YÖNTEM ÜZERİNE BİRKAÇ SÖZ

“Marksizm, bizi sınıflar ilişkisinin ve tarihin her anının somut özelliklerini en doğru, aslına en uygun ve objektif olarak doğrulanabilir, denetlenebilir, bir hesabını yapmaya zorunlu kılar. Biz Bolşevikler, bu kurala, bilimsel temele dayanan bir siyaset bakımından mutlaka zorunlu olan bu kurala, her zaman sadık kalmak zorundayız.” (Lenin, Nisan Tezleri)

Eğer tarihsel olaylara doğru bir yaklaşımda bulunmak istiyorsak, kullanacağımız yöntem yine budur. Bilimsel yöntem, yer, zaman ve koşulların hesaba katılmadığı koşulları reddeder. Aksi yaklaşımla ortaya konulacak görüşler, olaylar ve olgular karmaşıklıktan, eklektiklikten, saçma sapanlık ve rastlantılar yığını olmaktan kendini sakınamayacaktır.

Görünüşte kimse diyalektik materyalist yöntemi reddetmemekle beraber, pratikte materyalizm yerine idealizmin, diyalektik yerine metafiziğin uygulandığı; burjuva dünya görüşün egemen olduğu toplumlarda bolca görülür.

Sınıflar mücadelesinin çıkarları yerine, dar, pragmatik grup çıkarları ön plana geçirildiğinde ise bu başvurulması kaçınılmaz bir ikiyüzlülük olmaktadır. Bu nedenledir ki, sık sık yöntem sorunu üzerinde durmak gerekiyor. Bugün bu her zamankinden daha çok önem taşımaktadır.

12 Eylül’de başlayan ve günümüzde giderek sinematikleşen yönetimi bir yandan sivil hareketi zor yoluyla sindirme ve fiziki tasfiye etmeyi sürdürürken, diğer yandan ideolojik saldırılara da özel önem vermiş, giderek genişleyen şekilde sınıf mücadelesini yanlış yollara kanalize edecek düşünce tohumları ekmiştir. Yoğun baskı ve katliamlarla yürüyen “barış ve kardeşlik” demagojisi bunun en çarpıcı örneğidir. Bu demagoji en geri halk kitlelerinden, en bilinçli kesime kadar çeşitli dozlarla etkisini göstermiştir. Onca hayal kırıklığına rağmen bugün hala yasallıktan, barış ve kardeşlikten söz edenlerin varlığı bu tahribatın derinliğini gösterir. Bu tahribatı en aza indirmek, ancak ona karşı kararlı bir mücadele vermekle mümkündür.

Yaşanan yenilgi yılları, hemen daima felsefi bozgun yılları olmuştur. Küçük burjuva saflarda yeniden keşfedilen felsefi idealizm; inkarcılık, düşünsel tahribat, suskunluk ve yasakların hakim olduğu yıllarda içten içe sistemleşmiş, kurumlaşmış, ilk fırsatta “Marksizmi savunma” bayrağı altında piyasaya sürülmüştür. Ortaya sürülen yeni buluşların, teorik düşlerin altında bu bozgunu görmek zor değildir ve bunların hepsi sonuçta yığınlara hedef şaşırtmak, devrimci mücadele isteklerini köreltmek, ortalığı bulandırmak noktasında birleşmektedir.

Somut pratik görevler somut koşullarda belirlenir. Bu akıldan çıkarıldığında, geçmişte izlenen şu veya bu politikalarla ilgili somut koşulları dikkate almadan yapılacak her tespit içi boş bir laf yığını olmaktan öteye gitmeyecektir.

Çünkü objektif olguların, yığınların ve sınıfların talep ve hareket biçimlerinin yerini niyetler alacaktır. Ele alınan süreçte, çelişkinin pratikteki görünümü nedir? Politik platformda ifadesini nasıl bulmaktadır, çatışmalar hangi merkezde odaklaşmaktadır. Bu merkezde yoğunlaşan mücadelede, kim nasıl bir tutum takınmakta, neden buna gerek duymaktadır? Öncelikle cevap aranması gereken sorular bunlardır.

Geçmiş politikalar böyle kendi nesnelliği içerisinde ortaya konulduğunda, sorunun sanıldığı kadar karmaşık olmadığı görülecektir. Bugün kötüleme kampanyasını sürdürenlerin yüzlerce sayfalık yazılarına rağmen, devrimcilere yönelik saldırıların da birkaç cümlede ifadesini bulduğu anlaşılacaktır. Ortaya atılan eleştirilerde kısaca “Niçin halkın önüne devrimci bir politika, devrimci bir alternatif koydunuz? Niçin halkı umutsuzluk ve şaşkınlık içinde burjuva fraksiyonların birinden diğerine koşmaktan alıkoymaya çalıştınız?

Son derece ağır bedelleri ödemeyi gerektiren kitleleri faşizme teslim etmeme ve can güvenliği talebine niçin sahip çıktınız?” denilmek istenmekte, gelecekte yine aynı sorumsuz davranışlar için meşru zemin oluşturulmaktadır.

Kuşkusuz ki, bunun ilk şartı, geçmişi bugüne bakarak yargılama hastalığından kurtulup kendi koşulları içinde ele almak ise, ikinci şartı da, o tarihsel dönemin nesnel ve öznel şartlarını yeterli ölçüde kavramış olmaktır. Bu ise çok yönlü ve özellikle içten bir gözlemi gerektirir.

Yani o dönemin sınıflar mücadelesi pratiği içinde yer almış olmayı gerektirir. Pratikten kopuk üretilen teori, görünüşteki tüm tumturaklılığına rağmen önemsiz bir teoridir. Soyut, içi boş bir laf yığınıdır. Kimileri bu anlayışı, ideoloji düşmanlığı gibi ucuz suçlamalarla mahkûm etmeye çalışsa da, tersine anlatılmak istenen ideolojiye karşı saygı ve sorumluluğun gereğidir.

Devrimci teori ve yöntemler bilinmek isteniyorsa, devrim eylemine katılmak gerekir. Yoksa örnek gösterilen “Birikim” vb. gibi, nereye varılacağı açıktır. Böyleleri gözler önünde süren savaşın hoş görülebilir bir açıklamasını yapmayı başarsa bile, devrimci pratiğin önünü aydınlatacak bir teori üretmekten, doğru taktik ve sloganlar ortaya koymaktan her zaman yoksun kalacaklardır.

Çünkü nesnel olaylara yaklaşımda, ideoloji tek başına yeterli değildir. İdeolojinin prizmasından geçireceğimiz süreç hakkında edindiğimiz bilgiler objektif, sağlam bilgiler ise çok yönlü bilimsel bir gözleme dayanıyor ise, ancak o zaman sağlıklı bir tahlil yapmış ve geleceğe ilişkin saptamalara ulaşmışız demektir.

Şemdin Şimşir

Ekim 20015 

Önceki İçerikDevrimci Karargah:KANIYORUZ!
Sonraki İçerikSerdar Ben sonsuzluğa uğurlandı