluyla sürdüreceği, muhalif güçleri ise hem ideolojik hem de politik olarak tasfiye ve örgütsel yapılarını yok etme saldırılarının yoğunlaşacağı gerçeği bu taktikle ancak boşa düşürülecektir.

Unutmayalım, „Onların bugün büyük görünen güçleri ve imkânları bizlere vız gelir. Onlar bir avuç biz ise milyonlarız. Kaybedeceğimiz hiçbir şey yoktur ama kazanacağımız koca bir dünya vardır.” Mahir Çayan.

9 Haziran 2023

Önceki İçerikSÜRDÜRÜLEMEZ KAPİTALİZM: KRİZ, SAVAŞ VE DÜNYA HÂL(LER)İ[1]
Sonraki İçerikMAHŞERİN DÖRT ATLISI: BOLSONARO, TRUMP, ORBÁN, ERDOĞAN[*]