12 TEMMUZ ATEŞİ SÖNMEDİ, SÖNDÜRTMEYECEĞİZ!..

Türkiye devrim mücadelesi ve halkımızın bedenine açılan derin bir yaraydı 12 Temmuz katliamı. Bu yaradan çok kanımız aktı bu ülke topraklarına. Sınıfa ve halka ölüm pahasına verilmiş sözdüler. Onlar yenilmediler, bayrak olup dalgalandılar gökyüzünde.

12 Temmuz önemini hala güçlü bir şekilde koruyor, çünkü Türkiye devrim mücadelesinde yarattığı boşluk oldukça derindi. Bu yanıyla, Türkiye devrimi açısından bir dönemin bitip başka bir dönemin başlangıcı olması açısından tarihi öneme sahiptir. Düşman geçici olmasına karşın büyük bir başarı elde ederken, tasfiyecilik ise, hoyratça hareket edeceği bir zemin bulmuştur. O süreçten sonra tasfiyeci düşünceler mücadele bünyesine daha derinlemesine sızdıkça kayıplarımız artmış, düşmanın yeni başarılar elde etmesine kapılar açılmıştır.

Onlar öldüler ama yenilmediler; umut olup aktılar ülke topraklarına.

Şehitlerimizin anılarına saygı, onların uğrunda öldükleri işçi sınıfı ideolojisini ve örgüt bilincini, her gün her saat donanmakla doğrudan ilgilidir.

Bugün de bizlere öncülük eden, yol gösteren şehitlerimize bir kez daha bayraklarını dalgalandırma sözü veriyoruz. 12 Temmuz Yolumuzu Aydınlatıyor…

12 Temmuz şehitlerimizin ve devrim yolunda yitirdiğimiz tüm yoldaşlarımızın önünde yeniden ant içerek anmamıza son verdik.

12 TEMMUZ DİRENİŞÇİLERİ ÖLÜMSÜZDÜR!..

“12 TEMMUZ DİRENİŞİ

YER: İstanbul Dikilitaş, Balmumcu, Nişantaşı, Yeni Levent

TARİH: 12 Temmuz 1991

12 Temmuz 1991 günü, 10 devrimci, iktidarın emrindeki terör güçlerince tüm halkın gözü önünde güpegündüz katledildiler.

O gün polis telsizini dinleyenler, Saat: 19.30 sularında İstanbul’daki tüm emniyet güçlerine ardarda yağan talimatları işittiler. Polis şefleri, çevik kuvvetin, siyasi şube elemanlarının, çelik yelekli timlerin, panzerlerin, itfaiye araçlarının, Dikilitaş, Balmumcu, Nişantaşı ve Yeni Levent’te mevzilenmesini, bu mahallelere tüm giriş ve çıkışların tutulmasını, halkın sokaklara çıkmasının engellenmesini, evlerinde olanların pencerelere yaklaşmasına izin verilmemesini istiyordu.

Binlerce polis, verilen emirle birlikte, bu dört mahalleye aktı. Halk şaşkındı, tedirgindi, korku içindeydi…

Ne oluyordu?.. Bunca polis ne için gelmişti? Mahalleyi niçin işgal etmişti? Kendi deneyleri ve sağduyularıyla, devlet güçlerinin halkın lehine bir şey yapmayacağını sezebiliyor, polisin bir saldırı hazırlığı içinde olduğunu görebiliyorlardı.

İnsanların evlerine gitmesine, pencereden kafasını çıkarmasına dahi izin verilmemesi, gizli kapaklı bir şeylerin döndüğünü, halkın bazı şeyleri görmemesi istendiğini ortaya koyuyordu. Her gün basında çıkan haberlerden, birilerinin sokakta, evde sorgusuz sualsiz öldürüldüğünü de biliyorlardı.

Çok geçmedi, silah ve bomba sesleriyle sarsıldılar. Bu seslere eşlik eden devrimci sloganları ve marşları duydular.

Tahrip gücü yüksek bombalar peşpeşe patlıyor, her yana barut ve yanık kokusu yayılıyordu. Tüm mahalle halkı her silah sesinde, her bomba patlayışında yeni bir insanın katledildiğini düşünüyor, merak içinde bekleşiyorlardı.

Ve nihayet ambulans sinyalleri işitildi. Meraklarını yenemeyenler katledilen insanların cesetlerini görebilmek için pencerelerden dışarıya baktılar; ve birer birer götürülen cesetlerle karşılaştılar. Dikkatlerini çeken en önemli şey, girilen yerden sağ çıkarılan hiç kimsenin olmamasıydı.

Tekniğin tüm olanaklarıyla donanmış binlerce polis, panzerler eşliğindeki çelik yelekli ölüm mangaları, her nasılsa sağ ve yaralı olarak kimseyi yakalayamıyor, herkesi ölü olarak ele geçiriyordu.

Bu bir katliamdı… 10 devrimcinin dört ayrı yerde, aynı saatlerde, aynı yöntemlerle bilinçli olarak katledilmesi eylemiydi.

Katliamın ardından polis telsizleri yeniden çalışmaya başladılar, ölüm mangalarına saldırı emri verenler artık onları kutlayabilirdi. Ve katiller “gözlerinden öpülerek” kutlandılar.

Her şey planlandığı gibi yapılmış, operasyon tamamlanmıştı. Artık halk evinden çıkabilir, evine gidebilirdi.

Merakla korku içinde bekleşen insanlar, “operasyonun bittiğini” duyuran anonsla yığınlar halinde sokağa fırladılar.

Barut ve yanık kokusu tüm mahalleye yayılmıştı. Ev ve işyerleri bombalarla tahrip olmuş duvarlar kurşun delikleriyle dolmuştu. Sokaklarda mahalle halkının “efendi insanlardı”, “iyi insanlardı” dedikleri yoldaşlarımızın henüz kurumamış kanları vardı.

Ve halk tedirginlik içinde, korku ve endişeyle birbirine soruyordu:

– “Neden? Suçu neydi bu insanların?”

– “Bu nasıl iştir, hiç kimse sağ yakalanmıyor?”

Sorular soruları izliyor, fısıltıyla her yana dalga dalga yayılıyordu: Devletin katliam ve yok etme politikasını bilen bazı kesimleri suskunluk içindeydiler; gerçeği söylemeye cesaret edemediler.

Devletin “büyük” ve “yüce” olduğuna inananlar, bir ev ya da işyerinde 3-4 insanı, binlerce polisle, panzerlerle ve özel timlerle çevirip bombalarla imha etmenin “büyüklük” ve “yücelik” olmadığını gördüler.

“Bana dokunmayan yılan bin yıl yaşasın” diyenler korkuyla irkildiler. Bir gün aynı şeyin kendi başlarına geleceğini düşünerek “bu nasıl düzen”, “hukuk ve yasalar nerede” diye kendi kendilerine söylendiler.

Ama devrimciler, yurtseverler, katliamın her saniyesini belleklerine kaydettiler. Halkın sessizliğinden, tepkelerini yer yer dile getirmesinden, duyduğu öfkeden, oligarşinin tüm katletme gücüne rağmen ne denli çaresiz olduğunu da gördüler.

“Neden katledilmişlerdi?”, “Neden teslim olmamışlardı?..”

Bu sorular aynı günün gecesi saat: 01.30’da TV haber bülteninde katliama dair ilk açıklama yayınlandığında tüm Türkiye’de sorulur oldu.

TC tarihinde belki ilk defa, tüm halkın gözleri önünde, güpegündüz, devletin ölüm mangaları, operasyon düzenledikleri üç işyeri ve bir evde bulunan herkesi ölü olarak ele geçirmişti. İktidar, kendi yasalarını, hukuk kurallarını bir yana iterek bundan böyle adeta terörün tek geçerli “yasa” olacağını ilan etmişti. “Bizim düzenimize karşı çıkanlar her şeye katlanmaya hazır olmalıdır” mesajı veriliyordu. Emperyalizmle işbirliğine, kapitalist sömürüye, zulme ve yoksulluğa bayrak açanlar, adalet isteyenler, hak-hukuk diyenler ve en önemlisi de, tüm dünyada “Sosyalizm öldü” çığlıklarının atıldığı bir dönemde hala halkların kurtuluşundan söz edenler, sosyalizm için savaştığını söyleyenler, bundan böyle yeni katliamlara, işkencelere, zindanlara hazır olsun deniyordu.

10 Yoldaşımızın İstanbul’da, iki yoldaşımızın Ankara’da katledilmesi, oligarşiye ve emperyalizme karşı sürdürdüğümüz 20 küsur yıllık savaşta, uğradığımız ilk katliam değildir. Biz Kızıldere’de, idam sehpalarında, işkencehanelerde, zindanlarda, sokaklarda evlerde, dağlarda defalarca öldük. Ve istisnasız her seferinde, tüm iletişim araçları kullanılarak “çökerttik”, “yok ettik”, “büyük darbe vurduk” propagandası yapılarak halk kitlelerinin güvensizliğe düşürülmesi, umutlarının tüketilmesi amaçlandı.

Ama başaramadılar!

Her darbe sonrası mücadele eskiyi aşarak ilerledi.

Zulme ve işkencelere direnen, cinayet ve katliamlara göğüs geren devrimcilerin “Bağımsız Türkiye”, “Kahrolsun Faşizm”, “Yaşasın Sosyalizm”, “Yaşasın Devrimci Sol” şiarları yayılmaya devam etti. Bu şiarlar egemenleri vuran bir kurşun oldu, katledilen devrimcilerin yerleri misliyle dolduruldu.

KATLEDİLEN YOLDAŞLARIMIZIN ADLARI ŞÖYLEDİR:

İstanbul’da

1)Niyazi AYDIN, 2)Ömer COŞKUNIRMAK, 3)Yücel ŞİMŞEK, 4)İbrahim İLÇİ, 5)İbrahim ERDOĞAN, 6)Nazmi TÜRKCAN, 7)Bilal KARAKAYA, 8)Hasan ELİUYGUN, 9)Zeynep Eda BERK, 10)Cavit ÖZKAYA

Ankara’da

1)Fintoz DİKME, 2)Buluthan KANGALGİL

İLERİCİLER, DEMOKRATLAR, YURTSEVERLER, TÜM HALKIMIZ!

Oligarşinin katlettiği bu devrimcilerin adı hiçbir zaman unutulmayacaktır! Onların taşıdığı sosyalizm bayrağı, yerlerini dolduranların elinde daha yükseklere kaldırılacak, emperyalizme ve oligarşiye karşı savaşımız aralıksız sürecektir!

NOT: Yukarıdaki bilgiler ve değerlendirmeler, Devrimci Sol Haber Bülteni’nin 22 Temmuz 1991 tarihli, 29. sayısından alınmıştır.

Önceki İçerikİzmir’deki demokrasi mitinginde ortak mücadele çağrısı yapıldı
Sonraki İçerikAysel kızıl bayraklarla uğurlandı