Yazının başlığına bakıp ta böyle şey olur mu? Diyebilirsiniz, hatta komik bulanlarınız olacaktır. Ne yazık ki mizahi bir başlık değildir ve bu durumu siyasi yapıların yaşadığı bir gerçekliktir. Kendi varlığıyla çelişen, belki tirajı-komik ama yaşanan bir gerçek…
Ülkemizde mevcut siyasi yapıların durumuna bakıldığında, devrimci saflardaki insanların önemli bir bölümünün gerek savunduğu siyasetin geçmişi gerekse de sosyalist düşüncenin ülkemizdeki genel gelişimi konusunda bilgisiz, kayıtsız ve duyarsız olduğu gerçeğiyle karşılaşılır. Oysa bir devrimci bir Marksist-Leninist için tarihi bilincinin önemi ortadayken bu durumu görmemezlikten gelinmektedir. Bir bütün olarak devrimci hareket oluşturan mevcut örgütlenmelerimiz, bu bilinci yadsıyarak ve daha çok güncelci davranarak varlıklarını sürdürmektedirler. İşte bu noktada bizlerin ‘apoletliği’ başlamaktadır. Bu apolitikliktir ki, ufkun daralmasını daha işin başında getirmektedir.
Mevcut sürece bakıldığında, politik üretimsizliğin, tıkanmanın, durgunluğun en önemli etken ve faktörlerden biri de bu durum olduğu görülecektir.
Marksizm- Leninizmin yaşamın hareketliği içerisinde, bu hareketliliği yakalayarak, ona uygun tarzda hareketlilik içinde olma gerçeğini kavrayamayan siyasi yapılar, yaşamın statik bir olgu olarak ele almakta ve kendilerini de statik, durgun bir sürecin içine sokmaktadırlar. Mevcut statiklik ise, atıllığı, hantallığı, doğal olarak da üretimsizliği, politik üretimsizliği beraberinde getirmektedir. Bu durumun adı da apolitikliktir. Etiket farklı olsa da.
Politik olabilme, tutarlıktır, politik olabilme eylemlerin sürekliliğidir. Politik olabilme, güncellik ve zaman boyutları açısından, mantıklı bağlar kurabilmeyi gerektirir, politik olabilme; yaşamın hareketliğini, diyalektik, ilişki ve gelişim içinde ele alıp, ona uygun hareketlik, politikalar üretebilmektedir. Politik olabilme, Marksist -Leninist politikalar üretebilmektir.
Peki nedir Marksist politika? Marksist politika; nesnel gerçekliğin iç bağlantılarıyla birlikte- ilişki çelişkiyi ve gelişmeleriyle birlikte değerlendirilmesi, yasalarını ortaya konmasıyla oluşturulacak teori doğru sonucu bilince çıkarılan bir bütünlüğü etkileyip belli bir amaç doğrultusunda- devrim ve sosyalizmi gerçekleştirme amacı doğrultusunda değiştirme çabalarının tümüdür.
Bu sistemi dünyayı değiştirme, bu bütünlüğü değiştirmeye yönelik çabaların tümüdür Marksist-Leninist politika yapabilmek. Yani mevcut düzeni yıkıp, yerine yeni bir düzen yaratma, yeni bir toplum biçimi oluşturma çabalarının tümüdür. İktidar perspektifiyle devrim mücadelesinin sürekli kırıp, her koşulda sürdürüp, devrimci halk iktidarını sürdürecek kesintisiz mücadeleyle, sosyalist iktidarı kuruma mücadelesinin tümünü kapsayandır. Marksist -Leninist politika… kısacası kararlık, tutarlık ve sürekliliktir… politika yapmak.
Bu tutarlılık ve sürekliliğin yanında, toplumsal yaşamın çeşitli alanlarında yaşayan çelişki ve gelişmelere yönelik olarak da, politik üretim yapabilmektir ML politika. Bu alanlara ilişkin politikalar, elbette o siyasi yapılanmanın kendi özgün ekseninde hareketle geliştirilmelidir. İşte yoğun olarak yapılacak olan bu üretimle apolitiklikten sıyrıla bilinir. Eğer toplumsal yaşamın bu alanlarına yönelik politik üretimsizlik, ‘nasıl olsa hepsinin çözümü devrimdir’ mantığından hareketle meşrulaştırıyor ve işin kolayına gidiliyorsa, burada politik üretimsizlik, burada apolitiklik söz konusu dur.
Sonuçta bugün yaşadığımız coğrafyada özellikle devrimci yapıların bugün yaşadıkları olumsuzlukların, tıkanıklığın, durgunluğun yenilginin ve bunların sonucudur ki, yasalcılığın kabulleniciliğin kaynağında yatan temel etmenlerden biri de ‘apolitikliktir’.
Politikleşmenin, kendini sorgulamanın olmazsa olmaz koşulu olduğunu düşündüğümüzde, yaşadığımız süreçte devrimcilerin çok da fazla politik olma niyetleri olmadığını görülür. ‘Apolitik’ statükodan memnun olmaları ki, bunun çabası da, adımların atılması da gerçekleşmiyor.
Evet bugün, mevcut apolitik statüko ile, var olma sorunu yaşayan devrimci örgütlenmeler, durumlarında memnun ve tüm faaliyetliliklerini ve ‘politika’lerını da buna göre belirlemektedirler.
Ülkemiz siyasi yapıların 40 yıllı aşan tarihlerine baktığımızda, belli dönemler hariç, konformizm genel bir anlayış olmuştur. Bu durum dahi apolitikliğin yaşandığını bir göstergesidir.
Yine tarihsel olarak baktığımızda- konformizmin yaşadığı- 60 ve 70’ler arası süreci, apolitikliğin dışında tutarsak, sürekli bir öğrenme ve aydınlanma çağı olarak değerlendirebiliriz. Bu dönemde kendini en haklı, en doğru ve tutarlı gören anlayışları dahi öğrenme ve bilime ve kendini geliştirme dürtüsü, ihtiyacı ile davranıyordu. Ki bu ihtiyaç ile kendini doğru, tutarlı ve haklı görmesine rağmen, o anlayışa politize bir tutum kazandırıyordu. Yine bu öğrenme ihtiyacı ile sadece kendi örgüt anlayışını, çizgisini devrimci teori olarak kavramıyordu. Kavramadığı için de içe dönük politika yapıyor, buda onun yüzünü dışa dönük kıldığı politize ettiği için, hem devrimci teoriyi, hem de ideolojik mücadeleyi yapmasını bilerek, ideolojik birliği olsun, ideolojik girişimi olsun, daha hızlandırıyordu. Buda sürece devrimci tarzda müdahale edebilen bir örgütlenmeyi ve örgütün kitleler içinde kök salmasını beraberinde getiriyordu. (THKP-C’nin gelişim çizgisine baktığımızda bu durum kendini çok net olarak ortaya koymaktadır.)
Türkiye devrimci hareketi 60’lar 70’ler arası yoğun bir biçimde Türkiye devriminin yolunu, Türkiye devrim stratejisini tartışmıştır. Ancak bu tartışma ideolojik lafazanlıktan ibaret bir tartışma değildir. M-L evrensel ve yerel olarak doğru kavraması çabasını belirlendiği bir tartışmadır bu. Sadece Marksizm -Leninizm değil, dünya devrim deneyleri ile birlikte Türkiye geleceğinin tartışıldığı bir tartışmadır bu. Eylemin muhtevasını belirlemek için amaca ulaşmayı sağlayacak araç ve yöntemlerin yaratmak, strateji ve taktik belirleyip harekete geçirmek için tartışılmıştır. Taşıdığı bütün eksiklere rağmen, yer yer yüzeysel kavrayışlara ve şablonculuğa rağmen, bilimsel olma çabasının gerçeği arayışın ve gerçeğe ulaşmak için harekete geçmek isteğinin biri ürünüdür bu tartışmalar. İdeolojik mücadelenin ve gelişmenin bir boyutu olan bu tartışmalar, özellikle reformizmin ve revizyonizm tarihsel olarak gelişiminin önüne set olmuş ve Marksizm- Leninizmin yaşadığımız coğrafyada, ideolojik-politik ve örgütsel olarak etek- kemiğe bürünmesini yaratmıştır.
Daha sonra yaşanacak olan süreçte ise, yapılan ideolojik tartışmalar, sürdürülen ideolojik mücadele, mevcudu korumayı (içe kapalılık sürmektedir) yöneltilmiştir. Bu sürecin ‘politik üretimi’ bu tarzdır. Bugüne kadar da aynı tarz sürmüştür. İdeolojik gelişim yok olmuş var olan mevcut, doğuma düzeyinde kavranmıştır. Yanlışın sorgulanması, eksiğin tamamlanması dahi söz konusu olmayıp, tam bir dogmatiklik hâkim kılınmıştır. Durgunluğun, tıkanıklığın ve yenilginin önemli nedenlerinden biridir bu. Ve bugün giderilmediği noktada tamamen yok oluşa götüreceğini söylemek için kâhin olmak gerekmiyor.
Apolitikliğe ilişkin, son sürecin değer bir göstergede, siyasi yapılanmaların genç kuşaklarıyla, tabandaki kitlelerin durumu ve özellikleridir.
Mevcut siyasi yapılanmalar, kendi örgütlenmelerini, sürece uygun devrimci politikalarla örgütleyip, siyasal mücadelenin gerektirdiği pratiğe yöneltme yerini ve devrimci gelişmelerini sağlama ve politik formasyon kazandırma, mücadele içinde gerek teorik, gerekse de pratik olarak bilinçli olsunlar yetiştirme yerine, kitlelerin, genç kuşakların sisteme karşı oluşan tepkisel yanlarını kaba bir mantıkla ele alınca, buna uygun kaba politikalarla şekillendiren bir taban, bir kitle, bir genç kuşak yetiştirilmiştir/ yetiştirilmektedir.
Şu çok açık ki, politikleşmemiş bir tabanın ya da genç kuşakların, herhangi bir kitlesel eylem de olsun ya da bir olay karşısındaki tavırda olsun gösterecek pratik, kaba bir tepkiselcilikle yoğrulmuş, anarşizan tavır olacaktır.
Politikleşmemiş bir yapıda araç olan birçok şey amaca dönüşecektir. Ve devrimcilik örgütlenmede araç olmaktan çıkıp, amaç olmayı dönüştüğü oranda işleyiş ve ilişki tarzı ile devrimci olmayan bir noktaya savuracaktır. Devrim ve sosyalizmin hedeflendiği mücadele, somut ve net politikalarla, genel stratejiyle ile bağlandırılarak verilmezse, bu hedef ütopyadan öteye geçmeyecektir. Devrimcilik, teoriyle pratiğin birlikteliğinden, tutarlıktan, süreklilikten ve bütünlüklü politikalardan uzak kaldığı sürece gelip geçici, dönemsel bir yaşam biçimi olarak kalacaktır.
Politik üretimsizlikten kaynaklı, apolitiklikten kaynaklı bu sonuçları, mücadele tarihimize baktığımızda yoğun olarak dönem dönem yaşadığımız ortaya çıkar.
Gelinen şu noktada, siyasal yapılanmaların gerek kitlesel gerekse kadrosal düzeyde ciddi olarak gerilemeler yaşadığı ortadadır ve bu yaşananlar, politikasızlığın, apolitikliğin birer sonucudur.
Bugün sol, günlük basını izlersek, gazete ve televizyon haberlerini derleyerek hazırlanan yüzeysel tahlillerin güncel politika üretimine kaynak yaratmaktadır. Solun gündemi bundan ibarettir. (Önemli olayların yıl dönümündeki etkinlikleri ve kendiliğinde gelişen kitle eylemlerinde elde edilen ‘öncülüğü’ saymasak.)
Bu sonuçları ortada kaldırmanın yolu, eğitimde ve eğitimin sürekliliğinden geçecektir. Öğrenme, aydınlanma, bilince çıkarma sürekliliğinden geçecektir. Bu bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde olan, insanın insanlaşması, özgürleşmesi mücadelesinde olan bizler için, bu mücadelenin pratik sorumluluğunun yerine getirirken, onun amaçlarının, hedeflerini ve bunlar doğrultusunda yapılması gerekenlerin neler olduğunu öğrenilmesi kavranması ve bunların içselleştirilmesi için devrimci teorinin öğrenilmesi ve bilece çıkarılması şarttır.
‘’Öğrenmek gerekiyor yoldaşlar, her zaman, her adımda, mücadele sürecinde, içeride ve dışarıda hep öğrenmek, öğrenmek ve savaşmak, savaşmak ve öğrenmek’’(Dimitrov)
(Arşivde)