Demokrasicilik Oynu, Faşist Devlet Ve Kürt Halkının Linç Edilmesi

Ülke ve dünya gündeminin hayli yoğun olduğu günleri yaşıyoruz. Yaşanan gelişmeler dikkatle değerlendirildiğinde tarihsel bir dönemden geçtiğimiz kolayca görülecektir. Faşizmin topyekûn bir saldırı politikası ile emekçi halkları, devrimci-yurtsever örgütlenmeleri ve mücadele ile yaratılan siyasal- kültürel değerleri, gelenekleri, bir bütün olarak geleceğimizi, Kürt halkının kurtuluşu ve Türkiye devrimini hedeflemekte. Bugün devrimcilerin- yurtseverlerin temel görevi bu geleceği savunmaktır, geleceği örgütlemektir.

Son süreçte HDP ye yönelik saldırılar, İzmir’de Deniz Poyraz’ın kaltedilmesi ve ardında birçok HDP il,ve ilçe binalarına yönelik saldırılar sürerken Türkiye’nin şehirlerinde yeniden Kürt emekçilere yönelik linçler yoğunlaştı. Kürt halkı üzerindeki baskı ve asimilasyon politikasının yoğunluğu sürüyor. Ancak bu artık tüm yönleriyle bir asimilasyondan öte yok etme savaşına dönüşmüştür. Bugün yaşananlara salt ırkçı saldırı demek artık pek doğru değil, devlet Kürt kalkına karşı savaş başlattı. Bu savaşın faşist saldırıları faşizmin bu açtığı savaşta ki çaresizliğinin sonucudur.

Ülkemizde sürdürülen kirli savaş, yoğun baskı, işkence, terör, katliamlar, gözaltı kayıpları, köy boşaltmalarla, ağır ekonomik koşular, yoğun baskı- sömürü kıskacına alınan Kürt halkının önemli bir kesimi, yaşamını sürdürebilmek için göç yollarına düştü. Ve gittikleri yerlerde de bu baskı saldırlar devam ediyor. Son olarak Ankara’da Kürt bir aile, faşistler tarafından saldırıya uğradı 4 kişi yaralandı. Afyon’da Kürt işçilere bir grup faşist saldırdı, 7 kişi yaralandı.  Konya’da Kürt bir aileye yapılan ırkçı saldırıda 1 kişi hayatını kaybetti. Bu saldırılar her geçen gün de artarak devam ediyor.

Toprağını, evini terk etmek zorunda kalan Kürt halkı Türkiye metropollerine yoğun olarak göç etti. Ancak bu zorunlu göç onlara yönelik devlet terörü ve onun uzantısı ırkçı faşist baskı, saldırı ve linçlerini hiç eksik etmedi.

Diğer yanda özelikle Kürdistan’da yaşanan yokluk, yoksulluk karşısında yaşamını sürdüre bilmek için mevsimlik işçi olarak çeşitli illere çalışmaya giden emekçiler bu baskı ve linçlere en çok maruz kalanlar oluyor.

Tüm bunları örgütleyen ve yöneten kuşkusuz ki faşist devletin kendisidir. Faşist sistemin tüm çıkmaz, krizine, tıkanıklıklarına karşın bir yandan bu yok etme saldılarını örgütlerken diğer yanda ise uzlaşmacı ve liberalizme vardığı mesajlarla kendi sistemini onarma ve yeniden kitle ile güven kazanma çabasındalar. Bir yanda Kürt halkına yönelik her türlü yöntemle açtığı savaşı sürdürürken bir yandan da uzlaşma ve diyalog umutlarıyla mücadeleyi tasfiye ve burjuvazinin güdümüne sokma çabasında.  Kuşkusuz ki ona bu manevra alanı sağlayan bizlerin politik-taktik-örgütsel yetersizliğimizi çok iyi değerlendirmesi ve inisiyatifi ele geçirme çabasıdır. Bugün sola ağırlıkla hakim olan uzlaşma ve iktidar perspektifini yitirmiş olması ona yeniden inisiyatifi ele geçirme manevraları oluşturmaktadır.

Ona bu fırsatı verense kuşkusuz ki bugün solda yaşanan ciddi kafa karışıklığının büyük etkisi yatmaktadır. Teorik olarak devleti, sistemi faşist olarak değerlendirmesine rağmen birçok kesim günlük faaliyet ve propaganda, ajitasyonda faşizmi salt AKP-MHP’de ibretmiş mesajı vermekte. Sistemin karakterini göz ardı ederek sorunu AKP-MHP karşıtlığı indirgemekte. Demokrasi bloğu ya da demokrasi mücadelesi? kiminin için demokrasi? Hani Kemalizm faşizmdi, hani CHP faşist partiydi, yoksa Davutoğlu, Babacan, 90’ların eli kanlı katili Meral Akşener mı yoksa Sivas katliamını yöneten Temel Kahramanoğlu’mu? Bunlardan hangisi Erdoğan, Bahçeliden daha az Kürt emekçi düşmanı? hiçbir. Bizim mücadelemiz halkların eşit, özgür sömürüsüz bir ülkesidir. Yoksa kulağa hoş gelen bir avuç asalak için daha çok sömürü ortamı sağlamak değildir.

Ya da AKP’nin yedek lastiği CHP’nin ve eklentilerinin de dahil olduğu “en geniş tabanlı” blokla demokrasi mücadelesinin verilmesi hedefi hiç değildir.

Gerçek demokrasi mücadelesinin parlamentarist hedeflerle bezeli reformist bir hatta verilebileceği ve bu yolda burjuva partileriyle ittifaklar kurulabileceği fikirleri uzlaşmacı siyasetinin köşe taşlarındandır.

Demokrasi mücadelesi verme kisvesi altında bağımsız hatta mücadele etmekten vazgeçen tasfiyecilerin burjuva partilerin kuyruğunda seçim bloklarına eklenerek legal partilerle parlamentarist çizgide mücadele sürdürmeleri ne yeni bir reformist siyaset biçimidir ne de bugüne ve bu topraklara özgüdür. Liberal burjuvazinin dümen suyundan giden, demokrasi mücadelesini anayasal reformlar ve tavizler sorunu olarak gören tasfiyeciler demokrasi mücadelesi devrim sorunudur diyenlerin her zaman karşısında olmuştur.

Bu tutum kendi özgücüne ve M-L inançsızlığın, uzlaşmacılığın ve liberalizmin dümen suyunda debelenmektir. Bu devlet faşist, bu devletin karakteri katliamcı, soykırımcı. Bu faşist devletin halklarımıza kan gözyaşı, baskı, sömürüden başka sunabileceği bir şey yoktur, olmazda. Bunun içinde sorun salt AKP-MHP değil asıl olarak sistemin kendisidir. 

Faşist devletin her politika ve taktiğini bu temel görev çerçevesinde ele alınmalı, politika ve taktikler böylesi bir perspektifle bakmalıyız. Onların bu politikaları karşısında devrim fırsatının her zamankinden daha fazla öne çıkarmamız gereken bir dönemden geçtiğimizi görmek ve bunun gereklerini yerine getirmek zorundayız.

Küçük- büyük, basit karmaşık bütün eylem biçimlerini, bütün propaganda yöntemlerini kullanarak bu saldırıların ve faşist devletin Kürt halkı ve emekçi halklara baskı, katliam, yok etmekten başka sunacağı bir şey olmadığı açık ortada.

Savaş, katliam, linçler karşısında bu faşist devlete karşı, uzlaşma, demokrasi vb saçmalıkların değil gerçek kurtuluşun devrimde ve bu sistemin top yekûn yok edilmesi olduğu gerçekliğiyle iktidarı hedefleyen bir örgütlenmeyi ve mücadele dönemin temel görevdir.

Çoklukların peşinde sürüklenen değil Fidel Castro dediği gibi; ‘’devrime 82 kişiyle başladım. Şimdi olsa devrime inanmış 10-15 kişi yeterli olur. Eğer planınız ve inancınız varsa ne kadar küçük olduğunuzun önemi yoktur.’’

24 Temmuz 2021

Önceki İçerikHaiti’deki suikast bize ne söylüyor?
Sonraki İçerikYandaşa Kıbrıs’ta yeni rant