Giriş: Washington, Latin Amerika’ya karşı ikili bir strateji planladı. Bu stratejinin içinde bir yandan Latin Amerika merkezli entegrasyon ve ALBA, Petro-Caribe, UNASUR ve MERCOSUR gibi bölgesel ittifakları dağıtırken öte yandan başlıca anti-emperyalist hükümetleri (Venezuela), toplumsal hareketler ve silahlı isyancıları (Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri) zayıflatmaya yönelik yeni hırslı emperyal inisiyatifler var.
ABD aynı zamanda tüm Latin Amerika ve Asya’da alternatif bir ABD merkezli “entegrasyon planı” uygulamaya çalışıyor: enerjileri ve kalkınma stratejilerine bağımlı madencilik sektörleriyle Meksika, Kolombiya, Peru ve Şili gibi neoliberal devletler arasında daha yakın bağları teşvik eden Transpasifik Ortaklığı (TPP).
Kolombiya’nın bu iki “yüksek öncelikli” hedeflere dahil edilmesi elzemdir. Kolombiya’nın bugünkü ABD stratejisi açısından merkezi önemini kavramak için Beyaz Saray ile Bogota’nın askeri, ekonomik ve siyasal çıkarları arasındaki karşılıklı etkileşimi analiz etmek gerekir.
ABD ve Kolombiya
Washington’ın Kolombiya’ya ilgisi büyük ölçüde izlediği politikalarla tanımlanır: Son üç ABD Başkanı askeri yardım olarak 7 milyar dolar akıttı, yedi askeri üs kurdu ve “ileri savaş bölgeleri”ne birkaç bin dönüşümlü ve kalıcı Amerikalı askeri danışman yerleştirdi. Kolombiya ordusu iki katından fazlaya çıkarak 350 bin askeri aştı. Bu bağlamda Kolombiya ABD dış politikası için silahlı bir vekil olarak hareket ederek sınır ötesi operasyonlar aracılığıyla Ekvator ve Venezuela’ya alenen müdahale etti ve Karayip, Antlar, Amazon ve orta Pasifik bölgelerinde lojistik ve izleme operasyonları için bir platform işlevi gördü. ABD’nin askeri çıkarları ekonomik bağlarla da pekiştirildi; bu bağlar iki taraflı serbest ticaret anlaşması ve Bogota’nın büyük ölçekli madencilik ve enerji sömürüsünü açıkça kucaklamasıyla derinleştirildi.
Ne var ki Washington’ın Kolombiya’daki askeri stratejistleri ve yönetici sınıf müttefikleri üç kaynaktan hatırı sayılır bir muhalefetle karşılaştı –iki iç, bir dış. İçeride Kolombiya’nın zenginliğinin %70’den fazlasını elinde tutan seçkin bir %5’i temsil eden sivil-askeri yöneticilere karşı çıkmak için sendikalar, öğrenci konfederasyonları ve insan hakları gruplarıyla güçlerini birleştiren ve mülksüzleştirilmiş köylüler, çiftçiler ve Indo ve Afro-Kolombiyalı örgütleri içeren geniş bir toplumsal hareketler ittifakı var. ABD ve İsrailli askeri stratejistlerin hazırladığı “kontrgerilla politikaları”nın yakıp yıktığı toprak nedeniyle yurtlarından edilen 4,5 milyondan fazla köylü kendi topraklarına dönme hakları için haykırıyorlar. On yıllarca süren, ordunun ve devlet desteğindeki paramiliter ölüm mangalarının işlediği korkunç katliamlara ve baskıya rağmen (Kolombiya dünyanın en yüksek sendikacı ölüm oranına sahiptir) Bogota’daki rejim yükselen toplumsal ve siyasal muhalefetle karşı karşıya.
İkinci sıkıntı iki silahlı halk örgütünden kaynaklanıyor: Kolombiya Devrimci Silahlı Güçleri (FARC) ve Ulusal Kurtuluş Ordusu (ELN). Bu silahlı örgütlerin, özellikle de FARC’ın programlarına yönelik önemli bir halk desteği var; özellikle de tarım reformu, kırsal kesimin demilitarizasyonu, zenginliğin yeniden dağıtımı ve devlet terörünün sona ermesine yönelik popüler talepler açısından.
Kolombiya rejimine yönelik üçüncü tehdit dışarıdan geliyor -Venezueala’daki Chavista hükümetin ileri sosyo-ekonomik politikaları: konut, tarım, sağlık, eğitim, istihdam programları ile yoksulluğa karşı program, Kolombiya’nın egemen seçkinlerinin neoliberal, otoriter uygulamalarına taban tabana zıttır.
ABD’nin askeri politikası devletin sivil toplum örgütlerini baskı altında tutma ve sivil muhalefeti kontrol etme kapasitesini güçlendirmiş olsa da, on yılların silahlı ayaklanmasını yenemedi. Bu askeri başarısızlığın, yeraltı zenginliklere (madencilik ve enerji sektörü) büyük ölçekli, uzun vadeli dış sermayeyi çekmeye dayalı yeni bir ekonomik modele yönelirken bugünkü Santos rejimi için ciddi sonuçları oldu. Özellikle FARC büyük maden yatırımları yapılacak bölgelerde güçlüdür ve büyük sermaye için bir “güvenlik” tehdidi oluşturmaktadır.
Uribe’den Santos’a “Geçiş”: Süreklilik ve Değişim
Uribe başkanlığından Santos rejimine geçiş stratejik ve yapısal süreklilikler ve keskin taktik değişiklikler gösteriyordu. Santos, ABD askeri üslerini, yaygın askeri danışmanlık misyonlarını ve karşılıklı serbest ticaret anlaşmasını koruyarak Kolombiya’nın ABD ile ekonomik ve askeri bağlarını korudu, hatta güçlendirdi. Eski Başkan Uribe gibi Başkan Santos da “yeraltı kaynaklarına dayalı kapitalist model”in sıkı bir savunucusu ve geliştiricisi. Doğrusunu söylemek gerekirse FARC’a karşı taktik yaklaşımını değiştirme ve bir barış anlaşması için müzakerelere girmeyi önerme kararlarında, bu başlıca neden oldu.
Santos’un ABD ile stratejik bağlarını savunurken yaptığı taktik değişikliklerin ve yeraltı kaynakları sermayesine yönelik büyük hamlesinin iki tarafı var: Barış görüşmelerine katılmayı ve FARC’ı “hasım” olarak tanımayı kabul etti. İkinci olarak, o sıradaki Başkan Chavez ile siyasi müdahale ve sınır ötesi operasyonlar da dahil olmak üzere düşmanlıkları sona erdirme ve Kolombiya ile Venezuela arasındaki ticareti ve ticari ilişkileri geliştirme konusunda bir anlaşma yaptı. Bu anlaşma, öz olarak, Kolombiya’nın artık Venezuela’nın demokratik rejimini istikrarsızlaştırmakla uğraşan ABD destekli sağ kanat teröristler ve politikacılar için maddi destek ve sığınak sağlamayacağı anlamına geliyordu; Venezuela da FARC’a verdiği her tür resmi ya da gayrıresmi desteği kesmeyi ve FARC’ı görece ılımlı bir gündem temelinde Santos rejimiyle müzakereye girmeye “teşvik etme”yi kabul etmişti.
Santos’un Uribe’nin topyekun savaş taktiklerinden müzakereler artı savaş yaklaşımına kısmi geçişi birkaç elzem unsura dayalıydı. Birinci olarak, Santos FARC’ın savaş alanında kesin olarak yenilgiye uğratılamayacağını ve özellikle en zengin maden ve enerji kaynaklarına sahip bölgelerde silahlı çatışmanın sürmesinin yeraltı kaynakları sermayesine dayalı kalkınma modelinin merkezi noktasını tehlikeye sokacağını kavradı. İkinci olarak, FARC ile yapılan hazırlık görüşmelerinde Santos yeraltı, tarım ve finans sektörlerine yönelik her tür reformu dışarıda bırakan bir gündem belirledi –Venezuela ve Küba heyetlerinin onayladığı bir gündem. Üçüncüsü, Santos müzakerelere bir zaman sınırı koyarak FARC’ı tavizler vermeye, bunun da özellikle sosyoekonomik değişikliklerin uygulanması ve yönetilmesiyle ilgili olarak “tarım reformu”nu sınırlayacağına, böylece müzakere edilen bölgelerde reformdan yararlanacak köylüleri ölüm mangalarından korumakta başarısız kalacağına inanıyor.
Santos’un Venezuela ile “uzlaşma” ve selefi Uribe’nin de facto savaş yanlısı tutumuna son verme kararı çeşitli nedenlere dayanıyor: Uribe’nin savaş yanlısı tavrı Kolombiya’nın Venezuela ile yıllık ticaretini 8 milyar dolardan 1,5 milyon dolardan daha aza indirdi –kilit önemdeki büyük baş hayvan ve hububat ihracatçılarını, imalatçıları, bankacılık ve ticari çıkarları etkiledi. İkinci olarak, Venezuela’ya karşı devam ettirilen düşmanlık Kolombiya’yı hızla yayılan Latin Amerika entegrasyon sürecinin dışında tuttu. Üçüncü olarak, Santos Caracas’ta başarılı bir askeri darbe ya da doğrudan bir ABD müdahalesi ihtimalini düşük gördü. Sonuç olarak Santos, bir yandan ABD ile tüm bağlarını korurken, Uribe’nin savaş yanlısı tehditler ve gerillalara yakılarak bırakılan yerler kampanyası aracılığıyla kavrayamadığı şeyi başarmak için bir diplomatik ve siyasal süreci kullanmaya çalışıyor: ekonomik düzeni koruma, FARC’ı silahsızlandırma ve Pentagon’la stratejik askeri bağları koruma. Santos “barış içinde bir arada yaşama” kisvesi altında Maduro hükümetini istikrarsızlaştırmak üzere komplo kuran Venezuela muhalefetiyle gizli bağlarını korumaya çalışmıştır.
Barış Görüşmelerinin ve Barış İçinde Bir Arada Yaşamanın Yükselişi ve Çöküşü
2013’ün ilk altı ayında Santos rejimiyle FARC arasındaki barış görüşmeleri anlaşmazlıklar ve anlaşmalar yoluyla ilerledi. FARC müzakerecileriyle Kolombiya hükümeti yetkilileri “ilerleme” olduğunu ilan ederken Kübalılarla Venezuelalılar süreci övdüler ve barışçı bir çözüm konusunda özellikle iyimserdiler.
Ne var ki Kolombiya ölüm mangalarıyla karşı karşıya olan ön saflardaki birçok insan hakları, sendika ve köylü hareketi liderleri düzinelerce aktivistin öldürülmesi de dahil olmak üzere devam eden, her gün yaşanan baskı kampanyasını kınadı. Herkes barışçıl çözümün, 3 bin eski gerillanın açık yasal siyasi faaliyete katıldığı ve askeri ya da paramiliter ölüm mangalarınca öldürüldüğü 1984-88 barış anlaşmalarının ardından gelen korkunç katliamların yeni gösterimi olup olmayacağını soruyordu. Barış görüşmelerinin ilk altı ayında birkaç on bin Kolombiyalı işçi, köylü ve ücretli çalışan kitlesel yürüyüşlere katıldı ve toprak kullanımı, işgücü yasaları, madencilikte çevreyle ilgili yönetmelikler ve yerli toplulukların korunmasıyla ilgili önerileri tartışıp formüle eden “danışma meclisleri”ne katıldı. Aynı dönemde silahlı kuvvetler, polis, paramilisler ve toprak sahiplerinin özel adamları kendi topraklarını “geri almaya” kalkışan birkaç yüz köylü aktivistin yanı sıra toplu sözleşmelere katılan sendikacıları öldürdü, tutukladı, kaçırdı, “kaybetti” ve tehdit etti. Barış sürecini savunan “Yurtsever Yürüyüşü”ne katılan aktivistler hedef alındı.
Santos rejimi akıllı ve karmaşık bir siyasal oyun oynuyor: Havana’da barış görüşmelerinde FARC liderleriyle esnek bir görüntü verirken, içeride topluluklarda reform arayışı içinde olan halkın sivil toplum hareketlerine baskıyı sürdürmek ve sahada gerillalara karşı tam askeri saldırı durumunu korumak.
Barış sürecini destekleyen birçok insan Santos ile Uribe arasındaki derin süreklilikleri hafife aldı. Müzakere gündeminden nelerin çıkarıldığını, yani barış anlaşmalarının uygulanmasına nezaret edecek Kolombiya devletinin niteliğiyle ilgili herhangi bir tartışmanın yokluğunu analiz edersek benzerliklerin ne kadar çarpıcı olduğunu görürüz. Santos yönetimindeki devlet şimdiye kadar toprak-maden seçkinlerinin istediklerini zor kullanarak yapan bir kurum gibi davranmayı sürdürüyor ve toprak sahipleriyle köylüler, maden sahipleriyle işçiler, topraklara el koyanlarla yerliler arasındaki her tür çatışmada Bogota seçkinlerin yanında yer alıyor.
Santos’un vaat ettiği reformlarla generallerinin uyguladığı şiddet arasında büyük bir uçurum var. Bu da narko-suikastçı eski Başkan Uribe ile “barış yapan” Santos arasındaki sözde “geçiş”le ilgili temel sorulara yol açıyor.
Santos’un Venezuela’ya karşı iki yanlı politikası, bir yandan siyasal istikrarsızlaştırmayla uğraşırken bir yandan bir arada yaşamadan söz etmesi, Mayıs sonunda Kolombiya rejimi yenilgiye uğrayan Venezuela başkan adayı Henrique Capriles ile buluşunca ortaya çıktı. Capriles uluslararası gözlemcilerle izlenen seçimin sonuçlarını reddetmeyi sürdürüyor. Tam tersine on bir hükümet destekçisini öldüren saldırıları organize etmiştir ve hükümetin meşruluğunu kabul etmeyi reddetmektedir. Bu, Washington’ın “yıpratma savaşı” politikasına uygundur. Santos, Capriles ile resmi olarak görüşerek, ABD’nin Venezuela’nın seçilmiş hükümetini istikrarsızlaşma kampanyasındaki kilit bir siyasi figüre Bogota’nın desteğini sunmaktadır. Capriles-Santos üvertürleri Santos’un uzlaşma, barış içinde bir arada yaşama ve müdahalesizlik yalanlarını açığa çıkardı! Santos’un bir yandan apaçık müdahale eder ve Caracas’a karşı şiddetli bir ABD politikası vekilliği üstlenirken bir yandan da Venezuela’nın müdahalesizliği kabul etmesini sağlama gibi iki taraflı oyunu, Maduro hükümetine karşı temel düşmanlığını gösterir.
Venezuela hükümeti duruma uyanmak ve Santos’u “arkadan bıçaklayan” ilan edip Havana’daki barış görüşmelerine katılan heyetini geri çağırarak ve Kolombiya’nın Venezuela ile milyarlarca dolarlık ticaretini azaltmakla tehdit ederek Santos’un ikili oyununu kınamak zorunda kaldı.
Anlaşılıyor ki, Santos bu bölümde elini açık ederek eski Uribe rejimlerinin istikrarsızlaştırma stratejilerini sürdürdüğünü ortaya koydu. Santos’un başkanlık dönemindeki tüm çelişkiler ve politikaların sürdürülmesi su yüzüne çıktı; barış içinde bir arada yaşama, Capriles aracılığıyla siyasal müdahalenin bir bahanesidir; Venezuela ile ticari bağlar ABD ile askeri bağlardan sonra gelir; barış anlaşmaları FARC ile Venezuela’nın arasını açmak için bir araçtır.
Santos’un Capriles ile buluşması ve sonrasında Venezuela ile ilişkilerin patlaması tüm “Uribe sonrası” senaryoyla ilgili ciddi kuşkular doğurdu: hem Kolombiya-Venezuela ilişkileri açısından, hem de FARC ile siyasi çözüm müzakereleri ihtimali açısından. “Balayı” sona erdi.
Santos-FARC Barış Diyaloğu Üzerine Düşünceler
Havana’da müzakerelere katılan FARC liderliği, Kolombiya ile Venezuela arasındaki ilişkilerin bozulmasıyla ilgili “endişe”sini dile getirdi. Şaşırtıcıdır, FARC, Santos’un Capriles ile buluşmasını Venezuela politikasına büyük bir müdahale olarak kınamadı. Bunun yerine, Santos-Capriles Maduro hükümetini zayıflatmayı başarırsa tüm barış sürecinin yok olacağı gerçeğini görmezden gelerek “barış sürecini sürdürmek için gereken güveni yeniden tesis etme”nin aciliyetinde ısrar etti”
FARC’ın iddia ettiği üzere özellikle “bütünsel tarım reformu”yla ilgili olarak “diyalog yoluyla ulaşılan “ilerlemeler” en iyi ihtimalle belirsizdir.
FARC ile Santos rejimi arasındaki anlaşmanın metni, en verimli, sulak ve pazarın ulaşabileceği toprakları işgal eden büyük üretken plantasyonların kamulaştırmasını içermiyor.
Anlaşma yalnızca “verimli olmayan topraklar”ın yerinden edilmiş ve topraksız köylülere “hazır edileceği”ni belirler. Bu tür maddeleri olan daha önceki deneyimler bedeli yüksek ve yaygın davalarla sonuçlanmıştır, çünkü toprak sahipleri on dönümde bir ineğin varlığının “verimli toprak”ın kanıtı olduğunu iddia edebilir. Toprak sahiplerinin büyük mülklerini geniş aile üyeleri arasında böldüğü, böylece mülkün “büyüklüğü”nü el konulma ölçütü olan büyüklükten daha az hale getirdiği bilinir. Üstelik ekili olmayan toprağı belirleme ve el koyma işlemlerini başlatma süreci, toprak sahibi seçkinlerle ittifak kuran –ve özel ordularla korunan- bölgesel yargı ve idare yetkililerine bağlıdır.
Üretken olmadığı belirlenen toprak genellikle en az verimli, pazarlara ve tarım hizmetlerine ulaşma yolu olmayan ve sulamadan yoksun topraklar olma eğilimindedir. Geçmişte köylüler, başlangıçta dev yatırımların yanı sıra yeni yolların ve nakliye hizmetlerinin gelişmesini gerektiren “sınır toprakları”na yerleştirildiler -hayatta kalmayı zorlaştıran bir durum. Santos rejiminin en büyük önceliğinin yeraltı kaynakları sektörüne yoğun yatırım olduğunu dikkate alırsak, küçük köylü çiftliklerinin yeterli fon alma ihtimali pek yoktur. Yerinden edilmiş ve topraksız köylülerin kötü kalitede topraklara yerleştirilmesi ve kendi başlarının çaresine bakmalarının söylenmesi daha büyük ihtimaldir.
Rejimin toprakları yakarak gerillalara terk etme politikası nedeniyle mülksüzleşen 4,5 milyon köylü ailenin büyük kısmının topraklarını geri aldığını varsaysak bile –Santos-FARC anlaşması aracılığıyla- deneyimler göstermiştir ki narko-paramiliter ve askeri toprak sahipleri denetimi ele geçirmek için güç ve şiddet kullanacaklardır. Toprakların geri alınması devletin büyük müdahalesini gerektirecektir… bugünkü yasal-askeri düzende pek olası değil. Anlaşmanın metni tüm uygulama mekanizmaları ve bunların yasal ve siyasal temeli konusunda müphem ve muğlaktır.
Tarım reformunun başarısı ya da başarısızlığı bundan yararlanacak köylülerin gücüne ve örgütlenmesine bağlıdır. Güçlü büyük baş hayvan, kahve ve hububat derneklerinde örgütlenen büyük toprak sahibi-işadamına paralel olarak yeni toprak reformu yerleşimleri kurmak, büyük ihtimalle erkte keskin bir kutuplaşmaya ve kamusal mali ve teknik yardıma ulaşma konusunda mücadeleye yol açacaktır. Bu anlaşma sağlık, eğitim, konut ve yoksulluğun azaltılması da dahil olmak üzere önemli toplumsal programlar belirliyor. Bu tür programlar ancak siyasi iktidarda bugünkü egemen toprak sahibi-işadamı seçkinlerinden yeni toprak reformundan yararlanan köylülere doğru bir kayış olursa başarılı olabilir. Bu anlaşmalar bugün devlet politikasını şekillendiren sosyoekonomik güçteki büyük dengesizliklere değinmemektedir.
Üretken verimli topraklara ilişkin toprak icarında herhangi bir değişikliğin olmadığını dikkate alırsak, kırsal bölgelerde devlet iktidarının dengesinde herhangi bir değişiklik olmadığını dikkate alırsak, ABD Başkan Yardımcısı Joseph Biden’ın barış görüşmelerine coşkulu bir destek göstermesi şaşırtıcı değildir. Gözlerine inanamayan Venezuela Dışişleri Bakanlığı’nın büyük kızgınlığı karşısında, Santos’un adamları Capriles’i kucaklamasına hiç kuşku yok ki Obama da Biden de çok sevinmiştir.
Venezuela-Kolombiya ilişkilerinde olayların gidişatı tüm Latin Amerika’nın siyasi yelpazesinde güçlü gerilimler ve ayrılıklar yaratır. Bölgedeki ilerici liderler Capriles-Santos-Washington eksenini kınamıştır. Sınır ötesi düşmanlıkların yeniden canlanması karşısında barış görüşmelerindeki ilerlemelerin –ne kadar sınırlı olurlarsa olsunlar- bir barış çözümüne gitme ihtimali yoktur.
Sorulması gereken soru, Santos’un Washington’un Venezuela’yı istikrarsızlaştırmasında vekil rolünü oynamak amacıyla, Kolombiya’nın Venezuela ile yıllık 10 milyar dolar değerindeki ticareti ve marjinal sosyal reformlar dahil olmak üzere FARC ile devam eden barış görüşmelerini feda ederek, ülkedeki iç çatışmayı yoğunlaştırmasını ve “yeraltı kaynakları ihraç modeli”ni tehlikeye atmayı isteyip istemediğidir.
*Feza Yılmaz tarafından James Petras’ın resmi sitesi http://petras.lahaine.org’dan Devrimci Cephe için çevrilmiştir. 7.6.13