Gerekli olan onların istifasını sağlamak değil, devrimdir…

 

Gezi başkaldırısı üzerinden 5 yıl geçti. Ancak aradan geçen bu 5 yıl boyunca sistemin Gezi direnişi ve Gezi direnişçilerinden intikam alma hamleleri bitmedi. Aradan geçen bunca yıl sonra yeni tutuklama kararları çıkarıyorlar. Gezi üzerine çok değerlendirmeler, çok tespitler yapıldı, kimler olduğu, kimlerin öncülük ettiği vb ama bizim bu yazıdaki amacımız bu değil. Faşist diktatörlüğün sorunu sadece Gezi mi? Hayır, sorun yeni çağ, yeni dönem dediğimiz bu süreçte “çapulcuların” halkların umutsuz yarına inançsızlıklarıdır.

“Arap baharı, Gezi, Yunanistan’daki halk hareketleri, Latin Amerika’dan ABD mülteci yürüyüşünden tutunda en son Fransa’da ki Sarı Yeleklilere kadar. Kısmen de olsa Fransa’da başlayan “Sarı Yelekliler” eylemleri Avrupa’ya da yayıldı. Hollanda ve Belçika da otoyol ve benzin istasyonlarına barikatlar kuruldu, göstericiler polisle çatıştı. Almanya’da akaryakıt istasyonlarını boykot çağrısı yapıldı. Dünyanın her tarafında beklenmeyen, hesaplanmayan hergün bir kitle hareketi patlaması ve bunun sistem üzerinde yarattığı şaşkınlık yaşanıyor. Ya insanca yaşam, ya barbarlık sloganları yükseliyor her tarafta.

Bunun için ki, sorun tek başına Gezi başkaldırısı değil, sorun daha derinlerde? Bugün içinden geçtiğimiz süreç aslında herkesçe üçüncü dünya savaşı olarak değerlendirilse de, bir çağın kapanıp yeni bir çağında başlangıcıdır. Emperyalist güçlerin bir ve ikinci Dünya Savaşı sonrası kurulmuş tüm dengeler ve kurumlar yıpranmış, işlevsiz hale gelmiştir. Düne kadar neoliberal politikalarıyla “sürdürülebilirlik” ideolojisinin bütün gelecek hayallerini tıkamasının da sonu geldi. Sürdürülebilir yoksulluğun, sürdürülebilir tarımın, sürdürülebilir doğanın sürdürülemediği açıkça ortada. Fakat bunun karşısına çıkacak bir gelecek düşü olmadıkça, sürdürülebilir barbarlığa karşı koyacak bir maddi gücün ortaya çıkması zayıf görünüyor. Ve barbarlık her geçen gün büyüyor.

Hemen hemen dünyanın tüm ülkelerinde neredeyse herkesin temel duygusu olan geleceksizliğin tek nedeninin konjonktürel bir ekonomik kriz, ya da geçici bir siyasal-sistematik kriz olduğunu düşünmek safdillik olur. Tamamen öngörülebilir olmaktan çıkarılmış, liberal “mümkünlerin” bile mümkün görülmediği bir olağanüstülüğe teslim olmanın alternatifini Arap baharı, Gezi direnişi, Amerika’ya mülteci yürüyüşü, Sarı Yelekliler vb gibi pratiklerle çağ dönümünün asıl işaretini vermekteler. Atılan sloganlar; Gezinin yaratıcılığı ve sloganları diger ülkelerde, “bu sistem yok edilmeli”, “baskıya karşı isyan”, “yoksulluk, yağma ve açlığın sorumlusu kimdir, hesabı kimden sorulacaktır, biz gayet iyi biliyoruz”, “devlet beni öldürdü”, “saraylarda doğmadık, asla pes etmeyeceğiz”, “gerekli olan onun istifası değil, devrimdir” yeterince öfkeyi ortaya koyuyor.

Kapitalizm ne krizini çözebiliyor ne de kitlelere gelecek açısından alternatif umut ışığı sağlayabiliyor. Bir zamanlar Obama, Erdoğan, Syriza’a (Aleksis Çipras) vb (1) en son Fransa da sürpriz bir çıkış yapan Macron da umut, coşku, heyecan vb pazarlanmasına rağmen kısa sürede hepsi gibi halklar ve emekçiler açısından umut değil hedefe dönüştü.

Sistem arayış ve yeniden yapılanma, kriz ve çatışması yaşarken, yarınında umutsuz olan kitlelerde bugün yeni eylemlikler ve hareketlerle karşılarına dikilip geleceklerinin, saltanatlarının kalıcı olmadığını hissettiriyor.

Ancak bu gelişmeler karşısında dünya devrimci hareketi adeta süreci seyreder pozisyonda, peşinden sürüklenmektedir. Yeni sürece yönelik politika, taktik belirleyip bunu kitlelere mal edip ona öncülük etmekten çok uzak bu haliyle. Hâlbuki Paris Komünü (1871) burjuvaziye karşı 19. yüzyıldaki işçi hareketinin en parlak ve yol açıcısı oldu dünya tarihinde. İnsanlık tarihinde ilk kez işçi sınıfı proleter devrimi gerçekleştirdi, işçi sınıfı iktidarı eline geçirdi ve 72 gün boyunca bu iktidarı elinde tuttu. Marks, Engels 72 günlük bu isçi iktidarı Komün deneyiminde işçi sınıfı için tarihsel bir zenginleşme kaynağı ortaya çıkararak işçi sınıfının mücadelesi için zorunlu teorik silahını oluşturacak gücünü gösterdi. Komün proleter yığınların bilincini derinden derine değiştirmeye katkıda bulundu ve Marksist öğretiyi işçi sınıfının ve onun siyasal partilerinin ideolojik bayrağı durumuna dönüştürme önderliğini üstlendi.

Marks, Paris işçilerinin, “göğü fethe çıkmak” yolundaki kahramanca girişimleriyle, devrimci sürecin yeni bir dönem tespiti ve ardından başlayan bu süreç büyük bir gelişme gösterdi ve 1917’de Ekim Devrimi’nin zaferine yol açtı. Lenin Bolşevik partisi önderliğinde bir emperyalist paylaşım savaşında “iç savaş” sloganıyla hem yeni bir cephe, hem de dünya halklarına umut kapısı açtı ve bir asır sürecek bir yönelimi ortaya koydu. Çağa damgasını “ya barbarlık ya sosyalizm” sloganı vurdu.

Paris Komününden, Ekim Devrimi’ne ve şimdi küçük dükkalarımızı koruma; “benim olsun küçük olsun” vb saplantılardan kurtularak güçleri bir araya toplayıp bu gelişen isyan ve yarına umutsuzluk karşısında doğru politikalar belirleyip ayağa kalkan kitlelere umut olma zamanı.

Dün Paris devrimlerin başlangıç yeri oldu. Paris Komünü burada doğdu. O gün Paris’te kıvılcım tutuşturan komünarları işçi sınıfının ve ezilenlerin kurtuluşu için yola çıkanlar 17 Ekim devrimiyle taçlanıp bütün dünyayı sardı.

Unutmayalım ki; Bir nehir gibidir halkın öfkesi. Ve o nehri besleyen sular vardır her zaman. Engeller dikilir önüne, çağlamasın, kurusun diye. Ama iyi biliyorlar ki, durduramazlar bu akışı. Önü kapanır ama sular birikir, kabarır, taşar ve yıkıp geçerler engelleri. Ve günü geldiğinde sarsar yeryüzünü.

İşte şimdi dünyayi sarsmanın zamanı…

7 Aralık 2018

Şemdin Şimşir

(1) o günlerde süreci doğru okuyamayan ve kapitalist sitemi yok etmek değil onu rötuşlayarak özgürlüğe ulaşacaklarını umut eden reformistler “Türkiye’nin Syriza’sı (Aleksis Çipras) biziz’’ slogan ve pankartları taşıyorlardı.

Önceki İçerik3.Havalimanı işçileri: Ölümle değil direnişimizle gündem olacağız
Sonraki İçerikBelçika’da ‘sarı yelekliler’e AB Kurumlarına yürüyorlar