Türkiye işçi sınıfı tarihsel başkaldırısı olan ve sel gibi alanlara akan 15-16 Haziran büyük işçi direnişi, bugün de birçok yönüyle öğretici olmaya devam ediyor. Bu direniş, ülkemiz işçi sınıfının mücadele tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır.
1960’ların ikinci yarısı, sol harekette olduğu gibi, işçi sınıfı hareketinde de gelişmenin yükseldiğinin ifadesidir. Sınıf çelişkilerinin derinleşmesi ve toplumsal hareketlenmeye paralel olarak gelişen işçi sınıfının ekonomik, demokratik mücadelesi, 1967’de DİSK ile somutlamıyordu.
Ekonomizmin sınırları içinde hapsolsa da, DİSK, işçi sınıfının sendikal örgütlenmesi olarak ileriye doğru atılmış̧ önemli bir adımdı. İşçi sınıfı hareketini, sınıf iş birliği siyaseti içinde boğma ve sınıf bilincini dumura uğratmak amacıyla oluşturulan Amerikan tipi sarı sendika Türk-İş, gelinen aşamada işçi sınıfı hareketini nötralize edememiş̧ ve Türk-İş bünyesindeki ilerici, demokrat sendikalar koparak, sınıf sendikacılığı ilkelerini temel alan bir örgütlenmeye gitmişlerdir.
Her ne kadar DİSK sınıf sendikacılığını gerçek anlamda uygulayacak bir anlayış̧ ve yapıdan uzak ve bu nedenle sınıf sendikacılığı ilkeleri kâğıt üzerinde kalsada, işçi sınıfı hareketinin gelişiminde ulaşılan en üst aşama olmasıyla, olumlu bir işlev görmüştür. Nitekim DİSK’in kuruluşundan kısa bir süre sonra, işçi kitleleri içinde kök salmış̧ ve yoğun bir kesimi bünyesinde toplamayı başarmıştır.
Ekonomizmin dar sınırlarını aşmasada, DİSK’in kuruluşu egemen sınıfları rahatsız etmiş̧ ve yeni saldırı planlarına yönelmiştir. Her ne pahasına olursa olsun DİSK’in gelişiminin, dolayısıyla sınıf bilinçli işçi hareketinin gelişimini engellemeyi kafasına koyan oligarşi, çok geçmeden saldırılarını peş peşe devreye soktular. 15-16 Haziran büyük işçi direnişini doğuran saldırı, genel saldırı halkasının en üst boyutunu ifade ediyordu.
1970 yılında CHP ve AP’li milletvekilleri 274 sayılı Sendikalar Kanunu ile 275 sayılı Grev ve Lokavt Kanununda değişiklik yapılması için ayrı ayrı taslak hazırladı. Bu taslaklar komisyonda birleştirilerek tek taslak haline getirildi ve Meclise sevk edildi. “Güçlü sendikacılık yaratılması” iddiasıyla gündeme gelen değişikliğin asıl amacı DİSK’in yetkisiz bırakılması, işçilerin sendikal örgütlenmesinin ve grev hakkının kısıtlanmasıydı.
Bu maddelerin hepsi DİSK’te somutlanan işçilerin mücadeleci anlayışını ve inisiyatifini kırmak ve sendikal harekette Türk-İş diktası getirmek için getirilmişti. Çalışma Bakanı Seyfi Öztürk’ün “Çok yakında DİSK’in çanına ot tıkayacağız” açıklaması bunun net ifadesi oldu. Patronlar da bu yasa değişikliğinin arkasındaydı.
15-16 Haziran 1970‘de asıl olarak İstanbul‘da yaşanan, Türkiye işçi hareketi tarihinde önemli bir dönüm noktasıdır. DİSK‘i etkisiz hale getirmeyi amaçlayan yasa değişikliğine karşı başlatılan eylem kısa sürede bütün kenti kaplamıştır. İşçi sınıfı bu direnişiyle bir destan yazdı.
İstanbul’da işçiler üç koldan yürüyüşe geçti. Cağaloğlu’ya gelen işçilerin yolu zırhlı askeri birlikler tarafından kesilmesine rağmen işçilerin bir kısmı bu barikatı aşarak Valiliğin önünden Eminönü‘ne indi. Topkapı’dan gelen bir başka işçi kolu ise Unkapanı Köprüsü’ne ulaştı. Beyoğlu ve İstanbul yakalarından gelen işçilerin birleşmesini engellemek amacıyla yetkililer Galata ve Unkapanı Köprülerini açtı. Bunun üzerine bazı işçiler motorlarla Beyoğlu tarafına geçti. Geçemeyenler ise yeniden Topkapı tarafına doğru yürüdü. Levent ve Mecidiyeköy’de de kitlesel yürüyüşler yapıldı. Anadolu yakasında ise iki koldan yürüyüş yapıldı. Polisin barikat kurup silah kullanmasına karşın dağılmayan işçiler, barikatı aşarak yola devam etti. Vapur seferlerinin iptal edilmesi nedeniyle Avrupa yakasına geçemeyen işçiler, Paşabahçe-Beykoz yönüne yürüdü. Kartal istikametinden gelen ikinci kol ise bölgedeki fabrikalardan katılımlarla daha da büyüdü. Katılımlar sürekli artarken Fenerbahçe stadyumu önünde kurulan barikattan işçilere ateş açarak çok sayıda işçiyi yaralayan polis, Kadıköy İskelesi civarında da ateş açtı ve burada ölen işçiler oldu. 16 Haziran’da Gebze, İzmit, İzmir ve Ankara’da da kitlesel eylemler yapıldı.
16 Haziran, 15 Haziran’a göre daha görkemli ve kitlesel oldu. Türk-İş yasanın arkasında olduğunu açıklasa da, Türk-İş üyesi işçilerin eyleme katılım sayısı DİSK üyesi işçilerin sayısını geçmişti. Kimi verilere göre eylemlere katılan toplam işçi sayısı 150 binin üzerindeydi.
Kuşkusuz bu direniş o dönemde DEV-GENÇ’te somutlanan anlayış̧, 15-16 Haziran‘da oynadığı rolle de pratikte kendini kanıtlıyordu.
DEV- GENÇ‘in radikal ve militan mücadele anlayışıyla toplumun kendiliğinden mücadelesine yeni bir ruh taşıması; işçi sınıfının ekonomik-demokratik mücadelesi; 15-16 Haziran direnişi; Yargıtay yürüyüşü başta olmak üzere, bürokrasinin her kademesindeki demokratik hareketlenme ve nihayet cumhuriyet tarihinde ilk kez rastlanılan toprak işgalleriyle demokratik köylü hareketi yükselmişti.
İşçi sınıfının mücadelesindeki gelişme, proleter devrimci kadroların güçleri oranında müdahalesiyle, siyasal bir platforma çekilmeye çalışıldıysada etki alanı sınırlı kaldı. Dolayısıyla işçi sınıfı hareketi, bir bütün olarak ekonomizmin sınırlarını aşamadı.
İşçi sınıfının bu dönemdeki mücadelesi zengin derslerle doludur. İktidar perspektifiyle halk kitlelerinin sorunlarına yaklaşma ve pratik içinde güven vererek halk kitlelerini siyasal mücadeleye yöneltmesiyle, ekonomist-reformist anlayışların hakimiyetine son verme ve militan mücadele ruhunun hakim çabası, devrimci mücadeleyle işçi sınıfının birliğinin mümkün olacağı tartışmasız bir şekilde ortaya çıktı.
İşçi sınıfı, bürokratik sarı sendikacılığa karşı nasıl bir kopuş hamlesi göstermişse, düzen bağlantılarından kopuş gösteren 71 devrimci hareketine de etkilerde bulunmuş ve ideolojik-kültürel boyutlarıyla katkı sunmuştur. Devrimci sosyalist hareket 15-16 Haziran direnişinin dışında değildir.
DİSK’i etkisizleştirmeyi öngören yasa tasarılarına karşı, işçi sınıfının gösterdiği 15-16 Haziran direnişi, Türkiye işçi sınıfı tarihinde, işçi sınıfı eyleminin ulaştığı en yüksek aşamaydı. Yer yer Devrimci Gençlik’in müdahalesi ile iradi bir nitelik almasına karşın, esasta kendiliğindenci karakter gösteren 15-16 Haziran direnişi, reformist-uzlaşmacı sendika yöneticilerinin yüzünü de açığa çıkararak, deşifre etti.
15-16 Haziran direnişi, işçi sınıfının kendi gücünü görmesi yolunda yaşanan somut bir adım olmasıyla da olumlu bir gelişmeydi. Yasal olarak var olduğu sürece oligarşinin boy hedefi olan DİSK, hiçbir zaman ekonomist-uzlaşmacı sendikal anlayışı aşamadı. Ama buna karşın işçi sınıfının bağımsız yığın örgütü olması yanıyla, sınıf sendikacılığı yolunda atılmış̧ önemli bir adımdı. Zaten egemen sınıfların boy hedefi olması da bundan ileri geliyordu.
Oligarşik düzen bundandır ki İşkence- katliam ve terörle, her türlü hakların ortadan kaldırıldığı, insan onurunun, hayasızca çiğnendiği günümüz koşularinad faşist diktatörlüğe karşı dişe diş̧ mücadele etmekten başka yol yoktur.
Tarih boyunca egemen sınıflar, kitlelerle bütünleşmiş̧, kitlelerin bilincinde maddi bir güç haline gelmiş̧, örgütlü halk hareketlerinden her zaman korkmuşlardır. Bu yüzden her türlü yönteme başvurarak, ezilen sınıfların örgütlü gücünü ve mücadelesini boğmaya çalışmışlardır.
İşçi sınıfımız bu direnişiyle, oligarşiye ve onun hükümetine sınıfsal korku salmış ve geri adım attırmıştır. Bu da 15-16 Haziran direnişinin anlaşılır tarihsel bir özelliğidir.
Ancak işçi sınıfı sendika ağalarının hakimiyetini kırıp, sendikalarda tabanın söz ve karar sahibi olacağı demokratik bir işleyişin egemen kılınması için mücadelede yetersiz kaldı. Devrimci işçilerin sendikalarda etkin olmaları için reformist barikatlar aşılmaya, reformistlerin anti-demokratik tutumları teşhir edilerek işçiler içindeki etkinlikleri kırma çabaları başarısız kaldı.
Sendikaların başına çöreklenen reformist-revizyonistlerin etkinliğini kırmayı ve işçilerin kendi örgütlerinde etkin hale gelme mücadelesi bugünde bir görev olarak önümüzde durmakta. Bu doğrultuda sendikal çalışmaya devrimci bir perspektif kazandırmak, demokratik sınıf ve kitle sendikacılığını geliştirmek perspektifi aciliyetini korumaktadır. Demokratik sınıf ve kitle sendikacılığı bilinci genel işçi kitlesi içinde yaygınlaştırılmayı ve faşist- gerici sendikacılık ve reformist sendikacılık (buna düzen sendikacılığı da diyebiliriz) teşhir edilerek işçileri sömüren asalak takımı, işçi aristokrasisinin etkinliğini yok etmeliyiz.
Yine işçi sınıfının mücadelesini salt günlük ekonomik talepler için yürütülen mücadeleyle sınırlayan anlayışlara karşı mücadele ve işçi sınıfı içinde siyasal ajitasyona ve örgütlenmeye ağırlık vermeliyiz. Devrimci sendikacılığı, patronlardan daha çok hak istemi ve toplu sözleşmelerin daha iyi olması şeklinde görmeyerek onu siyasal çizgiye, örgütlenmeye bağlı bir olgu olarak ele amalıyız.
İşçi sınıfının örgütlenmesi en genelde, geniş̧ işçi yığınlarını politize edebilecek sınıf bilinçli işçilerin örgütlendirilmesi, bilinçlendirilmesi ve mücadele içinde sınıfına önderlik edecek gerçek bir öncü haline getirilmesi kaçınılmazdır. Bugün Kürt kalkına karşı yürütülen soykırım savaşı ve bu savaşın yarattığı ekonomik çöküntünün suçlusu faşist sömürgeci devlete karşı ve onun kitlelere empoze ettiği milliyetçilik, şovenizm zehrine karşı işçi sınıfı sınıfsal tutumunu almalı. Bu temelde politik bilinçlenmesinde bu alandaki çalışmada birincil sırayı tutmakta. İşçilerin mücadele içinde hem politik açıdan kendilerini geliştirecek, hem de deney ve tecrübe açısından yetkinleşecektir.
Unutmamalıyız, yürütülecek doğru devrimci çalışma ve sınıfın güven duygusunun geliştirilmesiyle onların yaratıcılığı, bugüne dek egemen sınıfların bütün silahlarından daha üstün bir silah olduğu gerçekliğidir. Düzenin silik, ürkek, sıradan bir yaşama mahkûm ettiği sınıfın nasıl sıradanlık kabuğunu parçalayıp kendilerinden beklenmeyen cesaretle, destanlar yarattıklarını biliyoruz.
Bunlar bizim işçi sınıfının ve insanımızın, kendi toprağımızın zenginlikleridir. Halkımız, değer verdiği güzelliklere ona sunulduğu her yerde bu fedakarlıklar ve zenginliği mücadeleye sunmaktan esirgememiştir. Çünkü mücadele, o güne dek egemen olan ezginliği, suskunluğu kucak açtığı herkeste değişime uğratmaktadır.
İşte faşizmi korkutan da budur. Yaratıcı zekâsı ve sınırsız olanaklar, enerjik kapasitesiyle dinamik insan potansiyeli, yani örgütlü halk faşizmin en çok korktuğudur. O, örgütsüz, insani değerleri unutmuş, kişiliksiz insanları sever. Faşizm insanı işlevsiz, değerleri çürümüş bir topluluk içinde eritmek ister. Yoz, kişiliksiz, korkak, birbirine ve kendine karşı güvensiz bireylerden oluşan kof bir yığın; faşizmin hayalindeki “halk“ imgesi işte budur. Bugün halka yapılan saldırılar ekseninde, her şeyden önce faşizmin bu hayalleri yatmakta.
Egemen sınıfların yağma ve talanı sürüyor. Vurguncular, mafya zenginleri, kaçakçılar bizzat devlet eliyle palazlandırılırken, yaratılan tüketim kültürüyle bilinci karartılan işçi sınıfı ve diğer emekçi tabakaların örgütlenme ve mücadele geleneklerinin sürekliliğinin olmaması, bu dizginsiz sömürü ve zulüm çarkının işletilmesini kolaylaştırmaktadır.
İşçi sınıfı açlığa mahkum edildiği, iş cinayetleri, işten atma tehditleri, güvensiz iş koşulları ve taşeron sistemiyle teslim alınmaya çalışıldığı koşullarda Haziran ruhunu yeniden güncellemek kaçınılmaz bir görevdir. İşçi sınıfının kendi öz örgütlemeleri, ideolojik-kültürel ve politik kurumsal bütünlüklü çalışmalarla sağlanarak emek mücadelesinin geliştirilmesi, güncel sürecimizin temel konusudur.
Ülkemize emperyalist tekellerin “ucuz iş gücü cenneti“, “tatlı karlar ülkesi“ haline getirilmiş, işçi sınıfı kölelik koşullarına mahkum edilmiştir.
Bugün İşçi sınıfının tüm ekonomik, demokratik, kültürel ve politik yapıları, 15-16 Haziran direnişi ruhuyla, toplumsal kurtuluş mücadelesini yükseltmeliyiz.
İşçi sınıfı toplumsal eşitlik, özgürlük ve adalet, sömürgeci savaş ve milliyetçilik zehrine karşı; yaşasın halkların kardeşliği, yaşasın sınıf kardeşliği sloganlarıyla geleceği yeniden yaratma hakkına ve gücüne sahip olduğunu unutmamalıyız.
Haziran ruhuyla her alanda mücadeleye daha sıkı sarılma ve sınıfın gücünü gösterme zamanı.
13 Haziran 2023