Kadının gelişimi, bağımsızlığı özgürlüğü kendisinden gelmelidir. İlk olarak kendisini bir obje değil, bir kişilik olarak ortaya koymalıdır. İkincisi, hayatını basit, fakat zengin ve derin kılarak; kendi bedeni üzerinde başkalarının iddia ettiği tüm haklara karşı koymalı, istemediği sürece çocuk yapmamalı, tanrının, devletin, kocasının, ailesinin bir kulu olmaya karşı çıkmalıdır. Bu da hayatın tüm karmaşıklığını ve özünü anlamaya çalışarak, yani kendini toplumun fikirlerinden ve yargılarından özgürleştirerek olur.
Emma Goldman
MERYEM’İN DAĞINIK DÜŞÜNCELERİ
Nasıl da yaşlandı ellerim
Bir çift güvercindi
Oğlumun omuzunda
Oğlum öyle duyumsar hala.
Oğlum,
O gözleri sonsuza bakan öküzün
önünde doğan çocuk.
Oğlum,
Eşeğimin ıslak soluğu ısınırken ensemde
kucakladığım mucize…
Oğlum, yüreğimde büyüyen inanç:
“Dünya değişecek, değişmeli
bu çocuk büyüdükçe…”
Tanrım, ne oldu ellerime
biçimleri yitti sanki, lekeler, damarlar.
Filizlere değen yel gibiydi
değdiğinde toprak yeşerirdi
yıllar…
Oğlum, nasıl da büyümüş…
Kim inanır onu doğurduğuma.
Oğlumu kucaklasam, bıraksalar ısıtsam
süt yürüse göğüslerime
doyursam aç bebekleri
oğlum… oğlum dirilir mi?
Sennur Sezer
Kadın olmak, ana olmaktır. Daha adil, daha özgür bir toplum istemekten başka suçu olmayan evlatları zindanlarda, hücrelerde çürütülmek istenen binlerce ananın olduğu bir ülkede, 8 Mart’larda, tutsak analarının sesi olmalıyız.
İnsanların ana dilinde konuşma, eğitim görme, televizyon izleme haklarının olmadığı, barış için teslimiyetin, ulusal kimliği inkarın dayatıldığı bir ülkede, 8 Mart’larda Kürt kadınının sesi olmalıyız.
Yaşanan ağır ekonomik krizin faturasının emekçi halklara kesildiği bir ülkede, 8 Mart’larda, sofrasından her gün birkaç lokma daha eksilen, ailesinin ve çocuklarının gelecek kaygısı kendisi için bir şey talep etmesinin önüne geçen, sabah kalkar kalkmaz çalışmaya başlayıp, mesaisi gece yatana kadar süren ama yaptığı iş ücretlendirilmeyen ev kadınının sesi olmalıyız.
8 Mart’larda, her türlü sosyal güvenceden yoksun, en ağır koşullarda en düşük ücretle çalışan emekçi kadının sesi olmalıyız.
8 Mart’larda gelecek toplum düşümüzü temsil eden, devrimci mücadelede görev omuzlayan, eşitözgür-onurlu sosyalist kadının sesi olmalıyız.
8 Mart’larda, kadının sesini devrimci mücadeleye taşırken kadında devrimi de gerçekleştirmeyi hedefleyen Dev-Kad’ın sesini alanlara taşımalıyız.
DÜNYAYI DEĞİŞTİRMEK İÇİN…
Kadının kurtuluş mücadelesi, tarihsel olarak, siyahların ırk ayrımcılığına karşı verdiği mücadeleden esinlenerek başlamış, işçi sınıfının mücadelesinden beslenmiştir. Kadının kurtuluş mücadelesi ile ezilen sınıfların kurtuluş mücadelesi arasındaki kopmaz bağ yaşamın pratiğinde ortaya çıkmış, “Kadınlar Katılmaksızın Devrim, Devrimler Olmaksızın Kadının Kurtuluşu Mümkün Değildir” sloganında ifadesini bulmuştur.
Sosyalist hareketin dünya çapında yaşadığı tüm zaaflara, eksikliklere rağmen, yaşanan sosyalizm yenilgisine rağmen, kadının kurtuluşunun sosyalizmde olduğu, kadının sosyalizm içinde çözülememiş tüm sorunlarının da, sosyalizmin genel sorunlarının bir parçası olduğu gerçeği bize aittir. Nasıl ki, tüm hatalarına, zaaflarına, yaşadığı yenilgiye rağmen hala sosyalizmi savunmaktan vazgeçmediysek, kadının kurtuluşuna ilişkin tüm sorunların cevabını da, yine sosyalizm içinde aramaktan vazgeçmedik, vazgeçmeyeceğiz.
Sosyalizm mücadelemiz sürüyor, kadının kurtuluş mücadelesi de. Ağır aksak da olsa, genel mücadelede yaşadığımız sorunların sancılarını da yaşasa, örgütlenme anlamında henüz bir sürekliliğe ve sistematiğe kavuşturulmamış da olsa, “Devrimde Kadın, Kadında Devrim” şiarı mücadele içindeki kadınlarımızın belleğine kazındı.
Dünyayı değiştirmek için kadının da mücadeleye katılması gerekiyor. Yeni bir dünya kurmak için sadece savaşmak yetmiyor, yeni bir kültür de yaratmak gerekiyor. Yeni bir kültürün yaratılmasında kadına büyük rol düşüyor. Bu misyonunu yerine getirebilmesi için kadının da kendisini değiştirmesi, yetiştirmesi gerekiyor. Sistemin belli kalıplara soktuğu, belli imajlara sığdırdığı kadının her şeyden önce bir kimlik mücadelesi vermesi gerekiyor.
Kadın bu kimlik mücadelesini kime karşı verecek?
Kadının kimlik mücadelesi tek cepheli bir mücadele değildir. Kadın kendisine sunulan yaşam tarzını, biçilen rolü reddetmek için her şeyden önce sisteme karşı bir tavır almak zorunda. Bu anlamda, dönen çarkın bir parçası olmayı reddetmeli, her türlü eşitsizliğin temelinde var olan mülkiyet ilişkilerini reddetmeli, ezilen sınıfların toplumsal kurtuluş mücadelesinden yana tavır belirlemelidir.
Ezen-ezilen, yöneten-yönetilen ayırımına dayalı binlerce yıllık maddi yaşam kültürünün bilinçlerde yarattığı tahribat nedeniyle, kadının kimlik mücadelesi sadece kapitalist sistemle sınırlı değildir. Kadının kimlik mücadelesi saflarında yer aldığı toplumsal kurtuluş mücadelesi içinde de sürmek zorundadır. Kadın, 70 yıllık sosyalizm deneyiminin hatalarından, zaaflarından arındırılmasında, daha mükemmel bir sosyalizm ve sosyalist toplum projesinin yaratılmasında geçmiştekinden daha aktif bir role aday olmalıdır.
KADIN’IN ZAMANI KULLANMA BİLİNCİ…
İşçi sınıfının mücadele tarihine baktığımızda, işçi sınıfının temel talepleri arasında yüz yıl boyunca ilk sırayı 8 saatlik iş günü talebinin aldığını görürüz. İlk bakışta ekonomik bir talepmiş gibi görünen 8 saatlik iş günü talebi işçi sınıfının iktidar talebinin bir parçasıydı.
Bu nedenledir ki, egemenlerin 8 saatlik işgünü talebini kabul etmesi için yaklaşık yüz yıllık bir zaman gerekmiştir. Bu anlamda, zaman politik mücadelenin yürütülmesinde önemli bir kavram. Ancak yine en az bunun kadar önemli bir başka şey ise bu zamanın nasıl geçirildiğidir.
İşçi sınıfı çalışma gününün 16 saati bulduğu koşullarda bugünkünden çok daha fazla politik çalışma yürütüyorduysa, 8 saatlik iş günü talebinin kabul edilmesinin üzerinden yaklaşık yüz yıl geçmesine rağmen, politik örgütlenmede ve bilinçlenmede çok fazla yol kat edilemediyse, demek ki sorun yalnızca zaman değil. Zamanı değerlendirmek de en az o kadar önemli.
Kadının kendini yetiştirmek, eğitmek, geliştirmek için kendisine ayıracak zamana ihtiyacı var. Çocuk bakımından, ev işlerinden, çalışıyorsa iş saatinden geride kalan zamanlar kadının kendini yetiştirmesi ve eğitmesi için yeterli değil kuşkusuz. Bu anlamda kadının yaşam koşullarında birçok şeyin düzeltilmesi için mücadele vermek gerekiyor. Ancak en az bunun kadar, hatta belki daha da fazla önem vermemiz gereken şey kadınların zamanı nasıl kullandığıdır.
Mevcut sistemin ve geleneklerin yönlendirmesiyle kadınlar kendilerine ayırabilecekleri zamanı gereksiz şeylere harcıyorlar. Ev işlerine gerektiğinden fazla önem verme, alışverişi ihtiyaçların karşılanması için gerekli bir eylem olmaktan çıkarıp adeta zaman geçirme aracı hale getirme, hiçbir eğiticiliği olmayan, hatta eğlendirici bile sayılmaktan uzak, yoz, seviyesiz televizyon programlarını seyrederek zaman öldürme, çocuk eğitimi konusunda söze gelince birçok doğruyu ifade edebilecek kadar “bilinçli” olmasına rağmen, günlük yaşamda adeta bütün zamanını çocuğuyla ilgilenmekle(!) geçirme, vb. vb.
Kadınların tüm bu gereksiz yere harcadıkları zamanı verimli bir şekilde kendilerini eğitmek, geliştirmek için kullanmaları halinde, bugünkü koşullarda bile çok şey yapacak zamanlarının olduğu bir gerçek. Ve zamanını böyle değerlendiren bir kadın, gerek mücadelesiyle, gerekse kişiliğiyle hem çevresinde, hem ailesinde daha saygın bir konuma sahip olacak, belki bir çok konuda eşiyle, çocuklarıyla yaşadığı problemlerini daha kolay çözecektir. Bu nedenle zamanı nasıl değerlendirdiğimiz konusunda kadınlar arasında bir bilinçlenme çalışması yürüt-mek, belki de bugün bir kadın örgütlenmesinin en temel konularından biri olmak zorundadır.