Gazze yanıyor. Çocukların çığlığı, yıkılmış evlerin altında sıkışanların nefesi dünyanın dört bir yanında yankılanıyor. Hastaneler bombalanıyor, su ve elektrik kesiliyor; bir halk topyekûn kuşatma altında yaşamaya çalışıyor. Bu vahşetin faili yalnızca tetiği çeken Siyonist İsrail devleti değil; onun arkasındaki emperyalist düzen, petrol ve silah tüccarlarının çıkarları ve “stratejik ortaklık” masalarında kadeh kaldıran küresel sermaye ve yerel işbirlikçi güçleridir.
Birleşmiş Milletler’in kristal avizeli salonlarında toplanan büyük güçler, “insani endişe” tiyatrosu sahneliyor. ABD öncülüğünde ve Türkiye dâhil kimi İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) üyelerinin de imza attığı bildirilerde, on binlerce sivilin katledilişinin gerçek sorumluları adı anılmadan geçiştiriliyor. Bu suskunluk rastlantı değil, jeopolitik hesapların ve enerji çıkarlarının bilinçli bir tercihidir.
“Ateşkes” ve “insani yardım” vurguları, halkların öfkesini yatıştırmak için kullanılan birer süs. Filistin’in yeniden “imar” ve yatırım projeleriyle kârlı bir pazara dönüştürülmesi planları şimdiden masalarda. Bu, acının bile sermayeye tahvil edilişidir. Kanla sulanan topraklardan kâr devşirmenin utanmazlığıdır.
Ortadoğu’daki işbirlikçi yönetimler, kendi iktidarlarını koruma pahasına halkların iradesini pazarlık masalarına sürüyor. “Reform”, “istikrar”, “güvenlik” gibi kelimeler, direnişi zayıflatmanın, bağımsız inisiyatifi boğmanın şifreli adı haline geliyor.
Filistin halkının yaşam hakkını, onurunu ve özgürlüğünü savunmak, ne militarist çözümlerle ne de diplomatik koridorların cilalı cümleleriyle mümkün.
Gerçek çözüm: Filistin halkının ağır bedeller ödeyerek sürdürdüğü direnişi büyütmek, uluslararası enternasyonal dayanışmayı genişletmek ve bu direnişi dünya çapında güçlendirmektir.
Bağımsız sivil toplum kuruluşları, devrimci ve sosyalist yapılar, işçi sınıfı ve küresel barış inisiyatiflerinin ortak eylemleri -tıpkı İtalya’da görüldüğü gibi- bölge halklarını eşitlik ve adalet temelinde bir araya getirecek tek güçtür.
Gerçek dayanışma, fabrikaların bantlarında, tarlaların alın terinde, kampüslerin barikatlarında, varoşların, ezilenlerin ortak sofralarında filizlenir. Sınırları aşan bu toplumsal dayanışma, ulus ve din farkı gözetmeden her insanın yaşam hakkını savunmanın en güçlü aracıdır.
Bugün ihtiyaç duyulan, yeni bir paylaşımın değil, adil ve kalıcı bir dünyanın inşasıdır. Bu dünya yalnızca halkların özgür iradesine dayanan devrimci bir süreçle mümkündür. Halkların gerçek anlamada özgürleşmesı emperyalist sermaye ve onun yerel işbirlikçilerinin pazarlık masalarında sağlanamaz. Ülkemiz ve dunya halklarının birlik, mücadele, dayanışmasını hep birlikte büyütmeliyiz.