Ülke 2023 seçimlerine kilitlenmiş durumda. Bu seçimlere herkes sınıfsal olarak konumlandığı yere göre yaklaşım yüklemekte. Ama gerçek olan bir şey varsa, o da kriz ve bunalım içinde olan faşist sistemin varlığını devam ettirebilmesi için yenilenmeye ihtiyaç duyduğudur.
İşte bu noktada herkes bu ihtimal karşısında konumlanırken, oluşacak değişiklikte iktidar olma ya da oluşacak iktidardan pay alma çabasında.
Sistemin tıkanıklığına çözüm olarak sunulan başkanlık sisteminin çıkmazı ve yeniden dizayn edilme ihtiyacı ve bu temelde egemen sınıf partileri Cumhur İttifakı ve Millet İttifakı ile seçim odaklı bloklar oluşturarak bir saflaşmaya gitti.
Faşist sistemin krizinin aşılması ve yenilenme ihtiyacı karşısında egemen sınıf temsilcileri nezdinde iki kliğin tuttuğu bu iki ittifak dışında ise “sol”, “sosyalist” olarak kendisini adlandıran yapıların oluşturduğu ittifaklar. Kürt özgürlük mücadelesinin legal alandaki temsilcisi ve seçimlerde burjuva klikte ki her iki ittifakında kazanması için desteğine ihtiyaç duyduğu HDP ve onun öncülüğünde oluşan “Emek ve Özgürlük İttifakı” ve “Sosyalist Güç Birliği”
Öncelikle şunu belirtmeliyiz ki, “Sosyalist Güç Birliği”nin ismi dışında sosyalistlikten çok uzak sistem içinde kendisine yer arayan ve şovenizmin zehrinden bir türlü kendisini kurtaramadığı için de HDP’den uzak durmaktalar. Ancak bunlar gibi düşünüpte sadece HDP üzerinde protokol, koltuk peşinde olanların bir kısmi Emek ve Özgürlük ittifakı içinde yer aldılar. Kürt sorunu konusunda programlarında Kemalist, pratik duruşlarıyla Sosyalist Güç Birliğinde farklı olmayanların hesabı belli, burada kendine imkan sağlamak. Aslında bugüne kadar olanlarda bir fark varsa o da bu kervana belediye seçimlerinde HDP ile ayrı duran “devrimci yerel yönetimler anlayışı” ile başlayan İbrahim Kaypakkaya geleneğinin de eklen SMF, biraz utangaçta olsa süreci parlamentarizmi de katarak ilerliyor.
Asıl olarak ilginç olanın ise herkesin ittifakının “seçim endeksli olmadığı” söylemidir. Gerçekte öylemi? O zaman sormak gerekmiyor mu niye ayrı yerdesiniz? Ya da Kürt sorunu dışında deklarasyonlarda fark nedir? Hatta Kürt sorunu çıkarıldığında Millet İttifakında farkı nedir? Aslında yaşanan her seçim döneminde olanın tekrarı. Reformist, liberal parti ve hareketler, her seçim öncesinde, dönüp dolaşıp bir “birlik” ilan ediyorlar, güçlerini birleştiriyorlar, sonra ne oluyorsa, dağılıyorlar. Bir sonraki seçim arifesine kadar. Bugün de tekrarlanan aynısıdır.
Artık klişe hale gelen: “Biz birliği sadece seçimlerle sınırlı tutmuyoruz, birliğimiz seçimlerle sınırlı değil”. Suçkuluk psikolojisiyle “parlamentarist” diye anılmamak için bir çaba içindeler. Devrimci, sosyalist vb sloganlarda devrimci bir duruş ve devrimci bir hedefleri olduğu imajıyla, devrimci görünmek istiyorlar.
Teori de hazır, Erdoğan AKP-MHP faşizmden kurtulmak için bugün acil görev “Erdoğan’ın yeniden seçilmesine engellemek” söylemiyle yürüttükleri pazarlıklarla kitleleri “Millet İttifakı” üzerinden burjuvazinin kuyruğuna takmak… Bunu herkesten açık ifade edense TİP Genel Başkanı, “Biz, ‘Millet İttifakı’nın adayını desteklemeye hazırız, yeter ki ikinci bir Ekmeleddin vakası yapmayın” diyerek aslında herkesin duygularına tercüman oluyor. Öyle ya, faşizm AKP-MHP’den ibret devletin karakteri faşist, sömürgeci değil, yaşananların bir sistem sorunu değil, kötülüklerin nedeni sadece Erdoğan…
“Biz birliği sadece seçimlerle sınırlı tutmuyoruz, birliğimiz seçimlerle sınırlı değil” diyerek her ittifakın diğerini seçim endeksli olmakla suçlarken söylem ve slogandan öte pratik en iyi gösterge. Pratik tüm bu söylemlerinin salt ajitasyon olduğunu o kadar güzel göstermektedir ki, başka bir söze gerek bırakmamaktadır. İki fedai Kürt kadının eylemi karşısında kınama yarışına girenler ve ittifakın kamburu karşısında yutkunmak zorunda kalanların suskunluğu her şeyi ortaya koymaktadır. Yada İran’da Jîna Emînî’ye yönelik gösterilen refleksle, 4 Ekim’de Irak Kürdistan Süleymaniye’de faşist sömürgeci rejimi ve işbirlikçi ihanet çetesi KDP’nin desteğiyle Jinekoloji Dergisi Editörü Nagihan Akarsel katliamına karşı gösterilen duyarsızlık, Kürdistan’da yürütülen savaşa ve soykırım karşısında ki duyarsızlık her şeyi açıklamıyor mu?
Özünde, reformist, liberal parti ve yapılar, yaşanan kriz ve faşizmin çıkmazında devrimi örgütlemek değil, onlara göre, burjuvaziyle uzlaşmaya, sosyalizme gidilecekse de yavaş yavaş, devrimci yoldan, barışçıl gelişme yoluyla, varılacağıdır.
Öncelikle ülkemizde yapılacak, ya da yapılması olası seçimlerin önmeli olduğunu inkâr etmiyoruz ama bugün yaşanalar karşısında mücadelemizin odağına seçimi koymuyoruz. İçinden geçtiğimiz süreçte dünyanın her yanında, emperyalist savaşlar ve onların kışkırtmasıyla bölgesel silahlı çatışmalar giderek artmakta. Bu çatışmalarda her gün yüzlerce insan öldürülüyor, binlercesi yaralanıyor ya da bulunduğu alanları terk ederek göç yollarına akın ediyor. Ve tüm dünya halkları her geçen gün daha da yoksullaşıyor. Emperyalist-kapitalist sistem korkunç bir kriz içinde. Onların bu krizini aşmak için attıkları adımlar ve çıkardıkları savaş halklara daha çok yoksulluk demektir.
Ülkemizde de durum farklı değil. Sistemin ağır bir kriz ekonomik çöküntü içinde ve bu krizini çatışmalı bir süreçle giderme çabasında. Sıkışan iktidar içeride etkili olsun diye dışarıda savaş politikası sürdürüyor. Kürtler her daim hedef halinde. Milliyetçilik ve din üzerinden politikaya sarılmayı seçiyorlar. Böyle olunca içeride baskı ve hukuksuzluk yeni bir boyut kazanıyor. Onların bu kriz karşısında devrimci, muhalif kesimlerin kendisini konumlandıracağı yer tabi ki seçimler değil emperyalizme faşizme karşı direnişin mevzileri, sokağın örgütlenmesidir. Yaşanan koşullarda devrimci duruş ve tutum seçim endeksli saflaşma ve ittifaklar olamaz.
Kaldı ki bugün ülkede yaşanan faşist-şeriatçı tek adam diktatörlüğünün ülkeyi normal olarak Haziran ayında yapılması gereken bir seçime götürüp götürmeyeceği, yada yapılacak olsa bile hangi koşullarda nasıl bir seçim olacağı belirsizken. Burjuva muhalefetiyle birlikte aynı çizgiye düşerek oluşan tepki ve yükselen muhalefeti sistem karşıtlığı yerine seçim endeksli bir hata çekmek ancak sistemin işine yarar.
Kapitalizmin krizinin bir çözümü yok, dolayısıyla kapitalizm içinde onun sisteminin seçenekleri içinde yollar arayarak bir çözümü yok. Yani kriz büyük, çöküntü kaçınılmaz, bu çöküntü karşısında kitlelerde giderek sistem içi değişimlerle çözülmesinin mümkün olmadığı bilincinin giderek hâkim hale geldiği bir süreçten bahsediyoruz. Halklarımızın hoşnutsuzluk ve beklentileri artık eski kalıpların, mevcut siyasal düzlemin, geleneksel örgütlenmelerin sınırlarını zorluyor. Ancak bu zorlama henüz devrimci siyasete evriltilemediği için siyasal çatışma yine düzen içi siyaset sınırları içinde tanımlanıyor. Devrimcilerin görevi bu durumu tersine çevirmek, bu muazzam tepkiyi direk sisteme yöneltmektir.
Kriz halinin egemen siyaset sahnesindeki yansımalarını daha önce görülmedik biçimde sermayenin hoşnutsuzluğunu da arkasına alan alternatif arayışları, sağın parçalanması, kontrgerilla içi hareketlenme ve toplamda bir devlet krizi olarak yaşıyoruz. Cumhur İttifakı’nın çoğunluk desteğini yitirmesi ve Millet İttifakı’nın da yükselişiyle bir iktidar değişikliği beklentisi yaratılıyor.
Faşizme karşı mücadele, direnişte işçi sınıfını, halkı bağımsız bir siyasal güç haline getirmek devrimcilerin iradi müdahalesiyle mümkündür. Bu toplumsal hoşnutsuzluk ve alttan alta kaynama isyan dalgası elbette yeterli değil. Bunun içindir ki, devrimci sosyalist güçlere düşen görev mahallelerde, işyerlerinde, okullarda kısacası hayatın her alanında devrimci bir duruşla bunu örgütlemek ve öncülük etmektir.
Devrimcilerin görevi halkın, itirazını ve talebini dile getirmek ve örgütlemek için seçime odaklı olamaz. Meşru, haklı mücadelelerle haklarını alabileceğini, saldırılar karşısında barikat oluşturulabileceğini göstermek ve örgütlemektir. Yaşanan ve giderek sertleşecek olan kriz ve çatışmalı süreçte bilinmeze değil, direnişi örgütlemek ve faşizme cephede savaş açmaktır.
Faşizm karşısında devrimci sol, sosyalist, anti-faşist güçler arasında ortak hareket arayışları hep süre gelmiştir. Yaşanan kriz ve siyasal çatışma koşulları bunu bir ihtiyaç olarak dayatıyor. Ancak bu ihtiyaç bugüne kadar olduğu gibi pragmatist ve zarifliğini gizleme, ya da seçim endeksli olmayacağı ortada. Eğer birliktelik ortak mücadele zeminlerini güçlendirmiyor, mücadeleyi büyütmeye yönelik sonuçlar üretmiyorsa hiçbir anlamı da yoktur.
Devrimci, sosyalist mücadele odağı ebette ki iktidar mücadelesidir. Bu da hükümet değişikliğiyle yetinmeyen, onu da içeren ancak ülkemizde faşizmin bütün kurumsal yapısıyla yıkılmasını hedefleyen bir mücadeledir. Siyasette gündelik mücadele ile stratejik hedefler arasında bir bağ kuramadığınızda, sadece birine odaklandığınızda savrulmak, ya da siyasetsiz kalmak kaçınılmaz. Bu nedenle sisteme karşı mücadele ile faşizme karşı mücadeleyi bir bütünlük içinde ele almak gerektiğini söylüyoruz.
Tekrarlayalım, bizler açısından bugün asıl görev bu süreçte öncelikli faşizme ve onun saldırılarının savaşa, yokluk yoksulluğa karşı direnişi ve mücadeleyi örgütlemektir. Kuşkusuz ki seçim gündeme geldiğinde de hangi koşullarda ve nasıl olacağı belirginleştikçe dost ve devrimci kurum ortaklaşma vb doğru devrimci tutumumuzu ortaya koyacağız.
10 Ekim 2022