Yeni bir yılı geriden bırakırken
“Devrim dışında başka bir yaşam yoktur:” (CHE)
Yeni bir yılı ve zorlu bir süreci geriden bıraktık. Geride bıraktığımız yılda ne hâkim sınıflar nede ezilenler açısından bir bütün olarak insanlığın zorlu bir süreçten geçtiği ve kimsenin memnun, huzurlu olmadığı bir yıl oldu. Emperyalist- kapitalist sistemin içinde bulunduğu kriz ve bu krizi yaşadığımız bölge eksenli savaşla çözme çabasında iken, diğer yönde ise ağırlıkla ekonomik savaş olarak yürüyor.
Emperyalist-kapitalist sistemin uluslararası kurumlarının hiçbirinin ciddiyeti ve saygınlığını kalmamıştır. Üçüncü dünya savaşı diye adlandırılan bu süreç halklarımıza büyük acılar, baskı, kan, göz yaşı dışında başka bir şey getirmedi. Dünyanın nerdeyse üçte biri göç yollarında, mülteci konumda ve ağırlıklı bir çoğunluk bu yollarda ölümle yüz yüze geliyor, yaşamını kaybediyor. Organ kaçakçılığından, köleleştirmeye ve kadınların pazarlanmasına varana kadar büyük bir trajedi yaşanıyor ki, bu hemen hemen hiç görülemiyor, yok sayılıyor. Emperyalist güçlerin yeni hakimiyet alanları ve kendi iç çelişkileriyle sürecin faturasını halklara çıkarırken, onların dışındaki gerici, faşist devletlerde bu savaşta bir yanda maşa konumunu sürdürürken diğer yanda bu kaotik ortamda fırsat kollamakta, konumlarını güçlendirme, yeni mevziler kapma çabasında.
Faşist Türk devleti ve egemen sınıflar bir süreden beri tüm çabalarını sistemin yeniden düzenlenmesinde yoğunlaşıyorlar. Neo Osmancılık adı altında tekçilik, inkar ve imha üzerine kurulu faşist TC’yi içinde bulunduğu çıkmazda kurtarmazken, diğer yandan da bölgede hakimiyet alanını geliştirme peşinde. Bunun içinde ırkçı, şoven politikalarıyla kendisine başta Kürt halkı ve kadınları, azınlıkları farklı inançları düşman ilan ederek dinci şeriatçı çeteleriyle savaşı Suriye ekseninde bölgeye yayma çabasında. Bunun baskı ve sindirme politikalarında her geçen gün biraz daha pervasızlaşıyorlar. İçine girdikleri ekonomik-siyasal-sosyal krizde dibe vurmuş durumdalar. Bu krizi aşmak içinde her türlü faşist baskı, zulüm yöntemine başvurmaktalar. Ülkede hak, hukuk burjuva anlamda da olsa devleti tasfiye edildi. Yargı ve kuvvetler ayrılığı yok edildi, ülke polis devletine dönüştü. Ülke tek adam diktatörlüğüyle korku imparatorluğuna dönüştü. Bu çöküntü içinden çıkmalarının nekadar zor olduğunun farkında olduklarında baskıyı ve faşist politikaları daha da artırmaktalar. Kendilerine hayali düşmanlar ve Kürt halkı üzerinde yaptıkları katliyam, soykırım vatan millet demagojisiyle kitlelerin dikkatini savaşa odaklamakta.
Ancak demagojilerle, aldatmacalarla bu politikalarına rağmen, toplumsal hoşnutsuzluk hat safhadadır. Öfkesi günden güne artmakta krizin faturasınınım kendilerine çıkarılması karşısında kitlelerde kabaran öfke yoksul halk kitleleri tepkilerini ifade etme noktasında küçümsenemeyecek hareketlenmeler içerisine girmektedirler.
İşsizlik, iş cinayetleri, kadın cinayetleri ülkede adeta tavan yapmış durumda, emekçi kesimin zayıf, önderliksiz de olsa direniş, grev çabaları her geçen gün artıyor. Üçüncü Havaalanı işçilerinin direnişi ve küçük çaplıda olsa grevler bir öfkeyi mayalamaktadır.
Sadece ülkemizde değil Avrupa’dan, Asya’ya, Latin Amerika’ya ekonomik kriz, sosyal hak gaspları karşısında öfke büyümekte, Fransa’da sarı yelekliler adı altında patlayan halk hareketliği yeni yılda geleceğin işaretlerini vermekte. Ortadoğu’daysa uluslararası güçler arası ittifak ilişkilerinin zemini çok kaygan olsa da savaş giderek tırmanmakta, İsrail’in, Filistin halkına, Lübnan’a ve İran’a yönelik hesapları, ABD’nin İran’a yönelik hesapları, Suriye de ki gelişmeler ve Kafkaslardan tutalım da diğer bölgelerde ki gerilim ve çatışma potansiyeli savaşın yoğunlaşacağının işaretlerini fazlasıyla vermektedir. Kısacası; Yemen, Afganistan. ABD-Çin gerginlikleri, Suudi Arabistan, ABD, İsrail, İran, Suriye, Nijerya, Güney Sudan, Kamerun, Ukrayna ve Venezuela vb her tarafta kriz patlamaya hazır bomba.
ABD Başkanı Trump “Suriye’den güçlerimizi çekiyoruz” demesiyle, ABD’nin içi dahil neredeyse tüm dünya ve Ortadoğu bölgesi karıştı. Başta Fransa bölgede ağırlığını çoğaltma çabasına girerken Rusya cephesi ABD adımlarını okuma çabasında perde arkasını hesaplarken bu hamle karşısında konumunu belirlemede tereddütlü davranmakta.
Efrin işgaline göz yuman, hava sahası kendi denetiminde olduğu halde faşist TC’nin Maxmur Şengal saldırıları, Şengal’de Mam Zekî Şengalî’ye yönelik suikast, keza gerilla alanlarına yönelik keşif uçakları ve istihbarat paylaşımı ABD tarafından müsaade edildiği ve verdiği sır değil. PKK yöneticilerine yönelik çıkardığı tutuklama ve başlarına ödül koyması TC ve Kürtler yaklaşımını ortaya koymaktadır. Kuşkusuz ki, Kürt Özgürlük Hareketini çizgisinden eksen kaydırma ve İran karşısında kendi öncü gücü yapma çaba ve niyetleri zaten her zaman vardı. Bunun içinde öncelikle özgürlük hareketinin ideolojik olarak teslim alma, çizgisinden saptırmak için yaptığı manevralar söz konusudur. Irak’ta düzenlenen Kürt referandumuna yönelik ilk tepki koyanda yine onlar değimliydi. Dolasıyla ABD ile faşist TC arasında stratejik ortaklıkta değişen bir şey yok. Arada ki çelişki veya yaşanan sorunlara bakıp bunu yok saymak yanılgıya götürür.
Tüm bunlarla ABD, DAİŞ’e karşı Rojava’da Kürtlerle ortak savaş koalisyonu oluşturması Kürt halkı ve Kürdistan Özgürlük Hareketine bakışının değiştiğini söylemek yanlış olur. ABD’nin Kürtlere yaklaşımı ise yukarda belirttiğimiz gibidir. Ve bu taktik zorunlu ittifakı stratejik ittifak şeklinde ele alınamaz.
Bunun içindir ki içine girdiğimiz yılın ve sürecin sıradan olmadığını, 2019’un da sıradan bir yıl olmayacağını söylemek abartılı olmayacaktır. Çelişkilerin derinleştiği, savaşın, ekonomik krizin büyüdüğü, bunun karşısında alttan alta biriken öfkenin direnişe dönüşme çabaları, direnişin giderek güçlendiği bir süreç olacağının ibarelerini fazlasıyla vermektedir.
Faşist sistemin yeniden savaş çığırtkanlıklarını arttırdığı bir süreçle 2019’a girerken, 2018 Haziran seçimleri ve 2019 Mart yerel seçimlerinin de kuşkusuz etkisi var. Bir kez daha kan üzerine sandık kurma çabasında.
2018’deki tüm gelişmeler karşısında ezilenler cephesinde ve Türkiye Devrimci Hareketi açısından güçlenen, ileriye doğru daha sağlam adımların atıldığı bir yıl olmadı ne yazık ki. Tam tersi, iç sorunların yaşandığı, yapılar arası ayrılıkların öne çıktığı bir yıl oldu. Ve TDH iç krizleri, önderlik sorunlarıyla birlikte bir yılı bitirip yeni bir yıla başlangıç yapıyoruz. Bu bizlerin yaşanan süreç ve gelişmeler karşısında en büyük zaafıdır.
Sınıflar mücadelesi, bir bütün insanlık çetin ve zorlu bir süreçten geçiyor. Emekçi kitlelerin baskı ve zorla bastırılan hak alma mücadelesi, yoksulluk sınırının altında yaşamaya mahkûm edilen milyonlarca insanın geleceksizliği ve hiçbir ölçü, sınır tanımayan katliam ve işkence sindirme kampanyası… Suni gündem yaratma uğruna yapılan onca hokkabazlığı, yolsuzlukların, hırsızlıklarına rağmen emekçi halkların gerçek gündemi değişmiyor, değiştirilemiyor. Toplum öylesine baskılanma altına alınmış ki, artık nefes alınamaz hale getirilmiştir. Yaşamın giderek her geçen gün çekilmez hal alması, geleceği yok edilmeye çalışılan işçi, memur, çiftçi, küçük üretici, gençlik, kadın-erkeğin işsizler ordusuna binlerce yenisinin eklenmesi burjuva düzenin kâbusu olmaya devam ediyor.
Yeni bir yıla başta Kürt halkı olmak üzere direnişlerle girdik, Leyla Güven’in başlattığı süresiz açlık grevi dalga dalga yayılıyor. Zindanlarda devrimci tutsaklar baskı, zulüm karşısında direnişi kesintisiz sürdürüyor.
Tüm zorlu süreçlerde olduğu gibi yine umutlu ve kararlıyız. Marksist-Leninistler olarak yeniden devrimin bayrağını yükseltecek ve 21. yüzyılı da tıpkı 20. yüzyıl gibi sosyalizmin kazanç hanesine, hem de silinmemek üzere ekleyeceğiz, çünkü çok yenildik ve çok şey öğrendik. Öğrendiğimiz en önemli şey ise, yeniden ve yeniden yenilmekten korkmamaktır. Yenilgi korkusuyla elimiz ayağımız bağlı insanlığın sürüleştirilmesini, halkların köleleştirilmesini seyredemeyiz ve seyretmeyeceğiz. Yüzyılın kazanılmasında da geçen yüzyıldaki zafer ve yenilgilerimizden çıkartacağımız dersler en önemli silahımız olacaktır. İşimizin “iğneyle kuyu kazmak” kadar zor olduğunun da bilincindeyiz. Hâkim sınıfların kendilerini bugün en üstün saydıkları teknik ve teknolojinin kullanılmasına karşı bizlerde yeni araç ve yöntemler geliştirip mücadeleyi buna uygun araçlarla donatmak durumundayız.
Emperyalizmin bilimsel-teknolojik gelişmeleri kendi hanesine yazarak bunu egemenliğinin bir aracı haline getirme çabası ise hiç kimseyi aldatmamalı. Emperyalizm bilgi toplumu yaratmamıştır, emperyalizm bugün dün olduğundan daha fazla bir şekilde bilgiyi de kendi denetimine almış ve onu metalaştırmıştır. Bilgi toplumu denilen de bilginin emperyalizmin politikalarına hizmet edecek şekilde paketlenip çeşitli araçlarla satışa sunulmasıdır. Metalaştırılan bu bilgi ise insanı yönetmenin, emeğine ve alın terine biraz daha fazla el koyabilmenin bir aracından başka bir şey değildir. Bugün tüm iletişim araçları televizyon, gazeteler, internet gibi bu amaca hizmet eden ticaret araçlarıdır, dahası propaganda araçlarıdır.
Bilim ve teknoloji bugün diğer bir yönüyle denetim, sindirme ve tehdit amaçlı olarak kullanılmaktadır. Siyasal yaşamda teknolojiyi kitleleri denetleyip yönetmenin bir aracı haline getiren emperyalizm, ekonomik boyutta ise teknolojik gelişmeleri bir tehdit aracı olarak kullanmaktadır·. Kol gücünün yerine robotları geliştirme böylesine bir tehdittir ve bu tehdidi, ekonomik-siyasal sonuçlarını hesaplayamayan bir kısım çevreler de buradan yola çıkarak işçi sınıfının giderek yok olduğunu, olacağını, Marks’ın öngördüğü komünizm aşamasının (işçi sınıfının kendi kendini yok etmesi) gündemde olduğunu vb. vb. ileri sürmektedirler. Ancak bunları iddia edenler çok temel bir gerçeği unutuyorlar, kapitalizm üretimi değil kârı düşünür, Kâr ise bir piyasa mekanizmasını gerekli kılar. Arz-talep mekanizması işleyen piyasadan talebi çektiğinizde piyasa da kalmaz, kâr da. Bu noktada, bugünkü tekniğin ve olanakların elverip vermemesinden bağımsız olarak istenildiğinde bütün işyerlerinde robotlaşmaya geçme olanağının var olduğunu düşünsek bile kapitalizm bunu yapamaz, çünkü bunu yaptığı taktirde kendi temelini yok eder. İşsizliğin yaratacağı siyasal-toplumsal sorunları göze alamamak bir yana, mallarını sunacağı bir pazarın ortadan kalkması bile kapitalizmi böyle bir yolu izlemekten alıkoyacaktır. Bu noktada kapitalistler öteden beri izledikleri yöntemi izlemeye devam edeceklerdir. Bu ise kârı azaltan, pazarı daraltan, teknolojik gelişmelerin yine raflarda tutulması ve diğer yandan da emeğin pazarlık gücünü azaltacak, bu güce darbe vuracak ölçülerde işsizliğin belli sınırlarda korunup bir koz olarak tutulması. Kapitalizmin başka da yolu yoktur ve bugün emeklilik yaşı üzerine tüm dünyada sürdürülen tartışmalar bu politikanın bir biçimidir. Kapitalizm bir yandan işsizliği belli sınırlarda tutarken, diğer yandan da emek gücünü sonuna kadar ve tüm tecrübesiyle kullanmak, kâr ve verimliliğini arttırmak istemektedir.
Tüm bu gelişmeler karşısında umutla ve başımız dik yürümeye devam ediyoruz. Emekten yana, devrimden yana samimiyetini yitirmemişlerle, insanca yaşanacak, sömürüsüz, sınıfsız bir dünyayı kazanmaya cüret ettik. Bugün bu cüreti daha da arttırmanın hesaplarını yapmaya, daha fazla hakkımız olduğunu bilmemiz gerekir.
Bağımsızlık, demokrasi ve sosyalizm mücadelesinde, bu yolda yitirdiğimiz şehitlerimize, ağır bedelleri göğüsleme onuruna gölge düşürmeyecek olanlara, genç, yaşlı, yüreği emeğin iktidarından yana olanlara verdiğimiz sözü tutmak için ısrarımızı bir kat daha artırmanın çabası içinde olmalıyız.
Sınıflar mücadelesinin en keskin çatışmaları, süreçleri hem politikaları hem de devrimci çizgiyi geliştirecek ve kesintisizce hayata uygulayacak yeni unsurları, özneleri yaratır. En küçük bir tereddüttün dahi telafisi zor kayıplara, gerilemelere yol açtığı böylesi dönemler dostla düşmanı, devrim emekçisiyle lafazanı, gerçek devrimciyle küçük burjuva kurnazını ayırır. Yorgunları, kaçkınları, liberal ve reformistleri, korkakları, pasifistleri, oportünistleri bir yana; yaratıcı, kararlı, yönlendirici, militan ve kazanmak için emeğini, özverisini kıskanmayanları bir yana saflaştırır. Devrimciliğin bir bıçak sırtında yürümek kadar zor olduğu dönemlerde, yükselen mücadele en geri, en zayıf yönleri sadece ayıklamakla kalmaz, hızla düzelmenin ve gelişmenin paha biçilmez fırsatlarını da yaratır. Bu zorlu süreç, aynı zamanda düşünce ve duyguların, nitelik ve yeteneklerin de sınandığı bir mihenk taşıdır.
Böyle bir dönemi tüm güç ve olanaklarımızla, faşist rejim sahiplerini sarsıp savuracak bir fırtına öncesi sessizliğe dönüştürebilmenin biricik yolu, mücadeleyle açığa çıkan dinamiklerle daha ileri hamlelere cüret etmekten geçiyor. En sıradan demokratik haklara dahi tepeden tırnağa silahlı güçleriyle, besleme milisleriyle karşımıza çıkan bir düşmana anladığı dilden konuşmak, bunun içinde devrimci zor dilinde yeniden ustalaşmak, bu coğrafyada yaşamanın bir koşulu olarak karşımızdadır. Önümüzdeki süreç, çok yönlülüğümüzü, yeteneklerimizi, kısaca devrimciliğimizi yeniden ve yeniden sınayacağımız bir süreç olacaktır.
Başaracağız…