14 Mayıs seçimleri ve düşündürdükleri

Ülkemizde daha önce defalarca seçimler oldu. Ancak hiçbir seçim bu kadar ilginç ve ilginçliği yanında sergilenen komikliklere, trajedilere sahne olmamıştı.

Sahnenin bir tarafında yer alan düzen partileri ve onların yaptığı şaklabanlıkları, ilkesizliklerinin açısından şaşırtıcı bir şey yoktu. Çünkü her seçim onlar için her türlü komikliği, entrikanın sergilendiği bir pazar yeriydi ve bu seçimlerde farklı bir şey gerçekleşmedi. Ancak sistemin yaşadığı krizin derinliği ve bu kriz karşıda ki çözümsüzlük onları daha da aşağılık bir duruma düşürecekti, nitekim öyle de oldu.

Sahnenin diğer tarafında ise barış -demokrasi -emek adına, veyahut sosyalizm adına seçime girenler vardı. Evet ülkede daha önce benzer şekilde seçimlere girilmişti. Bunlar yabancısı olduğumuz olgular değildi. Ne var ki, bu kez ortam çok daha değişikti. Seçim öncesi sürdürülen propagandalara bakıldığında nerede yaşıyoruz diye şaşırmamak elde değildi.

Seçim öncesi “solda” yürüten tartışmalara baktığımızda, seçimlere girme tavrını benimseyenlerin hemen hepsinin seçimlere girip girmeme tartışması bir daha almamak üzere gündemlerinden çıkardıklarını görüyorduk.  Seçimler onlar için artık doğal ve varlıkları için temel mücadele yöntemiydi. Seçimlere bakışları, ya da bu doğrultuda sadece etkileyecekleri, alacakları veya parlamentoya yollayacaklarının kaç kişi ve alacakları oyların hesabıyla sınırlıydı. Bunun dışında, seçimlerin mevcut konjonktürde neye hizmet ettiği veya biraz daha geniş platformda düşünülürse, sistem açısından olsun, emekçi halkların kısa ve uzun vadeli mücadelesi açısından olsun taşıdığı anlam onlar için önemli değildi. Seçimlere katılmak kadar doğal bir şey görmüyorlardı ve seçimlere katılmayanlar, ya da eleştiri yapanlar adeta linç ediliyordu. Kısacası kendilerine bu platformlarda destek vermeyenlere akıllarına gelen her türlü suçlamayı yönelttiler. Ve bütün bunlar da genel olarak, faşizme karşı olmak, yurtseverlik, devrimcilik ve sosyalizm kısacası ML adına yapılıyordu.

Ancak gerçekleşen seçimler sonrasında ortaya çıkan tablo karşısında doğal olarak ciddi bir değerlendirmenin yapılması, ya da özeleştirel bir yaklaşım sergilenmesi gerekirken, birçok kurumda tam tersi bir yaklaşım ortaya çıktı. Karşımıza çıkan tablo adeta ‘bu kadarda olmaz ki’ dedirtecek şekilde oldu. Adeta seçim sürecinde yapılan çağrılar, söylemler unutulmuş, bir kez daha sol sosyalist güçler kendi gerçekliği ile yüzleşme yerine, sanki söylenenleri, yapılan çağrıları başkası yapmış gibi eleştirilerde bulunmaya başladılar. “Bir oy yeşil sol partiye, bir oy Kılıçdaroğlu’na” diyenler, ya da dahil oldukları bileşen adına Kılıçdaroğlu’na oy çağrısı yapılırken bir yandan Kılıçdaroğluna oy yok diyenler… olmadı “birinci turda faşizmi durdurduk, ikinci turda yollayacağız” … söylemleri ve halkları umutlandırma yönelimlerinin sonu gelmedi. Üstelik seçimi kaybetme durumu bu kadar belliyken, ülkenin tüm kurum, medya ve araçları faşist AKP’nin kölesiyken, tehlikeli umutlar verilmeye devam edildi.

Bu tabloda sol’un geniş bir kısmı ne kadar kızıl sloganlar, sosyalizm, ML vb söylemlerle kitle karşısına çıkıyorlarsa da, asıl olarak kendi varlık gerekçelerini unutan, umudu seçime, sistem içi çözümlere bağladıklarının sonucuydu. Bizim sol’umuza has olan bu anlayışlar, seçim sonrasında kendi gerçekliğini yok sayıp başkalarını eleştirme basitliğiydi.

Dolaysıyla yaşanan seçimler ve ortaya çıkan tablo sol-sosyalizme mal edilemez. Bu yaşanan sonuç devrim ve sosyalizm açısından bir “yenilgi” değil, bu yenilgi reformist partilerin, sisteme endekslenmiş uzlaşmacıların ve onlarla birlikte hareket eden kimi “devrimci” güçlerin gelinen aşamada ki politik iflasıdır. Devrim, devrimcilik adına “Millet İttifakı” adı verilen gerici-faşist burjuva güçlerle, yani burjuvazinin bir kesimiyle iş birliği politikası devrimci bir politika, ya da taktik olarak kitlelere empoze edilemez. Bu olsa olsa sınıf işbirlikçiliği olur. Yoksa bu gerici, faşist güçlere dayanarak “tek adam rejimini”, “AKP-MHP” faşizmini “geriletmek, yıkmak” vb. değildir.

Çok şaşalı seçim propagandası ve devrimcilik adına izlenen burjuvaziyle, burjuva sınıfının bir kesimiyle iş birliği politikası değildi sadece, iflas eden, devrimden umudunu kesen sistem içinde yer edinme çabasında olan reformist, legalizm hastalığının kendisiydi. Seçim sonrasında kendi izledikleri çizgiyi yok sayıp, başkalarını eleştirenler ne kadar yok saysalarda bir kriz içine yuvarlanmış bulunmaktalar.

Devrim mücadelesinde bağımsız politikadan yoksun olanlar, kendi politikalarını yok sayıp başkasını eleştirerek kendi görev ve sorumluluklarını unutan yaklaşımların sınıflar mücadelesini yürütmesi veya başarıya taşıması mümkün değildir. Kitlelere önce seçim propagandasıyla umut verenler, umut bağlayanlar sonuç olumsuz oluncada tüm bu propaganda ve verilen umutları başkası yapmışçasına eleştirmek devrimci bir politika ve yaklaşım olamaz. Bu olsa olsa oportünizm olur…  

Devrim ve sosyalizm adına yola çıkanların mücadelesi bir iktidar mücadelesidir. Devrim mücadelesi “hükümet değişikliği”, seçimlerle faşizmi devireceği, ya da burjuvazinin bazı kesimleriyle ittifak değildir.  Tam tersine bizlerin mücadelesi faşizmin bütün kurumlarıyla yıkılmayı hedefleyen iktidar mücadelesidir. Kısacası bir devrim mücadelesidir.

Bizim tüm yönelimimiz ve mücadelemiz emekçi sınıflarının önüne devrim mücadelesi hedefini koymak ve onu örgütlemektir. Gerçek anlamda faşizmi yenecek ve halkların kurtuluşunu ve özgürlüğü sağlayacak olan da budur.

Sonuç olarak, seçim sadece oligarşi taraflı değil uzlaşmacı çizginin, reformistlerin her türden uzlaşmacıların halklarımızı oy yoluyla düzene bağlama, ona endeksleme ötesinde bir işlev görmemiştir, görmeyecektir de. Seçimler her zaman tarihsel anlamda sınıf çeliklerinin biraz daha yumuşatılmasına hizmet etmiştir.

Devrimcilerin görevi ise tam tersi, bir gelişmeye hız kazandırmak için daha geniş kitleleri örgütlemek ve daha ilkeli mücadele etmek.

Kurtuluş devrimde, kurtuluş sosyalizmde…

2 Ağustos 2023

Önceki İçerikMücadelede Başarmanın Yolu Kendimize Güvenmekten Geçer
Sonraki İçerikLİBYA’YA EMPERYALİST MÜDAHALE VE T.“C”[*]