2 Temmuz 1993’te yaşanan Sivas Katliamının üzerinden 30 yıl geçti. 30 yıl önce Sivas Madımak Oteli’ne düşen ateş yüreğimizi yakmaya devam ediyor.
Ülkemiz kuruluşundan itibaren katliamlar ve soykırımlar üzerinde şekillenmiştir. Ülkede yaşayan halklar acı, kan, göz yaşı adeta bir kadermişçesine hep gündemlerinde oldu, oluyor. Çünkü tekçilik üzerine kurulup şekillenen cumhuriyet, kendi varlığını sürdürmenin biricik yolunun herkesin “düşman” görüldüğü ve yok edilmesi, asimle edilmesi felsefesiyle hareket etmiş, refleks göstermiştir. Ülke tarihinde nerdeyse her ay bir katliam ve soykırımın tarihidir.
İşte bu katliamcı- soykırımcı zihniyetin sonucudur ki; Bundan 30 yıl önce, Sivas’ta düzenlenen Pir Sultan Abdal etkinlikleri nedeniyle Sivas Madımak Oteli’nde bulunan Alevi inancından, devrimci demokrat sanatçı ve aydınlar, yabancısı olmadığımız bir kontrgerilla operasyonu ile insanlığın utancı olan katliamı düzenlediler. Irkçı faşistler cami namazı çıkışına göre örgütlenerek, “Müslüman Türkiye”, “Kahrolsun Laiklik” sloganlarıyla, toplantı mekanı olan Sivas Madımak Otelini kuşattılar. O zamanın Sivas Belediye başkanı, bugün de Saadet Partisi lideri Temel Karamollaoğlu, “gazanız mübarek olsun…” açıklamasıyla katiller sürüsü linç ve katliam planını uygulayabilmek için harekete geçtiler. (Acı yanlardan biri de her seçimde olduğu gibi, bu seçimde de Alevi halkının yanındaymış maskesi ve bir kısım Alevi kurumların bu katillere oy vermesi ve destek çağırılarıydı.) Madımak Otelini yakarak, içeridekilerini katlettiler. Dışarı çıkmak isteyenleri linç etmek için bekliyorlardı. Otel’de bulunan aydın ve sanatçılar, otelin üst katına çıkmaya çalışarak, yaşamlarını savunmaya çalıştılar. 33 canın yanarak ölmesiyle sonuçlanan bu olay, tarihe Sivas Madımak Katliamı olarak geçti.
Sivas katliamı üzerine yıllardır çokça yazdık bugüne değin. Bunun nedeni 33 canın Orta Çağın karanlıklarında şekilde yobazlık, gericilik bugünkü egemen sınıfların çıkarlarının çakıştığı yerde canlarımızın alev alev yakılışı değil sadece. Onun kadar önemli bir diğer neden daha var. Tarihte eşine az rastlanan bir “hukuk” örneği ile yargılandı Sivas vahşetini yaratanlar. Yapılan göstermelik yargılamalarla, zaman aşımlarıyla adeta katiller ödüllendirildi. Saldırıda yaşamını yitirmeyip sağ kurtulanlar ise adeta suçluymuş uygulamasına maruz kaldılar. 2 Temmuz 1993 günü “Tanrının adaleti” adına katliamcı devlet ve onun bölgedeki en üst düzey görevlileri ve güvenlik güçlerinin gözleri önünde tarihin en kanlı, insanlık dışı vahşeti yaşatıldı.
Ülkemizin aydınlık yüzü 33 canlarımız, bilime, aydınlığa, insanlık ve insan fikrine, düşman Orta Çağ zihniyetinin temsilcileri tarafından canice yakılarak aramızdan koparıldığı Sivas-Madımak katliamı ne ilk ne de son katliamdı.
Kürtistan’tan da tarih boyunca her zaman bir gerekçenin arkasına sığınarak Ermeni, Süryani, Ezidi, Kürt ve Alevi halklarımız düşman ilan edilerek en vahşi şekilde katledildiler. Bu faşist sistem her sıkıştığında Alevi halkına karşı katliamlara sarıldı. Maraş, Çorum, Gezi, Sivas vb hep katledildiler. Onlar her zaman farklı inançları, kültürleri, kimlikleri bir zenginlik değil, tehdit olarak gören tekçi-otoriter zihniyetin yeni katliamlara davetiye çıkarmaya devam etmekte.
O gün iktidar olan Tansu Çiller ve Erdal İnönü liderliğindeki dönemin hükümetini oluşturan DYP-SHP koalisyonu, katliamı düzenleyenlerin bu devletin kendisi olduğunu, kendi açıklamalarıyla açıkça ortadaydı. O dönemin başta Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel de bu katliamın ortağıdır. Demirel katliama ilişkin “Olay münferittir. Ağır tahrik var. Bu tahrik sonucu halk galeyana gelmiş… Karşılıklı gruplar arasında çatışma yoktur. Bir otelin yakılmasından dolayı can kaybı vardır”, sözleriyle bu katliamı sahiplenmiş, sıradanlaştırmaya çalışmıştır. Aynı şekilde dönemin başbakanı Tansu Çiller, “Çok şükür, otel dışındaki halkımız bir zarar görmemiştir” ve dönemin başbakan yardımcısı Erdal İnönü ise, “Ne yapayım, yetkim yoktu” ifadeleri, bu katliamın bizzat devlet tarafından örgütlendiğinin bir ispatıydı.
Bunun içindir ki; Sivas Katliamında yer alan onlarca katil, kısa hapis cezalarıyla serbest bırakıldı ve bir kısmı da meclise getirilerek ödüllendirildi. Başta Almanya olmak üzere Avrupa’nın çeşitli ülkelerine kaçmalarına göz yumuldu. Avrupa ülkelerine giden bu katiller serbestçe yaşamlarına davam etmelerinin olanakları sağlandı.
Devlet denen faşist sistemin mezhep olarak Sünniliği, Müslümanlığı esas alan ve bunun üzerinden farklı inançlar, mezheplerden halkları ötekileştiren, ezen, yok edendir. Bugün de başını AKP ve MHP İslam faşizmine dayanan Türkiye Cumhuriyeti, başta Kürtlere, Alevilere ve bu topraklarda yaşayan tüm farklılıklara ve inançlara, yaşamı her geçen gün cehenneme çevirmektedir. Halklardan topladığı vergilerle suni İslami temel alan diyanet işleri başkanlığını beslemekte ve onun vasıtasıyla ya din değiştirip Müslüman olmak, ya da inancının özünü yitirerek yaşayan, teslim olmuş bir halk kitlesi yaratma çabasında.
Bugün de yapılan son seçimlerle birlikte İslamcı faşist tek adam diktatörlüğü vasıtasıyla, bu baskı ve asimilasyon yoğunlaştırılarak sürdürülmekte. Belki de Cumhuriyeti tarihinde, kadın ve farklı inançlara en düşman parlamentosuna sahip oldular. Bu ortaya çıkan durumla geçmişte uyguladığı politikalarına hız verdi. Sağlık, Milli Eğitim Bakanlığını tarikatlara teslim ederek asimilasyonu okullara taşıdılar. Okullara din hocaları atayarak, Sünni inanç dayatmasıyla tüm inançları yok ederek devletin kölesi haline getirmek istemektedir. Suriye ve Rojava’da yaşanan DAİŞ zihniyetini uygulamayı adım adım hızlandırmaktadır.
Bugün ortaya çıkan tablo karşısında kenetlenmek, bu gerici, şeriatçı faşist uygulama ve onun sistemini yerle bir etmek dışında bir seçeneğin kalmadığı gün gibi ortada.
Tüm katliamların hesabını sormak, özgür eşit bir yaşam kurmak ve her inancın, düşüncenin eşit, özgür yaşayacağı, halkların kardeşliği mozaiğini yaratmak istiyorsak ortak mücadele hattını büyütmek zorundayız. Yeni Sivaslar, Roboskî, Suruç, Ankara Garı vb katliamlar yaşamak istemiyorsak tek seçeneğimiz örgütlenmek ve mücadeleyi geliştirmektir. İnsanca bir yaşam onuru mücadelede, örgütlenmede. Onların halklarımıza reva gördükleri, yakılarak, boğazlanarak, işkence ederek, zindanlara tıkamak, kurşunlanarak, bombalanarak öldürülmektir.
Evet, bu topraklarda çok katledildik ama aynı zamanda bu topraklarda, insanlık onuru, özgür ve eşit bir yaşam için canını esirgemeyen, ölüme koşanlarda çok oldu. Onlardan devraldığımız mirasla katliamların ve yaşatılan zulümlerin hesabını sormak için daha çok örgütlenmeye, kenetlenmeye ihtiyacımız var.
Başta Sivas’ta vahşice katledilen 33 canımız olmak üzere tüm katliam ve baskıların hesabını mücadele ve devrimle soracağız.
Bir kez daha Sivas’ta katledilen canlarımızı saygıyla anarken, size söz diyoruz ki; 2 Temmuz Sivas’ın hesabını devrimle soracağız.
Sivas Şehitleri Ölümsüzdür
Sivas katliamını unutmadık, unutturmayacağız!
Temmuz 2023