‘’Özgürlük mızraklarla ve baltalarla kazanılır,
sümsükçe dilenmeler ve yararsız sızlanmalarla değil… ‘’ (K. Marx)
Devlet AKP eliyle barış sürecini başlatırken kendi açısından kısmi haklar ve söylemlerle Kürt soruna çözüm adına açılımlar sağlıyor görünümü altında süreci sürüncemeye sokuyordu. Bir yandan çözüm umutlarını geliştirirken asıl olarak Kürt Özgürlük hareketini zayıflatma, kitlelerden soyutlayıp tasfiyeyi düşünüyordu. Aynı zamandada sömürgesi altındaki Kürdistanı yeni, canlı ve dinamik bir Pazar olarak vahşi kapitalizmin iştahını kabartıyordu, onlara sunma çabasındaydı.
Ancak bu hesapları yapan faşist devlet ve onun uygulayıcısı AKP’nin hesaba katmadıklarıda vardı, o da Kürt Özgürlük Hareketiydi. Ortadoğu’daki gelişmeler Rojava devrimiyle yeni ufuklar yeni yönelimlerde ortaya çıkarıyordu. Bu durumda Rojava’da devrimin savunulması ve inşası, uluslararası güçler ve Türkiye’nin halkları birbirine düşman etme hesaplarını bozmak ve halkların özgür demokratik birlikte yaşamını örgütleme çabası ile dünya ezilen, zulüm altındaki halklara moral gücü olurken, destekte alıyordu. Tüm dünya egemen güçler bu alanda (Suriye) de hesaplaşırken adeta bir dünya savaşının yaşandığını söylemek abartı olmaz. Bugün bir paylaşımı, iki paylaşım savaşlarının bir benzeri bu coğrafyada bu şekliyle yaşanıyor. Bu savaşta Kürt özgürlük hareketi, ezilenlerin, sömürülenlerin, zulüm altındaki halkların umudu temsilcisi konumunda. Bu görev ve sorumlulukla hareket eden Kürt Özgürlük Hareketi, dünya ezilenlerininde İŞİT çetesi ve onun türdeşleri karşısında bir cephede birleştiriyor, topluyordu. Diğer yandan da bu süreci daha rahat yürütebilmek için Türkiye Kürdistanında yeni paradigma çerçevesinede hemde yaşanan sürecin yoğunluğundan kaynaklı Kuzey Kürdistanda Demokratik Özerklik talebini bu görüşmelerle çözüme kavuşturma, anayasal güvence altına alma çabasıyla barış, diyalog görüşmelerini sürdürdü. Ama hiç bir zaman politikasını ve yapılanmasının temelini bunun üzerine şekillendirmedi. Her dönem devrimci halk savaşının kaçınılmazlığına vurgu yaptı, yapıyordu. Asıl olarak ne yaptığını iyi biliyorlardı, ama Kürt Özgürlük Hareketinin bu politikalarını anlamayanlar yada onların yüklemediği anlam ve misyonlar yükleyenler hayal kırıklığı yaşıyor, yaşadılar.
Bu süreç zaten faşist Türk devleti ve onun uygulayıcısı AKPnin hesaplarının tutmadığınıda gösteriyordu. Süreçte tasfiyeyi hesapladığı Kürt Özgürlük Hareketi özelikle Kobaninin destansı direnişiyle gerek yerelde gerekse uluslararası arenada dahada güçlenerek çekiyordu. Bunu gören devlet AKP eliyle Ergenekon vb süreçlerle bir yandan devletin kirli yüzünü aklayarak tüm süreci Cemaatin sırtına yükleyerek derin devleti aklarken, diğer yandanda AKP ile bütünleştirdi iyice. Bununla birlikte Barış süreci ve Dolmabahçe mutabakatını bozmaya kendini hazır hisseti. Gerçek yüzüyle artık rahatlıkla ortaya çıkabilirdi, öylede yaptı.
7 Haziran öncesinde bu yeni yönelimini net olarak ortaya koydu. Önce Pirsus ardından HDP binaları, Diyarbakır ve Ankara patlamasıyla süreci nasıl yöneteceğini işaret ediyordu. Ancak 7 Haziranda ortaya çıkan tablo sistemi ürkütmekten başka bir sonuç çıkarmadı. Bu süreçte Kürt Özgürlük Hareketi ve HDP çok daha güçlenerek çıkmıştı. HDP tüm baraj şantajlarını aşmış %13ün üzerinde oyla meclisteydi. Bu sonucun sistemi ürkütmesi için yeterliydi. Bu haliyle seçim sonuçlarını kabullenmek sistemin tüm hesaplarının alt üst edilmesi anlamına gelirdi. Ve bunu tersine çevirmek için öncelikle sistemin sadık kulu Baykal ile CHP ardında MHP’yi hayırcı edebiyatıyla sistem partilerine bu sürecin aşılması için gerekli rolleri verilip hayata geçirilerek yeni bir seçimin kapısı açıldı.
Ardından 1 Kasım seçimleriyle ortaya çıkan zafiyet giderilerek adeta 7 Haziran öncesi ortaya çıkan her kesimdeki tepki ve Erdoğan iktidarının son bulması umudu ve dinamiğinin sindirilmesi, karamsarlığa ve umutsuzluğa sürüklenmesi pekiştirildi. Birçok sözüm ona aydın beyaz Türkler vb çark ederek Erdoğan iktidarıyla uzlaşmanın yollarını aramaya başladılar. Yada sinerek köşelerine çekildiler.
Sistemin bu yönelimi, sindirme ve yok etme politikalarının karşısında Kürt Özgürlük Hareketi refleksini anında gösterdi. Demokratik Özerklik perspektifi çerçevesinde öz savunma güçleri Kürdistanda direnişi başlattı. Hendeklerde somutlaşan, ifadesini bulan bu refleks süreci doğru yorumlanmadığında, kavranmadığında belli kesimlerde rahatsızlıklar, hoşnutsuzluklar yaratmaktanda geri kalmadı.
Devlet ve sistemin karakterini algılayamayanlar, kendilerini legalizmin rahat ortamına kaptıranlar ve liberallerin etkisiylede bu süreci kavramak ve ağılamakta gelgitli ve tereddütlü bir duruş sergilediler. Ki bu tavırlar sürecin sağlıklı ve kitlesel gelişimi sahiplenmesinde belli bir kırılmaya sebep oldu. Kısacası orta sınıf diyebileceğimiz Kürtler ve yasal siyasetçiler ”buda nerden çıktı, ne güzel herşey yolunda gidiyordu, bu sorunu çözüyorduk” saflığıyla böylesi bir zaafa sebep oldu. Bu aynı zamanda Kürdistanda sınıfsal ayrışmayı da ortaya koyuyordu. Orta sınıf direnişten uzak kalıp, mahallesini ve kasabasını terk ederken, direnişi sahiplenen yoksullar, şehit aileleri oldu. Orta sınıf, yasalcılar ve liberallerin yalpalanmaları vb rağmen direniş giderek büyüyor ve karartılmak istenen ”buda nerden çıktı” tereddütlerini ortadan kaldırıyor.
Bu konuda HDP üzerinde sistemin liberallerin ve sahibinin sesi medyanın Türkiyeleşme, Sivil siyasete samimiyet vb. söylemlerle HDPyi baskı altına alması, kısa sürelide olsa başarılı olduğu gerçeğini kabullenmek gerekiyor. Bizde hendeklere karşıyız, silah bırakılmalı, Dolmabahçe sürecine geri dönülmeli gibi benzer söylemleri öne çıkarıp güncellemeye çalışmanın altında yatan gerçeklikte buydu. Aslında 7 Haziran sonrasında süreci HDP yönlendirmede yetersiz ve yanlış tutum içinde oldu. Sistemin saldırıları karşısında mücadeleyi yükseltme yerine Ankara katliamı sonrasında seçim mitinglerini iptal etmekle zaaf göstermeye başladı. Ardından tereddütlü, suskun duruşu sistem cephesini güçlendirdi. ”Ses ver” diye carı yapan HDP siyasal bir oluşum olduğunu unutarak, bu sesi örgütleyen olması gerektiğini düşünen değil, başkalarından bekler duruma düştü. Bugün mecliste olanlar o katledilen halkın oylarıyla oraya gelenler, ceylan derisi koltuklara otururken hemen oraya adapte olmakta zorlanmadılar. Unuttukları bir şey vardı, onların oraya gelmesini sağlayan bugün katledilen hakların emeği, çabası ve oylarıydı. Bunların hemen sisteme adapte olmak yerine vicdanlarını sorgulayarak kendilerinin orda olmasını sağlayan ve bugün katledilen halkın sesi olmalarıdır. Aksi takdirde bu suskunlarını sürdürdükleri durumda, bu halkın mücadelesi onları bir köşeye atacaktır.
Faşist devlet savaşı başlatmışken onun bu savaşını teşhir ve karşıt tutum yerine statükoların, kaygılarına düştüler. Nitekim Selahattin’in Erdoğan sevicileride bir yönüyle buna vurgudur ve aynı zamanda buna noktayı koymak anlamına geliyordu. Bugünde bir çok millet vekilinin ortada olamaması suskunluklarını neyle izah edilebilinir ki?
Ama asıl olarak Demokratik Özerklik, birlikte bir yaşam denirken, ülkenin doğusuyla batısı arasında ciddi bir kırılmada meydana çıktı. Dün Gezide “bilmiyorduk medya bizi uyutmuş şimdi Kürtleri anlıyoruz” söylemlerinin samimiyetsizliği ortaya çıkmıştır. Bir yanda çocuklar katledilirken, mahalleler uçaklar, tanklar ve toplarla vurulurken, ülkenin batısında büyük bir suskunluk hakim. Buda halkları birbirinden koparma ve uzaklaşmayı beraberinde getiriyor.
Öncelikle burada vurgulamak gerekiyorki Türkiye Devrimci Hareketinin bu süreçte ciddi bir mahcupluk yaşaması gerçeğidir. TDH üzerine düşen rolü bu süreçte oynayamamış, Kürt halkının yanında yeterince olmamış ve kitleleri harekete geçirememiştir. Bu konudaki çaba ve bedeler, emekleri unutmamak kaydıyla yetersiz ve eksik kalmışlardır. Ama önemi ve anlamı yetersiz kalsada önemlidir. Bu süreci Akademisyenlerin imza kampanyası bir anlamda Türk aydınının, solcusunun, halkının onurunu kurtarmanın ateşi fitillemesi olmuştur.
Şimdi tüm eksikliklere ve yetersizliklere rağmen hızla bu süreci örgütleme, mahcupluğu direnişe, halklar arasında ortaya çıkan uçurumu kapatmaya dönüşmelidir. Hazırlıksız olmak vb gerekçeler, yaşanan katliam ve soykırım karşısında birşey ifade etmemektedir. Tüm eksikliklere ve yetersizliklere rağmen süreci doğru halkalarda yakalayıp bunu ileri sıçratmak gerekiyor.
Olur mu olmaz mı ne getirir hesaplarını bir yana bırakarak tüm devrimci, demokrat kurum, kuruluşlar, bireyler, herkesin kendi köşesinde değil bir arada yek vücut olarak sistemin bu faşist saldırı katliamları karşısında tek cepheyi oluşturmaktır.
Bölgemizde ve ülkemizde tüm uluslararası güçler bir dünya savaşı denebilecek bir hesaplaşmayı yürütürken, Rojavada, Kobanide nasıl yek vücut olduk, mevzilerde ölümü birlikte karşıladık ve kuşatmayı yarıp zafere dönüştürdüysek, bundan sonrada bunu Kürt halkına karşı girişilen bu yok etme savaşında başarmak bizlerin elinde. Bu zalim faşist düzeni hakkettiği çöplüğe göndermek mümkün, yeterki küçük hesaplar ve ayrılıklarımızı bir yana bırakıp aynılıklarımızı öne çıkarıp, örgütsel kaygılarımızı değil, halklarımızın geleceğini öne çıkaralım…
Unutmayalım ki; Hiç bir meydan, hiç bir alan savaşılmadan özgürleştirilemez..
Yaşasın halkların kardeşliği değil, yaşasın kan ve siper yoldaşlığı…
Ya özgür vatan ya ölüm şiarıyla hareket edelim….
S. Şimşir
Ocak 2016