Çete devletin çete-rant çatışması!

Susurluk kazasından sonra bir kez daha devlet-mafya-siyaset, medya içi çatışmanın yarattığı sonuçlarıyla pisliklerini ortalığa saçıyorlar. “Vatan, Millet” sevgileri, her şeyi elde edecekleri ranttır. Bu ranttan dolayı kapıştıklarında ise, tam da Che’nin dediği gibi en kanlı bıçaklı düşman oluyorlar. Bu bizler açısından ne yeni ne de sürpriz.

Biz yıllardan beri söylüyoruz, söylemeye de devam edeceğiz. Bu devlet, çete devlet, bu devlet halkların değil bir avuç asalağın ve uluslararası güçlerin devletidir. Bu devlet faşist! Ülkemizde faşizm devletin şekillenmesine, politikasına damgasını vuran temel olgudur.

Bu devletin kuruluşunun kökeninde kontra-çete niteliği var. Osmanlı ittihat terakkiden cumhuriyete her dönem çeteler bu devletin hep bir ayağını oluşturmuşlardır. Değişmeyen tek bir şey var; Pontus katledilir, vatan edebiyatı, Ermeniler katledilir, vatan edebiyatı, Süryani, Ezidi, Kürt, Alevi, solcu kısacası kim muhalifse, kimin malına mülküne göz dikmişlerse vatan elden gidiyor edebiyatı ile kamufle ediliyor.

Bu çatışma iktidar kliklerinin kendi aralarındaki yönetim çatışmasıdır. Tekelci burjuvazinin tek başına iktidar olmadığı ve iktidarı diğer kesimlerle paylaşmak zorunda kaldığı sömürge ve yeni sömürge ülkelerde ki klasik çatışmaların kendisidir.

Ağar’dan, Çatlı’sı, Çakıcı’sı, Peker’i, Soysuzu… Başbakanından Erdoğan ailesinin hepsi, bugün demokrasi kahramanı kesilmeye çalışan Akşener’ine kadar bir bütün olarak bu pisliğin yaratıcıları, geçmiş faşist devletten devraldıkları mirasın sürdürücüleri.

Kısacası rahatlıkla diyebiliriz ki, Türkiye çeteler yaratmakta dünya birinciliğini eline geçirmiş bulunuyor.

Herkes ‘Türkiye Araplaşıyor, şeriat devleti oluyor’ derken o Latin Amerika’nın muz cumhuriyeti oldu. Latin Amerika ülkelerinde en somut örneklerini gördüğümüz cinayet baronları kimi zaman bir başbakan olarak karşımıza çıkar, kimi zaman bir polis şefi, kimi zaman bir toprak ağası, kimi zaman da ölüm mangalarının şefi olarak. Mahir Çayan’nın 1970’lerde söylediği “ülkemiz Latin Amerikalaşması” tespiti tamda budur işte. Yeni sömürgeciliğin en son, yani çöküş aşaması diye bileceğimiz bu aşama aynı zamanda devlet yapısının dağılmaya başladığı, klasik anlamda bir ordu teşkilatının yerine giderek egemen sınıfların kendi özel ordularının aldığı dönemdir.  Bugün ülkemizde de elini sallasan bir özel teşkilata değer. JITEM, korucular, yeni yeni özel polis birimleri, yeni bekçiler, Özgür Suriye ordusu, SADAT, cemaatler, tarikatlar vb…

Kuşkusuz bunların, birde emperyalist haydutların yönlendirmesi ve uluslararası kurumlarının uzantısı vardır. NATO’nun bünyesinde oluşturulan Glodya ve onun uzantısı ülkemizde ki kontrgerilla yapılanması…

Bugün açıklamalarıyla salt AKP’yi teşhir ediyor diye Peker’e sempati duyanlar, devletin faşist ve çete karakterini göremeyip katiline sempati duyuyor. Düne kadar Sedat Peker mahkemelerde 6 Mart 1993’te İstanbul Kartal’da katledilen Devrimci Sol önderlerinden Bedri Yağan, Gürcan Özgür Aydın, Menekşe Meral, Asiye Kasap ve Rıfat Kasap’ın katliamı için, İstanbul İstihbarat Şube Müdürü Hanefi Avcı ile ilgili şunları belirtiyordu: “Öldürenler polis değil, itirafçılardı. Benim yanıma yolladığı itirafçıları o operasyonlarda kullanıyordu. Dev-Sol içinde tasfiye edilen Bedri Yağan’ın ve diğerlerinin tüm bitişik atış raporları çatışmada ölmediklerini, infaz edildiklerini gösteriyor. Öldürenler polis değil, bu itirafçılardı. Hanefi Avcı’nın Benim yanıma yolladığı itirafçıları o operasyonlarda kullanıyordu. En son temizliği yani imha işini onlar yapıyordu”. Hepsi bir yana, devletin resmi polisinin düzenlediği bir operasyonun perde arkası, anlayana…

O gün farklı kliklerde yer alıyor ve kendi aralarında yine dalaşıyorlardı. Daha sonra dengeler değişti, cemaat çatışmasıyla yeniden derin devlet denen çeteyle ittifak kuran AKP birbirine her türlü hakareti yaptıkları MHP ile ittifak oldular. Daha beyinlerde tüm canlılığını koruyan Peker’in aydın ve akademisyenlere yönelik; “kanınızı oluk oluk dökeceğim, kanınızla banyo yapacağım… hepinizi elektrik direklerinde sallandıracağım…” Hangi birini sayalım ki. Kürt halkına, Suriye’ye, Libya ve Karabağ’a yönelik besledikleri IŞİD çeteleri, düzenledikleri faili meçhuller ve katliamlar, oralara aktarılan silahlar… Peker tüm bunların parçasıydı!

Geçmişte bu pislikleri ortaya çıktığında, örtbas edemediği noktada deşifre olmuş kirliliği kamuoyuna izah edebilmek için devletin bulaştığı pislikleri tüm kamuoyunca bilinen 3-5 katili, göstermelik olarak başlatılan soruşturma ve yargılamalara sanık yapar­ken, aslında çeteleri yasallaştırıyordu, bu katiller sürüsünün hareket alanını genişletiyordu. Kısa bir süre çiftlik tabir edilen cezaevlerinde “misafir” edilen bu katiller, daha sonra, hareket alanı geniş­letilmiş ve yasallaşmış olarak tekrar sokağa salınıyordu.

Daha Susurluk kazasının ilk gün­lerinde, devrimciler gerçekleri dile geti­rirken, gelişmelerin hangi yönde olacağına vurgu yapmışlardı. Bugün de tüm pislikleri ve aralarındaki çete-rant çatışması, kendilerinin (devletin) besleyip büyüttüğü Sedat Peker’le gündem. Bu kez göstermelik soruşturma ve yargılamalarla da bu örtbas edemeyecekler. Onlar unutmuş olsalarda, halklarımız Susurluk yargılamalarındaki sahteliğin tanığı oldu ve unutmadılar.

Bu devletin gırtlağına kadar yalnızca pisliğe battığının değil, pisliğin yaratıcısı olduğunun resmidir. Yaşanan gelişmeler, biz devrimcilerin daha en başta söylediklerini, yani; mevcut sistem için­de çetelerin üzerine gidilebilmesinin, katillerin yargı önüne çıkarılıp hak ettikleri cezaları almasının, gerçeklerin açığa çıkarılmasının ve devletin demok­ratikleştirilmesinin mümkün olmadığını kanıtladı.

Bu pisliklerin açığa çıkması için ne mahkemelerin ne de soruştur­ma komisyonlarının özel bir araştırma yapmasına gerek yok. Oligarşi içi çelişkiler nedeniyle gündeme gelen çatışmalar, deşifrasyonun belirleyicisi oluyor. Dün adeta bir furya haline gelen kaset savaşları, itiraflar, bir bir ortaya dökülen gerçekler nedeniyle, kirli ilişkilerin önemli bir kısmı, bütün kamuoyunun gözleri önüne serildi.

Buna rağmen, başlatılan soruş­turma ve yargılamaların hiçbirinden, olumlu bir sonuç çıkmadı. Her gün bir başka hukuksuzluğa, katillerin salıverilmesine, suç dosyalarının hasır altı edilmesine, kapanmasına tanık olduk.

Ve bugün bu katiller sürüsü, hareket alanları genişlemiş, “meşrulaşmış’’ bir tarzda, bütün pis ve karanlık ilişkilerini devam ettirmektedir. Paravan spor ku­lüplerinden işyerlerine, kumarhane işletme­ciliğinden, marinalara, medya patronluğu, devlet adına uluslararası ticaretle haraç, çek, senet tahsilatına, ihalelere kadar bir dizi kirli işi devletin kendilerini meşrulaştırmasıyla beraber daha rahat biçimde sürdürmektedirler.

Kendisi ve eşinin telefon numaraları uluslararası uyuşturucu kaçakçılarıyla bağlantılı çıkan dönemin Başbakanı Tansu Çiller’di. Onun içişleri bakanı Mehmet Ağar’dı. Bugün yeni bir umut olarak sunulmaya çalışılan Meral Akşener, 11 Kasım 1996 tarihinde içişler bakanlığı görevini devralırken ne diyordu; “Ağar’ın yükselttiği çıta aşağı düşürülmeyecektir.” O çıta neydi? Uyuşturucu, Kürdistan’da köy yakmalar, sokak infazları, gözaltında kayıplar… O gün Abdullah Çatlı’yı savunan, Çatlı’nın da kendilerinin de bu devlete “hizmet” etmekten başka bir suçları olmadığını savunanların, “hizmet”le neyi kastettikleri sır değildir. Ağızlarını her açtıklarında “vatan, millet, devlet“ten başka söz çıkmayan bu katillerin “hizmet”leri tek tek ortalığa dökülüyor.

Binlerce faili meçhul, katliam, gözaltı kayıplarının, yakılan yıkılan köylerin hepsinin faili başta bu devlet ve onun çeteleri Ağar, Soysuz, Erdoğan, Bahçeli, Peker, Akşener’dir. Bugün yaşadıkları çete-rant çatışması birbirini deşifre ederken, hiçbiri diğerinden daha daha ay suçlu değildir.

Bütün pislikleri deşifre olmuş bu katiller, İhtiyaç duyuldukça zaman zaman yine cezaevlerinde, polis mer­kezlerinde “konuk” edilecek, “ifadelerine başvurulacaktır!” Sonra aynı köhne çark, işlemeye devam edecektir. Bu çark döndükçe üreteceği şey ise, daha fazla pislik, daha fazla karanlık işler, daha fazla adaletsizlik, işkence, cina­yet, zulüm olacaktır.

Yine onlar “vatan için kurşun atan da yiyen de” diyecekler ve her şeyi vatan edebiyatının arkasına gizleyeceklerdir.

Ama bu çarkın hep böyle işleye­ceğini düşünmek, tarihsel gelişmeyi reddetmek, insana, insanlığa inancı yitirmek demektir.

Faşist devlet haklarımıza, devrimcilere ve Kürt halkına karşı yürüttüğü kirli savaşta “her şey mubahtır” diyerek pervasızca mafya çeteleriyle, aşiretleriyle, kiralık katilleriyle ortaklık kurmuştur. Bu kurulu ortaklıkta asalak çeteler her türlü rantın sahibi olmuşlardır. İşte bu rant paylaşımında aralarında ki kavganın adı da “vatan” olmuştur. Ve devletin her kademesinde, ordusunda, kolluk kuvvetlerinde, sokaklarda, fabrikalarda, okullarda, hemen hemen her yerde bu çetelerle karşılaşmak mümkün. Devletin beslemesi olan çeteler bugün artık devletin kendisi olmuştur.

Bu çete devletin tüm pislikleriyle ortadan kalkmasının da tek yolu vardır; bu pislikleri devrimden başka bir şey temizleyemez. Mafyalaşmış faşist devlet salt AKP-MHP’den ibret değil, bir bütün sistemin kendisidir. Bu çürümüş sistemin tek çözümü devrimdir. Çünkü sömürü, yolsuzluk, mafya-çete bu sistemin karakteridir. Birilerinin rüyasını gördüğü “demokrasi” değil. Siyasal iktidar halkların eline geçene kadar bu sistem çetelerini üretmeye devam edecektir.

Ve surat­larındaki aşağılık gülüşle ezilen halkla­rımızla adeta alay edenler, halklarımızın gerçek yargısı ile bir gün mutlaka kar­şılaşacaklardır.

25 Mayıs 2021

Önceki İçerikKADINLAR ARTIK ÖN SAFTA…[1]
Sonraki İçerik8. Yıldönümünde Yaşasın Gezi Başkaldırısı